Çok Yönlü, Sıra Dışı Bir Astrolog
Gülden Bulut
Astroloji hayatıma girdiğinden beri bir çok hocam oldu. Hepsinden ayrı hediyeler aldım bünyeme. Her biri bana bu yolda ışık oldu, yoldaş oldu. Gülden Bulut da benim değerli eğitmenlerimden biri. Mühendislik ve psikoloji eğitimi almış sıra dışı bir astrolog! Psikolojik Astroloji eğitimim, onun deniz derya bilgisi ve bunu aktarırken kullandığı masalsı anlatımı ile benim için adeta bir şenlik gibi geçmişti.
Gülden Bulut’un yazdığı 3 muhteşem kitabı var. Alanında gördüğüm en kapsamlı kitap olan ‘Mitolojik Astroloji ve Psikoloji’, masal kahramanları üzerinden burçları anlattığı ‘Kül Kedisi Pinokyo’yu Seviyor’ ve son kitabı ‘Astroloji Öğrencileri için Astronomi’. O, yazıyor, araştırıyor, anlatıyor, öğretiyor ve bir de resim yapıyor. O zaman en iyisi bu çok yönlü, dopdolu kadınla bir an önce tanıştırayım sizi de, psikolojik astrolojiyi, astrolojiye bakış açısını ve sevdiği şeylerin peşinden tereddütsüz giderken kendini nasıl zenginleştirdiğini, derinleştirdiğini onun ağzından dinleyin…
İpek Kigan: Üniversite de mühendislik bölümünü seçmenizin nedeni neydi?
Gülden Bulut:Aslında çok bilinçli bir seçim değildi. Matematiğe olan ilgimin sonucu mühendisliğe çıktı. Doğayı formüllerle tanımlamak ve anlamaya çalışmak bana farklı bir bakış açısı sundu fakat görünenin arkasındakileri adlandırmaya yetmedi. Yine de şunu söylemeliyim ki mühendislik eğitiminin kazandırdığı analitik bakış açısı, yaşamımda somut gerçekleri eğip bükmeden analiz edebilme yeteneğimi oldukça geliştirdi. Ezoterik konularda kaybolmadan yürümenin yolunu açtı.
Mühendislik gibi analitik bir ilim okurken, psikolojiye olan ilginizi nasıl keşfettiniz?
O zamanki bölüm başkanımız amatör bir terapistti. Freudyen teorileri kritik ederdik ders sonrası. Bölüm derslerinden daha fazla psikoloji kitaplarını konuşmaya başlayınca ve kendimi Psikoloji bölümündeki derslerde misafir öğrenci olarak bulunca bir şeylerin yanlış gittiğini anladım hayatımda. Yıllar sonra ise mühendislere de tanınan bir hakla Ege Üniversitesinde Psikoloji bölümünde master yaparak yarım kalan arzumu tamamladım.
Psikolojiye duyduğunuz sevda sizi nelere götürdü, hangi dehlizlere soktu?
Kendime çıkan yoldu psikoloji. O yüzden onun peşine düşerken kendimin peşine düşmüştüm aslında. Neden öyleydim? Neydi beni o şekilde davranmaya iten? İnsanın gizlerine erişebilir miydim? Farkında olmadığım dünyama ışık olabilir miydi psikoloji? Bu düşüncelerle yolum Freud, Jung, Adler ve niceleriyle kesişti. Kısaca yaşamı ve kendimi anlama çabasının bir diğer adıydı psikoloji.
Astrolojiyi ile ne zaman ve nasıl tanıştınız?
Astrolojiyle ilgim psikolojiden çok daha öncelere dayanıyor. Daha ortaokuldayken burçlar merakımı çoktan cezbetmişti. O zaman bulabildiğim kaynaklardan yola çıkarak insanların mizaçlarını burçlar yoluyla anlamaya çalışıyordum. Kar topu etkisi gibi ilgim her geçen zaman gittikçe arttı. 20’li yaşlarda artık yabancı kaynakları okuyorken ve haritaları yorumlamaya çalışırken buldum kendimi. En sonunda sert bir u dönüşü ile komple hayatımı değiştirdim. Yurtdışı ve yurtiçi astroloji eğitimleri alarak uzmanlaştım.
Psikolojik Astroloji sizin uzmanlık alanınız. Psikolojik Astroloji ve Klasik astrolojinin harita yorumlamadaki farklarını anlatır mısınız?
İnsanların astroloji hakkındaki genel görüşü, astrolojinin daha çok gelecekle ilgili bizi haberdar ettiğine dair. Doğrudur da astroloji Sümerler ve Babillerden bu yanda toplumsal öngörü yapmak için kullanılmış; salgın hastalıklar, bir yerin işgali ve kralın ölümü ve kolektif olaylar öngörülmüş. Şimdiyse astroloji insanın belirsizliği kontrol etme çabasının tezahürü. Soru her zaman ‘ne olacak?’ Bunu yaparak ‘şimdi’ye’ bakmayı es geçiyoruz. Oysa tüm cevaplar şimdide. Bu noktada psikolojik astroloji, doğum haritasını inançlar ve algılar üzerinden tanımlayarak dikkatimizi kendimize ve farkındalığa yöneltiyor. Kimi, neyi, neden seçiyoruz ve bu bizim hangi gölge yönlerimizi besliyor gibi soruların cevaplarını sunuyor. Psikolojik astroloji yaşayacağımız kriz zamanlarının da neye hizmet ettiğine ışık tutuyor. Mükemmel bir analiz aracı!
Mitolojik Astroloji ve Psikoloji kitabınız 2. Baskısını yaptı. Bu alanda gördüğüm en detaylı kitap diyebilirim. Mitoloji ile astroloji bağlantısından bahseder misiniz?
130’u aşkın kitap tarayarak ‘Mitolojik Astroloji ve Psikoloji’ adlı kitabımı oluşturdum; Babil-Sümer, Mısır, Yunan ve Roma mitolojilerini inceleyerek astroloji ve psikolojiyle sentezledim. Her bir mitostaki karakter veya onlara arketip diyelim astrolojik olarak karşılığını buluyor. Tanrıların ve tanrıçaların hatta ölümlülerin öyküleri bizi kendimize götürüyor. Örneğin Zeus’u ve onun psikolojisini anlamak Yay’ı anlamak için tüm alt yapıyı sunuyor. Zeus’un tanrılarının tanrısı olmasının ardındaki karanlık dünya Yay’ın gölgelerine uzanıyor. O yüzden mitoloji çok önemli bir dayanak noktası hem astroloji hem psikoloji için. Zaten Freud ve Jung’un da bu kaynaklardan yararlandığını, ve mitolojinin teorilerine esin kaynağı olduğunu biliyoruz.
Mitolojide sizi en çok etkileyen karakter hangisi? Bu karakterin astrolojideki karşılığı nedir?
Venüs, Sümer mitolojisinde İnanna olarak geçiyor. Venüs Yunan dünyasında aşk tanrıçası olarak bilinse de Sümer’de aşk ve savaş tanrıçası. Astrolojideki karşılığı Terazi ve Boğa burcunu yöneten Venüs gezegeni. Aşk, güzellik ve idealler dünyası inanılmaz uyum ve ahenk çağrıştırıyor ve herkes gibi bu beni de etkiliyor. Ama uyum olduğu yerde uyumsuzluk, aşkın olduğu yerde nefret duyguları olduğunu bilmek farklı bir pencere açıyor. Yine astrolojiye dönersek Terazi ve Boğa’nın gölgeleri açığa çıkmış oluyor; huzur, huzursuzlukla ahenk, ahenksizlikle geliyor.
Bir mitolojik masal yazsanız, hangi tanrı ve tanrıçalar bu masalın kahramanları olur?
Kesinlikle Hades ve İnanna. İki ölümsüzün karanlıkla bağlantısı çok fazla. Ama benim efsanemde onlar tanrılar dağı Olympos’ta yaşarlardı. Belki de metaforik olarak karanlığın ışığa erişiminin anlatımı olurdu böylesi bir birliktelik. Ama buna rağmen yeraltı dünyası yine boş kalmazdı. Belki Zeus’u yeraltı dünyasına kapatırdım:)Düzeni alt üst ederek ikisinin de birbirinden farklı olmadığını anlatmak isterdim masalımda.
Heyecan verici bir masal olacağı kesin:) Kül Kedisi Pinokyo’yu Seviyor ve Astroloji Öğrencileri için Astronomi adında 2 kitabınız daha var. Sanırım siz astrolojinin biraz daha araştırma ve yazma tarafını seviyorsunuz. Daha başka astroloji üzerine kitap projeleriniz var mı?
Külkedisi Pinokyo’yu seviyor, masallar ve astroloji birleştiren alışılmışın dışında bir bakış açısıyla yazılmış bir kitap. Masal kahramanlarını izdüşümünü burçlar üzerine düşürdüm; Külkedisi Balık, Pinokyo İkizler oldu. Ve daha nicelerini birleştirdim.
Yeni çıkan Astronomi kitabıysa astroloji öğrencileri için yazıldı. Astronomi bilgisinin astrolojide bütünü yakalamamıza yardımcı olacağını düşündüm. Eşzamanlılığı bilimsel bilgilerle yeniden gözden geçirdim.
Astroloji kitabı yazmaya tabi ki devam edeceğim ama basılı kitaplarımın İngilizceye çevrilerek yurtdışı piyasalarına sunulması önceliğim.
Edebi yönünüzün de güçlü olduğunu düşünüyorum ben. Astroloji dışında bir konu üzerine de yazmayı düşünüyor musunuz?
Kesinlikle düşünüyorum. Astrolojiyi araştırmak ve yazmak çok keyifli. Ama şimdi üzerine çalıştığım kitap astrolojiden farklı, ilişkiler üzerine; yine araştırma, yorum ve hikayeleştirmeleri içerecek. Şu an beni heyecanlandıran projelerden biri. Kitabı yarıladım diyebilirim.
Harika! Peki astroloji ile bu kadar hemhal olmuş bir kişi olarak sağladığı gerçek faydanın ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Astroloji ‘şimdi’ye dikkat çekmeli, bunun için tabi ki geçmiş ve gelecek kritik zamanların bilgisi kullanabilir. Ama amaç kişinin kendi merkezinden kalarak yüzünü geleceğe hizalaması. Fayda ise tamamen farkındalık. Kalıplarımızın, şeklimiz varsaydığımız benliğimizin potansiyellerini tanımlamak. Karanlıkta kalan ışığa çıkarmaktan korktuğumuz gölge yanlarımızla karşılaşmak.
Astrolojik Danışmanlık yapan bir kişinin etik olarak en çok dikkat etmesi gereken konu sizce hangisi?
Kesinlikle danışanın nevrotik ihtiyaçlarını beslememek çok önemli. Yoksa kendinize bağımlı danışanlar ordusu kurabilirsiniz. Bir diğer dikkat unsuru özgür irade noktasında kişiler yerine karar verici olmamak, şöyle yapmalısın, böyle yapmalısın diyerek kişilerin kendi sorumluluklarını almaktan kaçmalarına ön ayak olmamak gerekiyor. Biz astrologlar kuşbakışı resmi çizen olmalıyız, o resimde nasıl hareket edeceğiyse kesinlikle danışana bağlı olmalı.
Kitap yazıyor, astroloji eğitimleri veriyor, bildiğim kadarıyla resim de yapıyorsunuz. Ruhunuzu en çok hangisi besliyor?
Çok yönlü bir doğam var ve yaratmayı çok seviyorum. Sözcüklerle oynamak, okuyup araştırmak, merak ettiğim konular üzerine kafa yormak hayatta beni motive eden şeyler. Resim kısmıysa zihnimin bu kadar yoğun olduğu zamanların ödünlemesi gibi, es zamanı. Düşüncelerin tamamen durduğu yaratıcılığın doruk noktası. Hiçbiri bir diğerinin yerini tutamaz. Vazgeçemeyeceğim hayatımın direkleri her biri. Ama şu aralar atölyeden çıkmadığımı söylemeliyim. Çünkü bu yıl ilk kişisel sergimi açmayı planlıyorum.
Seçkin Gültekin Nam -ı Diğer Başucu Kitapları
Sadece blog sayfam için yaptığım röportajların yeri benim için çok ayrı! Çünkü sevdiğim, merak ettiğim, öğrenmek istediğim, anlamaya çalıştığım, aşk duyduğum, keyif aldığım, ilgilimi çeken ne varsa onları seçiyorum bu röportajlar için. Ve benimle birlikte öğrenmek isteyenlere sunuyorum. Kimlere ulaştığını, hangi gözlerin satırlarım arasında dolaştığını, hangi kalplere dokunduğunu bilmeden. Bu en yalın hali ile hiç bir maddi karşılığı olmadan ‘sadece sevdiğim şeyi yapmak!’ Seçkin Gültekin’de aynı bu düşüncelerle çıkmış kendi yoluna ‘Başucu Kitapları’ sayfasını açarken. “O kadar çok okuyorum ki bari bu kitapları ve anlattıklarını paylaşayım bir platformda” demiş. Beğenilme, takip edilme, para kazanma gibi kaygıları olmaksızın, yazmış, okumuş, yine yazmış. Tabii buraya gelene kadar ne patikalardan geçmiş, ne virajlar atlatmış. Başucu Kitapları’na ulaştığında ise yeniden yollar belirmiş önünde. Bir gazetede köşe yazısı yazmaya götürmüş bir yol, diğeri almış yoganın sihri içine sokmuş, başka bir yol ölümün kıyısına kadar getirip sonra geri dönmesini sağlamış. Derken bir gün ben onu bulmuşum. Yazdıkları ile bilgilenmiş, mutlu olmuş, meraklanmışım. Sayfasında önerdiği bir çok kitabı alıp, okuyup, başkalarına anlatmışım. O sıcacık, yumuşacık ruhu içime işlemiş. Sonra yine bir gün onunla Moda’da küçücük bir cafe de buluşup saatlerce sohbet etmiş, keyiften dört köşe olmuşum. Ve o siyah badem gözlerinde gördüğüm bilgeliği sizinle paylaşmak istemişim…
Bu röportajın her satırını okumanızı o kadar çok isterim ki!
O zaman hadi başlayalım…
İpek Kigan: Anladığım kadarıyla ‘iç devrimin’ Amerika’ya gidişinle başlamış. Ne için gitmiştin, biraz anlatır mısın?
Seçkin Gültekin: Uludağ Üniversitesi İşletme Mezunu’yum. Pazarlama konusunda master yapmaya gitmiştim. 4 sene kaldım. 2 senesi çalışma hayatı, 2 senesi okul. Ama oraya gitmeye karar vermem de çok maceralı bir süreç.
Öyle mi! Nasıl karar verdin gitmeye?
Üniversiteyi bitirdikten sonra Londra’ya gidip orada master yapmak gibi bir hayalim vardı aslında. Kuzenim oradaydı. Gel gör ki benimle birlikte mezun olan arkadaşlarım işe başlayınca kendimi eksik hissettim, yüksek lisans beklesin deyip çalışmaya başladım. Yapı Kredi Genel Müdürlük’te 3 sene kadar çalıştım. Başta çok hoşuma gitse de ilerleyen zamanlarda mutsuz olmaya başladım. ‘Neden bu şekilde olmalı? Ben sevdiğim işi yaparak para kazanamaz mıyım?’ diye düşünüyor, bu düşüncelerimi paylaştığım zaman ise ‘Eh kim işini seviyor ki!’ gibi cevaplar alıyordum. Böyle olunca hep bastırdım bu içsel sıkıntımı. Sonra tabi bu sıkıntılar hastalık olarak su üstüne çıkmaya başladı. Ergenliğim de bile sivilce çıkmamış yüzümü, sivilceler bastı. Hiç bir tedavi etkili olmuyordu. Mutsuz ve sürekli olumsuz düşünen bir insan olmuştum ve bu da hayat kalitemi çok düşürüyordu. En sonunda işten ayrılarak Amerika’ya gitmeye ve University of California’da yüksek lisans yapmaya karar verdim.
Neden Amerika peki?
Valla hiç bir mantıklı açıklamam yok aslında. Oraya gitmek istedim. Ve okula başvurdum. Kabul edilince de arkama bile bakmadan gittim.
Ailen, arkadaşların ne tepki verdi bu duruma?
Genel olarak çok eleştiri aldım. Senin yerinde olmak isteyen bir sürü insan var, döndüğünde bakalım bu işi bulabilecek misin diye. İyi bir departmanda çalışıyordum gerçekten. Ama ben kafama koymuştum. Gerçekten de planladığımdan çok daha iyi gitti. Ruh bir şeyi istiyorsa, seni heyecanlandırıyorsa o şey, her ne kadar olumsuzluklar var gibi gözükse de sistem onu sonuna kadar destekliyor. Okul parasının tamamını ödeyecek kadar param yoktu mesela. Bir sonraki taksiti nasıl ödeyeceğimi bilmeden gittim. Ama olmaz dediğim şeyler oldu ve ben kendimi Amerika’da buldum. UCLA’yi bitirdim. Sonra hiç iş aramadığım halde orada büyük bir yatırım şirketinden iş teklifi aldım. Dünyanın 3. büyük yatırım şirketinde Türkiye yatırımlarının bir parçası olarak buldum kendimi. Şirkette çalışan tek Türk bendim. Muhteşem bir iş deneyimi yaşadım. Fakat 4 yılın sonunda o iç sıkıntısı ben de yine başladı.
Burası tekrar ve çok daha güçlü içsel sorgulamaların başladığı nokta sanırım.
Evet. Sorgulamanın yanı sıra Türkiye’ye dönmek için kuvvetli bir dürtü hissetmeye başlamıştım. İçimdeki ses “Tamam artık senin burada yapman gerekenler bitti, dönmen lazım.” diyordu. Türkiye’den Amerika’ya gelmeye karar verdiğimde tepki almıştım ama Amerika’dan döneceğimi söylediğimde insanlar deli gözüyle baktı. Ben bile herhalde psikolojik bir sıkıntım var diye düşünmeye başladım.
İç sesini bu kadar iyi duyabiliyor olmanı ne sağladı?
İşimdeki son yılımdı. Bir kriz anı. Ben panik olmuştum ama iş arkadaşlarım sakin ve rahat bir şekilde olaya yaklaşıyorlardı. Nasıl dedim böyle davranabiliyorsunuz? Genelde yoga yapan, meditasyon yapan kişilerdi iş arkadaşlarım. Bu sakinliklerini görünce önyargılarımı bir yana bırakıp yogayı denemeye karar verdim. Bir de orada her köşe başı yoga stüdyosu. Çok da ucuz. Bir kere gittim. Sonra bir kere yetmez deyip bir daha gittim. Derken önce Kundalini ve Hatha Yoga yapmaya başladım. Zaman içinde dinginleştim. Daha iyi hissediyordum. Denize baktığımda keyif almaya başladığımı fark ettim. İçeride bir huzur duygusunun yükseldiğini hissediyordum. Belki de yoganın ve getirdiklerinin tetiklemesiyle çekim yasası ile ilgili kitaplar okumaya başladım.
Tüm bunlar adım adım dönme kararının netleşmesini mi sağladı?
Evet. Dönme kararımı verdim. İş yerime bildirdim. O sıralarda sabahları okyanus kenarına gidip meditasyon yapıyordum. Bir meditasyonda kendi kendime konuşmaya başladım. ‘Ben dedim şu an çalıştığım şirket gibi prestijli bir Amerikan şirketinde çalışmayı, beni seven ve destekleyen müdürlerimin olmasını ve az çalışarak çok para kazanmak istiyorum.’ Bu dileği savurduktan 10 gün sonra şirkette eşyalarımı toplarken bizim büyük patronu gördüm. Sohbet etmeye başladık. ‘Yarın bir uğra da Türkiye’de tanıdıklarımız var belki iş bulman da yardımcı olabiliriz’ dedi. Ertesi sabah toplantıya gittim. Ben isim verecekler diye beklerken, patronum ‘Seçkin sen çok iyi bir elemansın, şirkette de çok seviliyorsun. İstanbul’da bizim için home office çalışmak ister misin?’ diye sordu. Öyle muhteşem bir teklif ki! İstanbul’da olacağım, evimden çalışacağım, çok sevdiğim şirketime bağlı olacağım ve şu an çalıştığımdan daha fazla para kazanacağım. O an yaşadığım şoku anlatamam. İstediğim şeyin bedenlenmiş bir şekilde karşımda olması -ki çok spesifik bir istekte bulunmuştum – beni inanılmaz etkiledi.
En başından beri içimdeki o dürtüyü takip etmek bir şekilde her şeyi mümkün kıldı aslında. Kucağımda hediyelerle İstanbul’a döndüm.
Hala hikayenin başındayız sanki. Bu da mutlu etmedi seni değil mi?
Etmedi, evet. İlk başlarda her şey harika gidiyordu. Sonra yine bir doygunluk oluşmaya başladı. 2 sene sonraydı. O tanıdık iç sıkıntısı beni sarmaya başladı. Ve bu sefer hiç ama hiç bir geçerli neden yoktu. Ama öyle bir aşama ki telefon çalınca nefes darlığı falan yaşamaya başlıyordum. Bedenim direnç gösteriyordu resmen. Bırakmaya karar verdim ama kenarda biraz daha param olsun diye devam ediyordum.
Sonra bir sabah evdeydim. Kalktım, kahvaltımı yaptım. Vitamin hapımı içerken hap boğazıma kaçtı. Birden, aniden.. Kaç saniye geçti bilmiyorum ama bilincimin %100 ölümü kabul ettiği bir aşamaya geldiğini hatırlıyorum. Dedim ki “Şu an olmamalıydı, daha yapacağım çok fazla şey var.”
Tek başına mıydın?
Annem evdeydi ama balkondaydı. Böyle bir durumda hiç bir şekilde ses çıkaramıyorsun. Nefes alamıyorsun. Hiç bir şey yapamıyorsun. Öylece kalıyorsun. “Şimdi değildi” dedim. Korku değil büyük bir üzüntü hissettim. “Böyle bitmesini istemezdim” diye düşündüm. Bir de “Annem şimdi çok üzülecek” diye geçti aklımdan. Bilincimi kaybetmeye başladım. Düşerken etrafı yıkmaya çalıştım, belki gürültü yaparak kendimi duyurabilirim diye düşündüm. Ve işe yaramış! Gürültümü duyunca annem gelmiş, beni yerde bulmuş. Hemen ilk yardım yaparak beni kurtarmış. Emekli hemşire kendisiJVe işte ‘o an’ benim için dönüm noktası.
Çok etkilendim. Ölümden dönmüşsün resmen. Bu yakın ölüm deneyimi sen de ne gibi değişimlere neden oldu?
Bu aslında durumumu anlamam için sistemin bana tokadıydı bence. Hep daha yumuşak bir geçiş olsaydı diye düşünüyorum ama buna ihtiyacım varmış demek ki! 1 ay içerisinde Amerika’ya gittim, işimden istifa ettim. İşim bana tazminat verdi, ben istifa ettiğim haldeJYine böyle yolumu güzelleştirdi hayat. Ve dedim ki hiç bir şey yapmak istemiyorum, çalışmak istemiyorum. Sadece sevdiğim şeyleri yapmak istiyorum. Yani yoga yapmak, yazı yazmak ve kitap okumak. Kendimi bunlara vereceğim. Nasıl para kazanacağımı 1 senenin sonunda düşünmek istiyorum. Bu seneyi kendime izin olarak veriyorum.
Başucu Kitapları sayfasını o zaman mı açmıştın?
Hayır. Amerika’dan Türkiye’ye ilk döndüğüm zaman açmıştım. Okumayı, araştırmayı her zaman çok sevdim. Ama okuduğum alanlar bunlar değildi. Şimdiki gibi kişisel gelişim kitapları okumuyordum. Bu konularda okumaya başladığımda yabancı bloggerları çok takip ediyordum. Türkiye’ye dönünce de Türk yazarları daha fazla okumak istedim. Baktım ki sosyal medyada spritüel kitapları paylaşan, yazan kimse yok. Ben de katkıda bulunmak istedim sisteme. Okuduklarımı paylaşmaya karar verdim. Belki birine faydam olur diye düşündüm. Yazmayı oldum olası çok sevdiğim için, kendimi ifade edebildiğim bir nokta oldu Başucu Kitapları.
Peki o bir sene nasıl geçti senin için?
Önce gittim, yoga eğitmenlik eğitimine yazıldım. Yogayı hem daha derinlemesine öğrenmek, hem de pratiğimi geliştirmek için. Eğitmen olmayı hiç düşünmüyordum önce. Sadece kendim için yaptım bunu. Bu bir sene içinde yoga eğitimim devam etti. Aynı zamanda derin okumalar yapıyor, içsel deneyimler yaşıyordum. Çok etkiledi tabi beni yaşadığım bu yakın ölüm deneyimi. İnsanı çok başka bir yere taşıyor. Sürekli yaşamı sorgular bir halde buldum kendimi. Soru sorunca da cevapları geliyor zaten. Derin bir dönüşüm senesiydi benim için 2016.
Bu arada Yeni Yüzyıl Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni bir şekilde benimle iletişime geçti. Bloğumda yazdığım yazıları çok beğendiğini söyleyerek, gazetelerinde yazı yazmamı istediğini belirtti. Çok şaşırdım. Hiç bir şekilde mücadele yok, arayış yok, yazı göndereyim gibi bir çaba yok. Pat diye önüme çıktı. Çok sevinerek kabul ettim. Müthiş bir deneyimdi. Gazete birkaç ay sonra kapatıldı maalesef. Ama o bir kaç ay bile bana müthiş bir umut verdi. Demek ki doğru yoldayım dedim.
Gerçekten mucize gibi!
O dönemde izlediğim Bab’Aziz diye bir Sufi filmi vardı. Filminde bir yerde Dervişler Toplantısı olacak. Herkes farklı yerlerden yola çıkmış. Ama toplantının nerede olacağını kimse bilmiyor. Bab’Aziz’in yanında küçük torunu var. “Nasıl gideceğiz, toplantının nerede olacağını bile bilmiyoruz.” diyor çocuk. Bab’Aziz diyor ki “Biz sadece yürüyelim, yürüdükçe yol açılacak bize.” Sonra bir gençle karşılaşıyorlar. “Yolu bilmiyorum siz biliyor musunuz?” diyor. Bab’Aziz diyor ki “Yolu bulmak için sana verilmiş en kıymetli armağanı kullan. Sen belli ki şarkı söylemeyi çok seviyorsun, sesin çok güzel. Şarkı söylemeye devam et, yol sana açılacaktır.” Herkesin kendisine sunulmuş bir hediyesi var. Ne olduğunu belki biraz araştırarak, keşfederek bulacağız. Yani o hediye bence, ‘Zaman ve nakit sıkıntısı olmasa vaktimi ne yaparak geçirirdim?’ diye sorduğunda kendine verdiğin cevaptır. Bu yüzden sadece sevdiğim şeyleri yapıyorum, yol bana açılıyor. Çok daha mutlu, çok daha huzurluyum.
Başucu Kitapları sayfasında dolu dolu paylaşım yapmaya devam ediyorsun. Sıkı bir takipçin olarak paylaşımlardan çok fazlaca faydalandığımı, bir çok yeni bilgi öğrendiğim ve sayende onlarca kitap alıp okuduğumu söyleyebilirim. Bu arada yoga eğitmenliği de yapmaya başladın sanırım.
Evet! Dediğim gibi aslında eğitmenlik yapma niyetiyle almamıştım o eğitimi. Ama zaten sürecin bir parçası olarak ders vermek zorunda kalıyorsun. Ve bu deneyimi yaşarken bir başkasının hayatına dokunabilmek beni çok mutlu etti. Böylece eğitmenliği de yapmaya başladım.
Kitapçıya girmek en büyük keyfim. Dayanamam illa kitap alırım her seferinde. Getiririm bir heves başucuma koyarım. Sonra onlar bana baskı yaparJ‘Beni oku beni oku.’ Başlarım sonra genellikle yoğunluğumdan dolayı yarım kalır. Sonra diğeri göz kırpar bana. Hadi onu okuyayım bari derim. O da yarım kalır. Ve onların baskısı çok daha fazla olur. Her gördüğümde yarım bıraktığım, bitiremediğim, ertelediğim ne varsa onları hatırlatırlar bana. Sorumluluk hissederim. Sonra bir kitapçı çıkar karşımaJYeniden döngü başlarrr! Şimdi bana söyle lütfen. Bu kadar çok kitap okuyan ve hatta durmadan okuyan biri olarak beni gibi kitap bitirmekte sorun yaşayan kişilere ne önerirsin?
Kitabı yarım bırakmak aslında bence bir sembol. Yarım bıraktığın, dibine kadar inmediğin her şeyin sembolü. Hayatı yarım yarım yaşıyoruz belki de! Sonuna kadar gitmiyoruz bir çok şeyin. Bunun bir göstergesi olabilir. Benim aldığım koçluk eğitiminde altını deştiğim bir konuydu bu. Yükselen burcum Başak. Sen daha iyi bilirsin. Biraz disiplin katıyor bana. Aslında benim de ilgim çok çabuk dağılır. Daha kitabın başındayken almam gerekeni aldığımı düşünerek kitabı bırakma potansiyelim çok yüksektir. Ama öz disiplinle üstesinden geldim bunun. Kendime alışkanlık kazandırdım. Kitaba başlıyorsam kitap hoşuma gitse de, gitmese de o kitabı sonuna kadar okuyorum. Öyle ağır gidiyor ki 1 ayda bitiyor belki. Ama bir kitabı okurken başka kitabı okumamak gibi bir kural koydum kendime.
Bir kitabı bitirmeden başka bir kitaba başlamamak iyi bir yöntem olabilir o zaman.
Bazen aynı anda bir kaç kitap okurum aslında. Ama öyle bir açlık duyuyorum ki hepsini bitireceğimden çok emin oluyorum öyle anlarda. Ama bunu az yapmaya çalışıyorum. Genellikle bir kitap bitmeden diğerine kesinlikle başlamıyorum. Her ne kadar başka kitaplar ilgimi çekse de okumak için kucağıma aldığım kitap artık benim arkadaşım oluyor. Ve yarım bırakıp köşeye atmak istemiyorum, bir nevi vicdani sorumluluk gibi düşünüyorum. Kitaplarla aramda bir bağ oluşuyor artık. Geçen gün kargodan aldığım kitaplar geldiğinde içinden bir tanesinin kapağı kırışmış olarak çıktı. Çok üzüldüm gerçekten. Oturdum firmaya mail yazdım, nasıl böyle gönderirsiniz diye. Kitabı paketledim, tam geri göndermek için kargoya gideceğim kitapla bakıştım ve birden ağlamaya başladım! Diyorum ki bu kitabı ben almazsam kimse almaz. İçinde bu kadar güzel bilgilerin olduğu bir kitabı sırf kapağı yamuk diye geri gönderiyorum. O kadar utandım ki kendimden. Sonra aldım kitaplığımda en güzel yere koydum onu. Benim için çok sembolik bir şey oldu. Kitaplara böyle bakınca bu kadar değerli bir şeyi yarım bırakmaya gönlüm elvermiyor gerçekten.
Kitaplarını başkasına da veremiyorsundur diye tahmin ediyorum:)
Aslında daha yeni verdim. Başucu kitapları üzerinden 100-150 kitabı çekilişle dağıttım. Ama bunlar okuduğum ve bir daha geri dönmem dediğim kitaplardı. Benim için çok kıymetli olanları, elimin altında dursun dediklerimi vermem. En fazla okuması için arkadaşlarıma ödünç veriyorum ama sonra geri almak şartıyla tabi:)
Kitapçıya gittiğinde nasıl kitap seçersin? Bir ritüeli var mı senin için?
Bir kere kitapçı gördüm mü, almaya niyetim bile olmasa mutlaka girer bir gezerim. Beni çeken bir kitap olduğunda elime alıp inceler, sayfalarını çeviririm. Bazen bir ağırlık hissederim o zaman almam o kitabı. Aradan bir cümle okurum, arkasına bakarım. Bazen koklarım. Genelde kalbime bastırdığımda nasıl bir his oluyor ona bakarım. Ona göre seçiyorum. Çok da araştırmam kitapları genelde. Bazen rastgele aldığım bir kitabın o kadar bana iyi gelen bir tarafı oluyor ki! Hem de tam o dönemde. Bir ay sonra okusam o etkiyi yapmayacak kitap, tam olması gereken zamanda okunuyor genelde.
Senin çok hoşuma giden bir yanın var. Bir konu hakkında her türlü düşünceyi ve bakış açısını okuyor, sorguluyor ama kendi fikrinde devam edebiliyorsun. Mesela ben kendi benimsediğim fikre karşı bir şey okumaktan çok hoşlanmam, belki de değişmesinden korktuğum içindir. Sen bunu nasıl yapabiliyorsun?
Belki de benim inandığım şey doğru değildir dürtüsü var ben de ve doymak bilmez bir merak. Karşıt düşünceli yazarları okumak çok daha geniş bir çerçeveden bakmamı sağlıyor. Çünkü hiç bana uygun değil dediğim yazarın kitabından bir cümle hayatımda çok farklı bir yere dokunabiliyor. Ya da benim bakış açımı biraz daha genişletmemi sağlayabiliyor. Çok daha bütüncül bakmamı sağlıyor. Hatta özel bir zevk alıyorum karşıt düşünceli kitapları okumaktan.
Bence bu kadar okuma sevgisine Başucu Kitapları’nda yazdığın kısa kısa yazılar yetmez. Daha farklı yazdığın yazılar da var mı?
Evet , hikayeleştirilmiş yazılarım var. Gazete de yazdığım dönemlerde de yayınlanmıştı bu tarz yazılarım.
Bir gün bu yazıları kitaplaştırmayı düşünmez misin?
Düşünmem diyemiyorum, düşünürüm de diyemiyorum. Akış onu getirirse olması gerekiyorsa olur. Ama öyle bir amaçla yazmıyorum. Çünkü o amaca girdiğimde akış bozulur gibi geliyor. İlerde onlar bütünleşmek ister, kitap olmak ister o zaman olur.
Başucu kitaplarının 8000 lerde takipçisi var. Sadece kendini ifade ettiğin, arzu ettiğin şeyi yaptığın bir sayfa. Nasıl yorumlar alıyorsun takipçilerinden?
Birilerinin bana teşekkür etmesi, güzel bir yorum yazması ya da bir gülücük yollaması o kadar iyi geliyor ki! Diyorum ki sen para verip birine dua ettirebilir misin ya da iyi dilekler gönder diyebilir misin. Yapamazsın. Parayla satın alamayacağım manevi doyum yaşıyorum ve çok güzel dilekler alıyorum. Daha güzel bir şey olabilir mi? Para kazanmadan bu kadar emek harcamamı anlamayan insanlar oldu, hatta yakın çevremden bile. Ama sonra bu konuda ne kadar hassas olduğumu anladılar, zamanla eleştirilerini azalttılar. İlla para kazanmak zorunda değiliz yaptığımız şeylerden. Bir şey yapıp sunuyoruz hayata, bunun mutlaka bir karşılığı olur. Oradan aldığım manevi haz benim daha yüksek potansiyellerimi de gerçekleştirmemi sağlıyor.
Son olarak spritüel ve kişisel gelişim konularında ‘okunmazsa eksik kalır’ dediğin küçük bir kitap listesi verir misin?
Vermez miyim:) Seve Seve.
Şimdi’nin Gücü – Eckhart Tolle
Yüreğime Yolculuk – Anita Moorjani
Tanrılar Okulu – Stefano Di Anna
Beş Sevgi Dili – Gary Chapman
Sevme Sanatı – Eric Fromm
Dört Anlaşma – Don Miguel Ruiz
Işığı Arayanların Karanlık Yanı – Debbie Ford
Düşünce Gücüyle Tedavi – Louise Hay
Plasebo Sensin – Joe Dispenza
Gizli Sırlar Öğretisi – Ergun Candan
Yaradılışın Dört Prensibi – Omni
Bir Yogi’nin Otobiyografsi – Paramansa Yogananda
Ruhların Yolculuğu – Michael Newton
Tanrı ile Sohbet – Neale Donald Walsch
Uyanış – Pir Vilayet
FENG SHUİ 5000 YILLIK KADİM ÖĞRETİ
İREM ÜNAL
Feng Shui… Sanırım bu isim size tanıdık geliyordur. 5000 yıllık tarihi olan insanla mekanın arasındaki ilişkiyi enerjisel olarak araştıran kadim bir öğreti. Dünyanın her yerinde okulları, yıllar süren eğitimleri var. Ve faydasını gören, evini, işyerini bu sisteme göre düzenleyen binlerce insan… Benim de her zaman çok ilgimi çekmiştir. Ve bu deniz derya konuyu detaylarıyla öğrenebilmek için 7 yıldır Feng Shui Danışmanlığı yapan İrem Ünal ile konuşmaya karar verdim. Merak ettiğim çok şey vardı. Soruları uç uca ekledim. 2 saat aralıksız sohbet sonucunda her şeyi öğrendim. Yani sanırım… İlginizi çekiyorsa aşağıdaki satırlara davetlimsiniz:)
İpek Kigan: Nerelerde çalışıp, hangi yollardan yürüdün?
İrem Ünal: Ben 20 yıla yakın süre kurumsal hayatta birçok farklı departmanda yönetici olarak çalıştım. Arçelik’te 11 yıl satış, ürün yönetimi, Best Buy Perakende Zincirinde 2 yıl Kategori Müdürlüğü daha sonra Vestel’de 4 yıl pazarlama ve eğitim müdürlüğü yaptım, Perakende Akademisi’ni kurdum. Perakende, satış ve pazarlama konuları ile ilgili eğitimler düzenledim.
Feng Shui’ye geçiş nasıl oldu?
Adım adım aslında. Kurumsal hayatın insana getirdiği stresi biraz dengelemek adına sanırım, hayat beni kişisel gelişim konuları ile birleştirdi. 15 yıl önce Klasik Astroloji dersleri almaya başladım. Sonra Reiki masterı oldum, ayurveda öğrendim. Daha sonra hayat beni Feng Shui’ye doğru götürdü. Bir gün mekanlarla ilgili çalışmak istediğimi anlayınca Türkiye’ye dünyaca ünlü eğitmen Raymond Lo’ nun geldiğini öğrendim. 2010 yılında Feng Shui, I Ching ve Kaderin 4 Sütunu eğitimlerini aldım. 2011 yılında Malezya’da başka bir Grand Master Lillian Too’dan ileri seviye Feng Shui eğitimini derece ile tamamladım. Eğitimde tüm dünyadan 40 kişiydik ve ben 2. oldum. Bitirme ödevi olarak dört duvar bir ev verdiler, buraya en iyi çözüm olarak ne yaparsınız diye bir rapor hazırlamamızı istediler. Raporum çok başarılı bulundu. Anladım ki ben bu işi sevdim, iyi de yapıyorum. Sonra da Türkiye’ye gelip devam ettim. Yaklaşık 7 yıldır da danışmanlık yapıyorum.
Başka çalışmalara da katıldın mı bu süreçte?
Her insanın sürekli kendini geliştirmesi gerektiğini gördüm hayatta. Yaşam beni birçok kişisel gelişim çalışmasına soktu. Her öğrendiğim yeni konuyu da danışmanlığıma katmaya başladığımda işin rengi değişti. Şu an yaptığım danışmanlıklar, 7 sene önce yaptığım danışmanlıklardan çok farklı. Başta sadece Feng Shui öğretisinin temel kurallarını kullanırken, şu an o kuralları diğer öğretiler ile birleştirerek insanların yaşam alanlarında nasıl bir yaratım gücüne sahip olduklarını onlara gösteriyorum. Yaratmak istedikleri gerçekliğin sembollerini mekanlara kodluyoruz ve değişim çok daha hızlı gerçekleşiyor.
Aslında önce biraz Feng Shui’nin ne olduğundan bahsedelim.
Çin’de yaklaşık 5000 yıl önce ortaya çıkmış, insanla mekanın arasındaki ilişkiyi enerjisel olarak araştıran kadim bir öğreti. Hem bilimsel hem de sanatsal. 3 tane okulu var. Şekil Okulu, Pusula Okulu ve Spiritüel Feng Shui. Şekil Okulu etraftaki objelerin bize yaptığı etkiyi araştırıyor. Pusula Okulu pusulayı kullanıp evin natal (doğum haritasını) çıkararak o harita üzerinden yaşam alanının yorumlanması, blokajların kapatılması, iyi enerjilerinin aktive edilmesini sağlıyor. Spiritüel Feng Shui ise Malezya’da öğrendiğim ve geri dönüşleri çok daha hızlı olan bir yöntem. Hayatımızda yaratmak istediğimiz gerçeklikleri semboller vasıtasıyla, beş elementi de kullanarak yaşam alanımıza kodlamayı gösteriyor.
Uzakdoğu’nun chi dediği bizim nefs dediğimiz yaşam enerjisi ile insanın ve mekanın bağlantısını çalışıyor. Aslında bir ilim kolu olarak Çevresel Psikoloji de -ki bunun da bir 100 yıl geçmişi var – aynı şeyi araştırıyor. İkisinin de kuralları çok benzer. İkisi de yapıların, mekanların doğa ile uyumlu olduğunda, yani doğa etkisini içerde en fazla barındırdığında burada yaşayan insanların çok daha mutlu olduklarını, verimliliklerinin, performanslarının arttığını gösteriyor. Bununla ilgili bir çok araştırma yapılmış. Bitki olan veya doğaya uygun yapılan evlerde insanların mutluluk hormonu salgıladıkları, daha huzurlu yaşadıkları görülmüş. Evde çiçek olmasa bile duvarda asılı olan bir doğa resminin bile aynı etkiyi yarattığı tespit edilmiş. Bunun yanı sıra bir de Organik Mimarlık çıktı 50 yıl önce. Bu da aynı yerden başlamış, doğal malzeme kullanarak evlerde, iş merkezlerinde insanların iş veriminin arttırılması ve yaşamsal fonksiyonlarının daha iyi olması için çalışmış. Aslında her şey zihinde. İnsan oğlu doğayla yaşamak için yaratılmış bir tür. Feng Shui’nin de diğer ilimlerinde amacı mekanın içinde doğada gibi hissedilmesini sağlamak için farklı yöntemler kullanmak.
Feng Shui sadece küçük mekanlar için geçerli bir yöntem mi? Kullanıldığı başka alanlarda var mı?
Güzel bir soru. Feng Shui Çinlilerin, biri öldükten sonra mezarlarını nereye yapalım diye yapılan araştırma sonuçlarından çıkmış binlerce yıl önce. Bu tabi nereden nerelere gelmiş. Bu öğreti de 8 yön kullanılıyor. Her bir yön farklı bir alanı sembolize ediyor. Bununla ilgili çalışırken hem büyük binaları çalışıyoruz, bir otel olabilir, bir hastane olabilir, bir okul olabilir, hem de evleri çalışıyoruz. Hepsinin ortak noktası, hepsinin bir yaşam alanı olması. Bütün bir binanın Feng Shui’sinin yapılmasına Büyük Tai Chi deniliyor. Sadece bir odanın aktive edilmesine Küçük Tai Chi deniyor.
Danışmanlık yapılabilmesi için nelere ihtiyaç var?
Binanın inşa ediliş yılına ve baktığı cepheye ihtiyacımız var. Evin natal haritasını çıkarabilmek için gerekiyor. Bunlardan bir formül ortaya çıkıyor ve evin mimarı planı üzerine uygulanıyor.
Buna bir ön hazırlık diyebiliriz.
Kesinlikle. Sonra orada yaşayan kişilerin doğum tarihine ihtiyacımız var. Çünkü Kua numarası diye bir şey var ve buna göre uğurlu yönler ortaya çıkıyor. Herkesin bir numarası ve buna bağlı olarak uğurlu yönleri var. Bir Feng Shui çalışması sırasında orada yaşayan kişilerin bakması gereken yönleri de buluyorum. Çalışma masasının bakması gereken yön, yatağın bakması gereken yön gibi. Evin mimari planı yoksa, ben çiziyorum. Bazen projelerde mimarlarla birlikte çalışıyorum. Burada mimarın Feng Shui’ye bakış açısının çok net ve temiz olması gerekiyor. Mevcut olan bir mimari planı değiştirmiyoruz. İçte değişebilecek ne varsa onun üzerinde değişiklik yapıyoruz. Evi yıkıp değiştirmiyoruz. Burada 5 elementi kullanıyoruz. 5 element ile gerekli değişiklikleri aksesuar, obje, sanat eserleri, desenler gibi şeylerle yapabiliyoruz.
Tüm bu hareketlerin ardındaki esas amaç nedir?
Doğadaki enerji spiral bir şekilde döner. Kainat, çakralarımız hepsi spiral bir şekilde dönüyor. Mekandaki enerjinin de aynen bu şekilde yumuşakça bir yere bloke olmadan dönmesi gerekiyor. Bunu daha çok mobilya yerleşimiyle sağlıyoruz. Duvara, masa üstüne diğer uygun yerlere koyduğumuz sembollerle de enerjinin yükseltilmesi için çalışıyoruz.
Bazı dükkanlar olur, kim bir iş açarsa orada, tutmaz, batar. Ya da bir sürü evde oturursun. Bir evde otururken, bir çok sıkıntılı olay olurken evini değiştirdiğinde rahatlarsın. Eskilerin dediği ‘Tebdili mekanda ferahlık vardır’ sözü de sanki benzer durumları anlatır. Bütün bunları nedeni o dükkanının bulunduğu yerdeki açısının enerjisini etkilenmesi veya kişinin enerjisi ile evinin enerjisinin uymaması olabilir mi?
Şunu net olarak söyleyebilirim sana. Ev veya iş yeri seni seçiyor, ya da bir sebeple sen onu seçiyorsun. Her zaman bir sebeple oluyor. Eğer bir yerde sen iyi hissetmiyorsan kendini mutlaka bir nedeni vardır. Binanın konumu, baktığı yön çok etkili. Mesela çıkmaz sokakların bittiği noktadaki evler enerjiyi son derece hızlı aldığı için olumsuzdur. Veya iki uzun binanın arasındaki kısa bina olumsuzdur. Her tarafta kısa bina varken tek bir plaza varsa çok uğursuzdur. Bu çalışan bir sistemdir. Bir de Pusula Okuluna göre evin haritası var, olumlu ve olumsuz yönleri ve yıldızları var. Eğer evindeki olumsuz yıldızlar çok ve kuvvetliyse, sen de bunu bilmiyorsan ve bir şey yapmıyorsan o olumsuzluk senin hayatına da girmeye başlıyor. Bu olumsuzluk evin hangi yönü ile ilgiliyse örneğin kariyer yönü oradan negatif etkilenmeye başlıyorsun. Mimari planlarda da eksikler olabiliyor. Bizim için en uğurlusu kare ve dikdörtgen planlardır, ama son dönemde çok görüyorum H şeklinde L şeklinde veya eksik alanı çok olan mimarı planlarda o yön hangi yaşam alanını sembolize ediyorsa kişinin hayatındaki o yön eksik oluyor, bloke oluyor.
Böyle durumlarda oradan taşınmak mı lazım, ya da evin içinde bazı değişiklikler yaparak konuyu düzeltebilir miyiz?
Hayatta her şeyin çözümü olduğuna inanan bir insanım. Malezya’daki hocama ben de bunu sormuştum. Her evi düzeltebilirsin demişti. Geldiğim noktada bunu yapabildiğimi görüyorum. Zaten insan hayatındaki her türlü engel sadece oturduğu yerden kaynaklanmıyor. Kişinin kendinde olan sorunlar var. Ama ilginçtir ki evin sorunlu alanları kişinin de nerede sorunlu olduğunu gösteriyor artık bana. Kişi kendi üzerinde çalıştıkça ev de dönüşüyor. Karşılıklı bir etki oluşuyor.
İnsanlara evlerinde hiç yapmamaları gereken şeylerden bir kaç örnek verebilir misin?
Herkesin bana çok sorduğu ve merak ettiği bir konu var. Aynalar. Ayna çok önemli bir objedir. Feng Shui’ye göre çok kıymetli bir objedir. Çünkü yansıttığı şey olumlu bir şeyse onu büyütür, değilse de onu çok fazla içeri alır. Yatağın tam karşısına ayna konulmamalıdır. Yani yatağın ayak ucuna denk gelecek şekilde. Yan tarafta olmasında bir sakınca yok. İlişkilere 3.şahısları çekebileceği düşünülür.
Aynı şekilde evin giriş kapısının karşısına ayna konulması uğursuzdur. Çünkü gelen iyi enerjiyi direkt dışarı yansıtır. Mutfakta kullanmak iyidir, yemek masasını yansıtacak şekilde kullanmak iyidir, bereketi bolluğu daha çok evin içinde tutar.
Bunun dışında feminen öz ile çok çalışıyorum bir kaç yıldır. Bunu Feng Shui ile birleştirdiğimde evin güney batısını aktive etmenin kadınlık enerjisini çok arttırdığını gördüm. Hem evin, hem yatak odasının güney batısının aktive edilmesi kadınlarda özellikle ikili ilişkilerde düzelme olduğunu, dişilik enerjilerinin arttığını, aşk enerjisinin çalışmaya başladığını gördüm.
Nasıl aktive edeceğiz peki?
Güneybatı yönünün bazı sembolleri var. Bu sembolleri ilgili yere koyduğumuz zaman sanki bir ritüel gibi sürekli oraya bir şey eklediğimiz zaman hayatta o enerji ile bağlantıya geçmeye başlıyoruz. Güneybatının sayısı 2’dir, elementi de topraktır. Aşkı, ilişkiyi, dişiliği sembolize eden semboller konulabilir. İki küçük kalp, kristal kuvars, pembe kuvars, 2 tane mandarin ördeği veya penguen gibi sadakati sembolize eden hayvan bibloları, çiçekler, aşkı anlatan resimler konulabilir. Burada önemli olan o kişi için aşkın sembolü neyse onu koymasını, dişiliğin sembolü neyse onu koymasını istiyorum artık. Çok daha hızlı etkisini gösterdiğini gördüm. Çünkü insanın kendi bilinçaltı ilgili uyarana daha hızlı cevap veriyor.
Bazen ilgili alan çok uygun olmayabiliyor. Hangi bölüm uygunsa salonun güney batısı, yatak odasının güney batısı orada kendi alanını yaratabilirsin.
Tüm bu bilgileri ve birikimlerini paylaştığın bir kitap yazmayı düşünüyor musun
Çok istiyorum. Bugüne kadar yaşadıklarımdan yanıma aldığım hediyeleri paylaştığım bir kitap neden olmasın.
Son olarak ne söylemek istersin?
Yaşamda her gün bir şeyler değişiyor, insanlar, mekanlar, ilişkiler, koşullar… Değişime açık olmak ve olumlu dönüşüm fırsatlarını kullanabilmek başarıyı, tatmini ve mutluluğu arttırıyor. Kalplerini çarptırmayan bir yerde olduğunu ve mutsuzluk yaşatan bir şey yaptığını fark edenler, iş olur, evlilik olur, ilişki olur, oradan çıkmak için cesur olsunlar. Ben hayatımda hep bunu yaptım ve ben yapabildiysem herkes de yapabilir. Yaşadığımız her an çok kıymetli.. Yapılması gereken, üzerinde çalışılması gereken hangi konuları fark ettiysek bunun için cesur olalım. Çünkü cesaretle adım attıktan sonra getirdiği ödüller çok büyük ve kıymetli oluyor.
SEVİLAY ERİÇDEM
URANYEN ASTROLOJİ ONDAN SORULUR!
Astroloji büyülü bir yoldur. Yürüdükçe uzar, sonu gelecek diye beklersin, ama gelmez! O baş döndüren yol hiç bitmez. Sen devam ettiğin sürece seninle birlikte akar durur. Öğrenmek için yola çıkarsın, yani öyle sanırsın, sonra bir anlarsın ki kendini bilmekmiş esas gaye. Kendinden aleme uzanmak, alemden kendine geri varmakmış…
Ben bu yola çıktığımdan beri astrolojiye aşık çok değerli hocaların öğrencisi oldum. Bunlardan biri de uzmanlaşacağım alanı ararken karşıma çıkan Uranyen Astrolog Sevilay Eriçdem idi. Tuttu elimden, astrolojinin iyice derinleşen, köklere inen, ruhu kazıyan alanında nazikçe, sarıp sarmalayarak ve bazen de sarsarak yürüttü beni. Ve benim gibi nicelerini…
Uranyen Astroloji, astrolojinin çeşitli alanlarından sadece biri. Ama o kadar ince eleyip sık dokuyor ki seni, öyle aynalar tutuyor ki sana bugüne kadar kendinde görmediklerini görüyor, duymadıklarını duyuyorsun.
Ben de istedim ki Uranyen Astroloji hakkında iki tane muhteşem kitap yazmış hocam Sevilay Eriçdem’in anlattıklarıyla, varsa bu konuya merakınız biraz olsun giderin. Okulunda ziyaret ettim kendisini ben sordum, o anlattı…
Astrolojinin büyülü dünyasına nasıl girdiniz?
Astrolojiye çocukken başladım:) Bir çoğumuzun gençken merakını vardır ya astrolojiye, benim de öyleydi. Çok meraklıydım ve araştırmacı bir yönüm vardı. Ankara’da büyüdüm, sonra evlenip İstanbul’a geldim. Hamile kaldığım dönemde bir süre çalışamadım. Bu benim astrolojiyi öğrenme evrem oldu. Bu dönemde yurtdışından bütün eğitimlerimi aldım ve sürekli astroloji çalıştım. O zaman anladım ki bizim anladığımız düzeyde yüzeysel, magazinsel bir şey değil astroloji. Arka planında çok güçlü, derin bilgileri olan bir alan. Ciddi bir kaynak. Ben de kendimi bu alanda profesyonelleştirmeye karar verdim. 2010 yılına kadar danışmanlık yapıp, bazı yerlere astroloji ile ilgili yazılar yazdım. Ama esas olarak geri planda hep araştırmada kalmayı tercih ettim. Sonra 2010 yılında İngilizce tercüme yaparken Martha Lang -Wescott ile, onun sayesinde de Uranyen Astroloji ile tanıştım. Ve hayatım değişti! Astroloji bildiğimi zannediyordum. Uranyenle tanışınca hiç bilmemiş olduğumu keşfettim. Daha derinlerdeki bilgilere ulaşmanın mümkün olduğunu gördüm. Bu muazzam kaynakların insanlara tanıtılması gerektiğine inandım ve buradayım.
Uranyen Astrolojiye başladığınızda 3 sene boyunca ciddi bir eğitim sürecinden geçmişsiniz, değil mi?
Martha Lang –Wescott’dan bire bir ders aldım. Onun ekoluyum tamamen. Uranyen Astroloji Alman kökenlidir. Klasik Astroloji’ye fizik dersi dersek, Uranyen Astrolojiye kuantum fiziği dememiz gerekir. Daha mikro düzeydedir. Makro kozmos da, mikro kozmosu görmemizi sağlar. Nokta atışlı tespitler yapar. Çok derin bir alan olduğu, ciddi çalışmanız gerektiği için ben 3 sene boyunca kendi haritamı çözmek için uğraştım. 3 sene sonra eşimin, ailemin, arkadaşlarımın haritalarında pratik yaptım. 2015 yılında benim bu konuyu açmam, insanları Uranyen Astroloji ile tanıştırmam lazım dedim ve ders vermeye başladım. 2016’da ilk kitabım Uranyen Astroloji çıktı. Bu sene ise ikinci kitabım Asteroidlerin Büyülü Dünyası yayınlandı. 2018 yılında da Uranyen Astroloji’de Zamanın Kalitesi isimli üçüncü kitabım çıkacak ve bu böyle devam edecek:)
Uranyen Astroloji’yi biraz daha açalım istiyorum. Çünkü çok fazla bilinmiyor bu konu.
Uranyen astroloji, klasik astrolojiye göre daha fazla matematiksel. Biraz daha çok hesaplama yapmanız gerekiyor. Bunun dışında haritaya bir takım faktörler dahil ediyorsunuz. Biz normalde 10 tane gezegen kullanırız. Ama Uranyen Astroloji’de 8 tane transneptünyen dediğimiz hipotetik varsayımsal noktalar işin içine giriyor. Bunlar Alman Alfred Witte tarafından matematiksel hesap yapılarak keşfedilmiş noktalar. Bu noktalar ile ruhsal eğilimlerimizi keşfediyoruz. Bunun yanı sıra Mars ile Jüpiter arasında NASA tarafından bilgisi verilen 400.000’den fazla asteroid var. Bunun yaklaşık 25.000 tanesi astrolojik data olarak kayıtlarda var. Tabii ki hepsi kullanılamıyor. Ben yaklaşık 90 tanesini kullanıyorum. Haritaya gezegenleri, transneptünyenleri ve asteroidleri yerleştirdiğinizde, bin bir tane rengi olan bir insan doğası şeklinde tezahür ediyor hayata. Mutlaka bu datalar, veriler insanlığa çok büyük ışık, rehberlik. Öyle bir aydınlatıyor ki, önünüzü çok net görmeye başlıyorsunuz. İnsanın kendisi ile yüzleşmesi gerçekten çok önemli ve belli aşamalar ile oluyor.
Asteroidlerin Büyülü Dünyası kitabınız yeni çıktı. Kitap alışılmışın dışında bir boyutta ve 586 sayfa. Bu kadar dolu dolu yazdığınız asteroidler Uranyen Astroloji de neyi anlatıyorlar?
Şöyle anlatayım; gezegenler madde planındaki yaşam enerjimizi, transneptünyenler ise ruhsal boyutta getirdiğimiz eğilimleri verir. Gezegenler varlıksa, transneptünyenler yokluk boyutunu anlatır. Biri maddeyi, diğeri ruhu ifade eder. Asteroidler ise madde ve ruh arasındaki katalizör görevini görür.
Uranyen astrolojiyi hangi amaçla kullanmalı astrolog?
Astrolog karşısındaki kişiyi hiçbir zaman yönlendiren değildir. Özgür iradeyi destekleyen, seçenekleri önüne sunan olmalıdır. Uranyen astroloji ruhsal anlamda kendisiyle mücadele eden, iradesini kullanan, tekamülüne hizmet eden insanlar için inanılmaz bir rehberlik kazandırır. Bana göre astrolog olarak durduğunuz yer çok önemli. Benim astrolog olarak durduğum yer öncelikle insanlara şifa vermektir. Yanlızca astroloji için değil, her şey insanın şifası, ruhu ve tekamülü içindir. Astroloji bilen çok insan var ama sadece teoride biliyorlar. Teoride astrolojiyi bilmenin hiç bir anlamı yoktur. Onunla yaşayıp, hayatın içinde her anınızda bilip kullanmalısınız, yönetmelisiniz. Ben bütün gezegenlerimi, asteroidlerimi yönetiyorum. Bunu başarabilmek belki 5-6 senemi aldı. Ama yönetmeyi becerdim. Demek ki bu yapılabiliyor. Bu ne demektir biliyor musunuz hiç birimiz kurban değiliz. Biz aslında bize verilmiş astrolojik sembolleri kullanarak çok muazzam şeyler yapabiliriz. İnsan yaratıcısının halefi ise eğer, yaratma gücünü öğrenmeli. Her zaman söylüyorum bilimin gideceği yeri tahmin edemezsiniz, astroloji ile de keşfedeceğiniz konuların derinliğini tahmin edemezsiniz. Dünyadaki varoluş bilgisi ile alakalıdır. Aşağıdan yukarı doğru değil, yukarıdan aşağıya bakma sanatıdır Uranyen Astroloji.
Son olarak sizce kimler astroloji öğrenmeli?
Bence hayatı anlamlandırmak isteyen herkes, önce kendisi için astroloji öğrenmeli. Nasıl check up yaptırıp vücudumuzda ne var, ne yok öğreniyorsak, astroloji ile de genel olarak bünyemizi öğrenebiliriz. Kimse doktor olmak zorunda değil. Ama check up sonuçlarına bakınca bir fikri olabilir. Astrolog olmakla, astroloji bilmek arasındaki farktan bahsediyorum.
RUHSEL DONBALAK _ BLACKSEA TATTOO
“ Dövme bizim anlık ruh hallerimizin karşılığı değildir.”
İstanbul’daki en eski dövmeci sanatçılarından Ruhsel Donbalak. Yaklaşık 25 senedir bu işi yapıyor. İşinde çok titiz, hijyene ve malzeme kalitesine çok önem veriyor, yaratıcı, sizin ne istediğinizi anlamak, bundan emin olmak, arzuladığınız dövme ile aranızda gerçek bir aşk mı var yoksa geçici bir heves mi bunu hissedebilmek için dakikalarca sizi dinliyor, doğru soruları soruyor.
Beyoğlu’nun yüksek tavanlı apartmanlarından birinde, geniş, olabildiğince ferah, çok güzel dekore edilmiş bir stüdyosu var. Apartmanın dar, içerlek ve tenha girişinden girerken azıcık ürküyorsunuz ama BlackSea Tattoo’nun kapısı açıldığı anda bütün havanız değişiveriyor.
İkinci dövmemi yaptırmaya gittiğimde kendisiyle kısa bir röportaj yapmak istedim. Dövme bu kadar popüler olmuşken, neden yaptırdığını bilmeden, sırf ‘benim de olsun’ diye dövme yaptıran insanların sayısı gittikçe artmaktayken, bu işin eğrisini, doğrusunu erbabına sordum. Cevapları belki karışmış, kararsız düşüncelere aydınlık olur…
Dövme yapmaya ne zaman başladınız?
19-20 yaşlarındaydım. Yapmayacağım işleri tespit etmiştim. Sadece ne yapacağımı tam bilmiyordum. İçinde üretim olan işler çok hoşuma gidiyordu. O zamanlar dövmecilik diye de bir meslek yoktu tabi. Ablamın bir arkadaşı amatör bir şekilde dövme yapıyordu. Kendime küçük bir dövme yaptırdım. İş olarak çok büyüledi beni. Hem yaratıcılığı kullanıp, üretiyordun, hem de sorumluluğu çok yüksekti. Üstelik insanlarla iletişimin işin en önemli parçası olması da benim için çok cazipti.
Ben de dedim ki ‘Denerim, 3-4 yıl içinde başaramazsam, hala her şeye yeniden başlamak için zamanım var.’ O zamanlar bir meslek olarak karşılığı da yoktu aslında. Ama işte gençliğin getirdiği gözü karalık ve deli cesaretinin de desteği ile dövme yapmaya başladımJ
Bazen gözü karalık ve cesaret çok güzel şeylere vesile olabiliyor işte. O gün duyduğunuz şevk, sizi 25 yıl süren şahane bir yolcuğa çıkarmış. Ben de sizin bu yolculukta edindiğiniz tecrübelerinizin bu röportajı okuyanlara fayda olmasını arzu ediyorum. Bu yüzden hemen konuyla ilgili sorulara başlıyorum.
Birisi dövme yaptırmak istediğinde en çok dikkat etmesi gereken şeyler nelerdir? Birincisi neden dövme istediğini çok iyi düşünmesi gerekiyor. Çünkü günümüzde dövme yaptırmak, garip bir sosyal baskı unsuruna dönüştü. ‘Arkadaşım yaptırdı, ben de yaptırmalıyım gibi mantığı olmaya başladı. Kişiler, aidiyet kurduğu ve keyifle yıllarca taşıyabileceği bir dövmedense, sadece benim de olması gerek diyerek yanlış şeyler seçebiliyor. Bu yüzden kişinin ‘neden dövme istiyorum’ sorusunu çok iyi cevaplaması lazım. Sonra da ‘ne dövmesi istiyorum’ sorusunu. Bunun için de her zaman çok derin anlamlarda zorlamamak gerekiyor. Tabi derin anlamı olabilir ama illa da olmak zorunda değil. Kendisini tekrar tekrar geri dönüşler yaparak sorgulaması gerekir. Bu sorulara cevabını verdikten sonra mutlaka birden fazla dövmeci ile görüşmesini öneririm. Doğru iletişim kurabileceği bir dövmeci olması gerekiyor. Çünkü dövmeci kişiyi yönlendirebilir, manipüle edebilir. Ama 1-2 yıl sonra dövmeci etkisi geçmiştir ve biz dövmeyle baş başa kalırız. Bu yüzden kişi seçtiği dövme ile aidiyet kurmadıysa bu da çok tehlikelidir.
Bu işin bir alt sınır yaşı var mı?
18 yaşından küçüklere dövme yapılmaz. Ben yapmam. Aslında 25 yaşına kadar çok dikkat edilmesi gerekir. Çünkü kişilik, kimlik o yaşlarda oturuyor. Değişimlerimizin hala devam ettiği yaşlarda dövme yaptırmak, çok doğru sonuçlar doğurmayabilir.
Dövme yaptırmanın sağlığa zararı var mı?
Eğer dikkatli davranılmazsa tabii ki olabilir. Bunun sorumluluğu ise %99 dövmecidedir. Malzemelerin doğru malzemeler olması, doğru hijyen kurallarının uygulanması, doğru sterilizasyon teknikleri uygulanmış olması gerekir. Bir kişiden diğerine hastalık bulaştırılacak enstrümanların kontrol altında olması çok önemlidir. Kişi bu konuda bilgili olmayabilir. Şüphelenirse, endişelenirse internetten bu işin metotlarına yönelik araştırmalar yapabilir. Doktor tanıdıkları varsa onlardan bilgi alıp, dövmeciye gerekli soruları sorabilir. Gerçi artık doğru malzemelerin yaygınlaşmasından ötürü o riskler minimuma düştü ama yine de dikkatli olmak lazım. Çünkü hala dövme stüdyolarını denetleyen bağımsız bir kurum yok.
Dövme yaptıran kişi kan veremiyor gibi şeyler duymuştum, doğru mu bu?
Dövme yapma esnasında olası bulaşıcı hastalıkların, kişiye geçme ihtimali ve hastalıkların bir kuluçka evresi olduğu göz önünde bulundurularak, riski minimize etmek için belli bir süre kan verilmez. Sadece bu.
Peki dövme yaptırmanın sakıncalı olduğu bir durum var mı sizce?
Beden sağlığı olarak keloit denilen bir tür deri deformasyonu üzerine çalışmak risklidir. Çünkü burada zarar görmüş doku, kendisini olması gerekenden farklı bir şekilde iyileştirmiştir. Ama yanık veya ameliyat izlerinde başarılıdır. Ben üzerine uygulama yapıldığı zaman da genelde olumlu sonuçlar alınmaz. Ama asıl olay ruhsal dengemizdir. Ruhsal dengemiz çok dalgalı iken dövme yaptırmamak gerekir. Çok yüksek coşku ya da derin depresyon hallerinde de dövme yaptırmamak gerektir. Doğru karar almak için sağlıklı duygu halleri değildir bunlar.
Dövmeyi sildirmenin imkanı var ama artık. Yine de bu kadar ince eleyip sık dokumalı mıyız yani?
Bir insanın cebinde bir gün bunu sildirebilirim konforunun olması iyi bir şey. Ama konforun da reel karşılığı olursa iyi bir şey. Ben şu ana kadar yüzde yüz başarılı silme işlemi görmedim. Çeşitli yöntemlerle sildiklerini vaad eden yerler var. Ama bir şekilde ya dövmenin parçaları kalıyor, ya da yanık izine benzer izler kalıyor.
Mesela kişinin çok yoğun boyayla yapılmış bir dövmesi oluyor. Üzerine kapatmak için başka bir dövme yaptırmak istiyor. Sadece o zaman tavsiye ediyorum silme işlemini. 1 ya da 2 seans lazere yolluyoruz. O zaman yumuşamış olduğu için üzerine daha rahat başka bir dövme yapılabiliyor.
Sizin yaptığınız en büyük dövme neydi ve ne kadar sürdü merak ettim.
Vücudun %70’ini kaplayan dövmem oldu. % 50 sini kaplayan bir sürü dövmem oldu. Tabi bu dövmeleri belli bir zamana yayarak yapıyoruz. Genellikle tek seans için 2-3 saat limittir. Sonra kişi yorulmaya başlar.
Sizin yapmayı en çok sevdiğiniz dövmeler, ne tarz dövmeler?
Öyle bir şey yok benim için. Ben dövme yapmayı seviyorum. Benim için önemli olan kişi ile kurduğum bağ. Biri gelip hiç bir bağ kurmadan kocaman bir dövme yaptırır ve hiç keyifli bir seans geçmeyebilir. Biri gelir tırnak büyüklüğünde bir dövme yaptırır ama korkunç bir coşkuyla buradan çıkıyordur. Hadi bakalım hangisini seveceğiz? Dolayısıyla büyüklük, küçüklük, hangi tarz ve stil olduğu değil, bunlar kişi ile ne kadar uyumlu ve kişi yaptırdıktan sonra neler hissetti esas keyif bunlardan alınıyor.
İnsanların istedikleri dövmenin şekli, tipi sizce karakterleri hakkında ipucu veriyor mu?
Tabi ki veriyor. Doğru okumayı bilirseniz…
Asla yapmam dediğiniz bir dövme var mı?
Benim dövme ile bir alıp veremediğim yok. Daha önce dediğim gibi asla yapılamayacak duygu durumları vardır.
Mesela sevgilisinin isim dövmesini yaptırmak isteyenlere yapar mısınız?
Dediğim gibi duygu durumu uygun olmayana dövme yapmam. Bu da onun içine giriyor aslında. Dövme kişiye aittir. Bitti. Tanımlamamızın ilk cümlesini böyle yaparsak doğru olur. Sevgili bize ait değildir. O zaman bana ait olmayan bir şeyi bana eklemiş oluyorum. Peki o kişi gittiği zaman ben ne yapacağım o dövmeyle! Genelde de bu tür talepler % 80-90 olarak ilişkiye yeni başladıkları ve aşktan gözleri kör olduğu zamanlarda veya bitmek üzereyken panik yaparken gelir. İkisi de doğru duygu durumları değildir, bu yüzden yapıldıktan sonra %80 kişiler o dövmelerinden vazgeçerler. Dövme bizim anlık ruh hallerimizin karşılığı değildir…