PINAR SABANCI

Karşımda genç kuşağın gurur duyulacak bireylerinden biri oturuyor. Erken yaşlarında 3 çocuk annesi olmasına rağmen hem halen öğrenciliğini sürdüren, hem bu gezegen için yoğun çaba harcayan pırıl pırıl bir kadın: Pınar Sabancı. Robert Kolej’de lise eğitiminin ardından Boston Babson College’da İşletme (Girişimcilik), Northeastern Üniversitesi’nde ise Psikoloji okuyarak çift diplomayla ve dereceyle mezun olan Pınar Sabancı, şimdilerde Oxford Üniversitesi’nde psikoloji alanında uzmanlık yüksek lisansını yapıyor. Harika bir anne, doğa ve hayvansever olmasının yanı sıra mütevazılığı ile de beni kendisine hayran bırakıyor. Dolu dolu sohbet ediyoruz hayat üzerine…   

İpek Kigan: Çocukken en çok neyin hayalini kurardınız, hatırlıyor musunuz? En sevdiğiniz oyuncaklarınız neydi mesela?

Pınar Sabancı: Çok hayal kuran bir çocuktum. Büyürken, farklı dönemlerde, veteriner, balerin, öğretmen, şarkıcı, tiyatrocu, yazar olmak gibi birçok hayalim oldu. Dünyayı keşfettikçe, farklı ülkelerde farklı hayatlar yaşama hayalleri kurardım. Çok fazla oyuncağım yoktu ama her çocuk gibi ben de hayal gücümü kullanarak elimde olanlarla çeşitli oyunlar yaratırdım. En çok da ‘öğretmencilik’ oynardım. Bebeklerimi dizer, karşılarına geçip beyaz tahtama yazılar yazarak ders anlatırdım. Hala yeni bilgiler öğrenmek ve bildiklerimi öğretmekten çok keyif alırım. Abimle bilgisayar oyunları oynamak ve kapı kapı gezip mahalledeki tüm köpekleri gezdirmek de günlük rutin aktivitelerimdendi.

Önceden psikolog olacağınızı tahmin eder miydiniz hiç? Bu tercihte sizi ne tetiklemişti?  

Psikoloji bilim dalıyla tanışmam lise yıllarımda oldu. O yıllar, psikolog olmak gibi bir düşüncem yoktu ama öğretmen olma düşüncesi aklımın bir köşesinde hep vardı. Çok okuyan, meraklı bir çocuktum. Kitap okumak, empati yeteneğini geliştiren, varsayım ve önyargıları yıkmaya yardımcı olan bir aktivite. Bir psikoloğun sahip olması gereken özellikleri pekiştiriyor.  

Şimdi geriye bakınca, annem ve babamın yaşadığı zorluklar, psikolog-psikiyatr ziyaretleri, terapiye duyulan ihtiyaç, belki o dönem benim de biraz yalnız ve yaralı hissetmem, bu bilime olan ilgimi artırdı.

Aldığınız eğitimler doğrultusunda insan zihni, işleyişi ve bilinç altı konularında geniş bilgiye sahipsiniz. Bu eğitimlerin yaşamınıza ne gibi artıları oldu?

Çoğu zaman bize ait sandığımız düşünceler, aslında bizim değil. Yaşadığımız toplum, büyürken etrafımızda konuşulanlar, gözlemlediklerimiz ve bize öğretilenler, davranış ve düşüncelerimizi büyük oranda belirliyor. Kendimizi analiz etmeyi öğrenip, kafamızdaki düşüncelerin mutlak gerçeklik olmadığını kavrayamazsak, bize dikte edilen doğrularla, sorgulamadan, özümüzde kim olduğumuzu kavrayamadan, diğerlerinin beklentilerine göre yaşayarak koca bir ömrü geçirebiliyoruz. Kişinin, kendini ve insanlığı tanıması, zihnin işleyişini anlaması çok mühim.

Bu anlamda psikoloji alanındaki eğitimlerim ve sorgulamalarım bana bir uyanış sağladı. Öze inme, analiz etme ve farkına varma yetisi kazandırdı. Çoğu zaman, otomatik pilotta, önceden kodlanmış düşüncelerimize göre yaşadığımızı fark ettirdi. Özellikle alandaki deneyimim, Lape Hastanesi’nde geçen aylar bana yargılarımdan sıyrılmayı öğretti ve “Sen kimseden üstün değilsin Pınar, bugün burada yatan sen de olabilirdin,” diyerek anlamaya çalışmamı ve daha üst boyutta empati kurmamı sağladı. 

Meditasyon ve farkındalık egzersizleri gibi bugün bilim dünyasının da önerdiği yöntemler günlük rutinleriniz arasında mıdır?

Her sabah güne meditasyonla başlarım. Teorik olarak ne kadar bilgi edinirseniz edinin, farkındalık kasını geliştirmek için aktif olarak farkındalık pratikleri yapmak şart. Anda kalabilmek için zihninizi bu yönde eğitmeniz gerek. Bu da ancak pratik ile mümkün oluyor. Meditasyon ve nefes egzersizleri farkındalıkla yaşamın kapısını aralayan en önemli iki anahtar. Özünde bize ait olmayan düşünceler ve onların yarattığı duyguların esiri olmamak için farkındalık sahibi olmak gerekiyor.

Çok yönlü, yaşama karşı ilgili biri olduğunuzu gözlemliyoruz. Daha yapacağım çok şey var, diyor musunuz? Gerçekleştirmeyi en çok istediğiniz bir düşünüz/idealiniz var mı?

Yaşamı, yaşamayı çok seviyorum. Bilgi ve farklı deneyimleri büyük bir iştahla kucaklıyorum. Hiçbir zaman “Ben oldum!” demeyeceğim. Gelişimin anahtarı yeni tecrübelere ve öğrenmeye açık olmak, şişirilmiş egodan kurtulup, kendi eksikliğini ve hatalarını kabullenmek. Daha yapacağım çok şeyler olduğunu umuyorum, evet. Hayaller ve hedefler biterse, yaşam motivasyonu azalır insanın. Ama plansız programsız, akışında yaşanan bir hayatın büyüsüne de inanıyorum. O sebeple geleceğimi kafamda tamamıyla kurguladığımı söyleyemem. Şimdilik, yakın gelecekte, eğitim verme ve grup terapileri uygulama gibi bir planım var. Daha uzun vadede, uzun yıllardır arzuladığım bir şeyi gerçekleştirerek bir kitap yazmak istiyorum. Bunun için, daha çok boş zamana ve sessizce kendimle kalmaya ihtiyacım var.

İdealler deyince, Yuvam Dünya platformunuzda insanları iklim krizi ve dünyanın yaşadığı sorunlar konusunda uyarıcı ve bilgilendirici yayınlar yapıyorsunuz.  Sizce dünyamızı hala kurtarabilir miyiz? Bunun için bireysel olarak neler yapabiliriz?

Dünyamızı kurtarma inancı, bu dünyayı paylaşmanın getirdiği, sorumluluk duygusuna da dayanan bir his. Biz Yuvam Dünya’da hep şunun altını çiziyoruz; bireysel dönüşüm kültürel dönüşüme, kültürel dönüşüm ise kitlesel dönüşüme öncü olma potansiyeli taşıyor.

Dünyamızı kurtarma şansımız tabii ki var. Bunun için hep beraber, en hızlı şekilde harekete geçmeliyiz. Küçük de olsa çözümün bir parçası olmak hepimizin sorumluluğu.

Bireysel dönüşüm hayatımıza dahil etmesi karmaşık ve zor bir yapılacaklar listesi gibi gelebilir. Aslında iklim dostu bir yaşam sürmenin ipuçları düşündüğümüzden daha sade ve genellikle bildiğimiz ama belki de henüz harekete geçmediğimiz şeyler oluyor. Öncelikle bilgi kazanmalıyız. Yuvam Dünya olarak düzenlediğimiz eğitimler, haftalık dijital dergimiz Dünyahali ve Yuvam Dünya Kitaplığı bu yönde beraber öğrenmemiz için süregelen projelerimiz arasında. Sonrasında hayatlarımıza dönüp bir bakmamız gerekiyor. İklim krizi bir kültür krizi. Yıllardır devam eden tüketim kültürü bu kriz ile mücadelede anlaşılması gereken öncelikli noktalardan birisi.

Sade ve doğayla iç içe bir yaşam sürmek, tek kullanımlık plastikleri hayatımızdan çıkarmak, israf etmemek; araba yerine bisiklet ve yürüyüş, uçak yerine mümkünse tren veya karayolu tercih etmek, sebze ağırlıklı beslenmek bireysel karbon ayak izimizi düşürecek başlangıçlar olabilir. Yuvam Dünya olarak hazırladığımız İklim Dostu Yaşam Rehberi’ne göz atın derim; ulaşımdan mutfağa ofisten bahçeye birçok öneri bulabilirsiniz.

Ve tabii hepimizin takdirini kazanan İyilik Hareketim organizasyonu var. Nasıl gelişti bu fikir? Haberdar olmayanlar için, neler yaptınız bugüne kadar? Önümüzdeki süreçte planladığınız yeni faaliyetler var mı? 

Tanıdığım en iyi kalbe sahip insanlardan biri olan, çok sevdiğim arkadaşım Begüm Işıküstün’le bir sohbet esnasında çıktı bu fikir. “Güçlerimizi birleştirip, kolektif olarak daha çok insana yardımda bulunabiliriz,” dedik. 9 kişi bir araya geldik ve aktif olarak İyilik Hareketim’de görev almaya başladık. Bugüne kadar birçok aileye, öğrenciye hem kendi imkanlarımızla yardım ettik hem de yardım etmek isteyenler için aracı olduğumuz bir ağ kurduk. Afet durumlarında özellikle o bölgelere kanalize olduk. Diğer zamanlarda, ihtiyacı olan aile ve okulları tespit edip onlara yöneldik. Önümüzdeki süreçte eğitim ve destek programlarını kapsayan faaliyetler planlıyoruz.

Hem bu kadar koşturmalı, faal bir hayat içindesiniz, hem de 3 şahane çocuk yetiştiriyorsunuz. Onlar için nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz? Sizce bir annenin çocuğuna verebileceği en değerli şey nedir?

Bir annenin çocuğuna verebileceği en değerli şey ilgi ve sevgi. Sevgisiz büyüyen bir çocuğun yaraları çok zor iyileşiyor. Bunun yanı sıra, çocuğu iyi bir eğitimle hem akademik hem sosyal yönden dünyaya hazırlamak, yeterli donanıma sahip olmasını sağlamak ve hayatta ne istediğini kavrayabilmesi için doğru sorular sormasına yardımcı olmak bir annenin en önemli görevlerinden.  

İklim krizi ve beraberinde gitgide zorlaşan yaşam şartları birçok anne gibi beni de ürkütüyor. Onlar için hayatlarından mutlu ve tatmin oldukları bir gelecek arzularım. Tabii her birinin mutluluk tanımını ne oluşturuyor ise, bunu zamanla kendileri keşfedecek. Ben de bu keşif yolculuğunda kendi doğrularımı empoze etmeden, elimden geldiği kadar onlara yol göstermek isterim.

Çok iyi bir okur olduğunuz da aşikâr. Yıllar geçse de etkisinden kurtulamadığınız bir kitap oldu mu hiç? Bize hayatta mutlaka okunması gereken 3 kitap önerir misiniz?

Kitap okumak insanı bambaşka bir boyuta taşıyor. Dünyaya farklı kimliklerden farklı pencerelerden bakmanızı sağlıyor. Yıllar içinde, hayatımı şekillendiren, bakış açımı değiştiren birçok kitap oldu şüphesiz ama onları mutlaka okunması gerekenler başlığı altında toplamam. Her insanın hayatının farklı dönemlerindeki ihtiyacı, özümseyebileceği bilgi içeriği ve boyutu başkadır. Bu sebeple herkes için ‘mutlaka okunması gereken kitap’ farklı olacaktır.

Benim için yeri ayrı olan kitaplardan birkaç tanesini sıralayabilirim. İlk kez ergenliğimde keşfettiğim Çavdar Tarlasında Çocuklar (J.D. Salinger), son zamanlarda bir kez daha okuduğum Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez), Martin Eden (Jack London), Momo (Michael Ende), İnsanın Anlam Arayışı (Victor E. Frankl), Nietzsche Ağladığında (Irvin Yalom) ilk başta aklıma gelenlerden … Hepsi hayata değişik pencerelerden baktıran, etkileyici kitaplar.

Okuduğumuz birçok şey de biz farkında olmadan zihnimizin bir köşesinde depolanıyor, bir evin tuğlaları gibi yıllar içinde üst üste birikip bugünkü algımızı şekillendiriyor. O yüzden biliyorum ki aslında sayamayacağım, hatırlayamayacağım kadar çok kitabın etkisi altındayım.

Yumuşacık bir izleniminiz var bizlerde. Merak ediyorum, katı yanlarınız var mıdır? Olmazsa olmazlarınız?  

Hiçbir konuda çok katı olmamaya çalışıyorum. Katı olan, kolaylıkla şekil değiştirip, dönüşemez. Halbuki hayat karşımıza sürekli yenilikler çıkartıyor. Değişime açık olduğumuz oranda dönüşüp gelişebiliyoruz. Asla demeden, varsayımlara kapılıp katı kurallar koymadan yaşamaya çalışıyorum hayatı. O yüzden hiçbir şey için ‘olmazsa olmaz’ demeyeceğim ama şunu diyebilirim ki; artık hayatımı beklentilere veya bana biçilen role göre değil, kendi isteklerime göre yaşadığım bir dönemdeyim.

Bu aralar size neler iyi hissettiriyor?

Yüzeysel sohbetlerden, kuru kalabalıklardan hoşlanmıyorum. Yanında huzursuz hissettiğim, keyif almadığım insanlarla vakit geçirmemeye çalışıyorum mesela. Ufkumu açan derin sohbetleri, beni besleyen insanları seviyorum. Ve yalnızlıktan hoşlanıyorum, belli oranda buna ihtiyaç duyuyorum. Kitaplarımla, doğayla baş başa kaldığım zaman ilaç gibi geliyor. Bu zamanı kendime yaratmaya çalışıyorum. Hayatımın bu döneminde, kalıplara uymak zorunda olmadığımı bilmenin rahatlığı içindeyim. Kısacası kendim olabilmenin keyfini çıkarıyorum.