HILLSIDER 91 / ONUR BAŞTÜRK

hillsidermagazine91 - onur basturk 1

Fikrimde bir Onur Baştürk vardı. Yıllardan beri yazılarına gizlenmiş ipuçları ile tanıdığım, köşesinden bakan yüzüne aşina olduğum başarılı bir gazeteci. Uzak bir yerlerden yazar gibi gelirdi bana. Uzansam tutamazmışım gibi! Konuşsam duyamazmış gibi!

 Sonra bir gün, baktım tam karşımda bütün içtenliğiyle bana gülümsüyor. Gözünde tarifsiz bir renk, yüzünde güven veren samimiyet, olanca kendiliğinde…  

 Sonra mı? Bol bol sohbet, muhabbet …

İpek Kigan: Seni yıllardır takip ederim. Fotoğraflarına baktığımda her zaman ilk geçen duygu mesafedir.  Ama insan, seni biraz tanıyınca, bu mesafenin ardında sıcak, samimi, içten, insanın derinini görebilen biri olduğunu fark ediyor. Bu mesafeli duruşun arkasındaki gerçek duyguyu merak ediyorum.

Onur Baştürk:Doğru, ben hemen samimi olamam. Çok hızlı bir şekilde samimi olanı da samimi bulmam! Bir de günümüzde insanların arasındaki yüz yüze iletişimin hiçbir derinliği kalmadı. Biriyle karşılaştığımızda saniyede kaç kez, “Naber nasılsın, neden görüşemiyoruz” kalıbını kullandığımızı bir düşünsene! Aşırı samimiyetsiz. Görüşemiyoruz, çünkü aslında görüşmek istemiyoruz, bu kadar basit 🙂 O nedenle bir mesafem var belki, ama bu hesaplı kitaplı bir şey değil. Kendiliğinden…  Yüzümden anlaşılır zaten içimden geçen hisler, parçalı bulutlar…

IMG_7532

Ne tarz insanların yanında kendini rahat hissedersin? Yanında rahat ettiklerim, benim gibi olanlar aslında. Aynı duyguyu taşıyanlar. Belli bir mesafeden karşısındakine bakıp, yavaş yavaş kalbe değenler…

 

İşini çok iyi yapmandan, severek yaptığın belli. Peki gazeteci olmanın en hoşlanmadığın tarafı nedir?

“Benim mekanım, albümüm, filmim, şuyum buyum hakkında böyle yazmışsın; ama ne kadar emek var onun ardında biliyor musun?” serzenişine sığınanlar! Her işin ardında az ya da çok emek vardır. Mesele bu değil ki! Bunu bir türlü anlamadılar. En sıkıldığım tarafı bu.

hillsidermagazine91 - onur basturk 2

Seni gazeteci olmaya iten esas dürtü neydi?

Yazmak. Bir şekilde yazı yazmak. Gördüğümü aktarmak. Tamamen bu.

Son 13 yıldır Hürriyet’tesin. Öncesinde nerelerde çalıştın?

Hürriyet’teki köşem 2005’te başladı. Hatta ilk yazımı anımsıyorum İbiza üzerineydi. O zamanlar böyle life style köşesi filan hiç yok, dolayısıyla “Herkese hitap eden bir gazetede ilk yazı İbiza olur mu acaba?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Hürriyet öncesinde ise Vatan var. Hem editörlük, hem muhabirlik, hem yazarlık yaptım orada. Köleydim yani! Vatan’dan önce ise Aktüel Dergisi. “Tasavvufçu Sado Mazoşistler” gibi şu an medyada hayatta yapılamayacak haberleri yapmıştık Aktüel’de. O haberlere baktıkça geldiğimiz noktaya şaşırıyorum.  Mesleğe ilk başlangıç ise Duygu Asena’nın dergileri Kim ve Negatif. Duygu Hanım’la ilk görüşmem dün gibi aklımda. Sırf beni işe alsın ve sevimli görüneyim diye iş görüşmesinde, “Aynı gün (19 nisan) doğmuşuz Duygu Hanım” filan demiştim. Bir Koç burcu olarak tabii ki çok takılmamıştı bu gereksiz cümleme. Ben de olsam aynı şeyi yapardım. Onu sevgiyle anıyorum buradan. Çok başka bir kadın ve gazeteciydi.

Merak duygusuyla beslenen  bir iş yapıyorsun. Mesleğin dışında da meraklı biri misindir?

Evet, merak olmadan bu iş olmaz. Ama bu her şeyi de merak ediyorum anlamına gelmiyor. Meraklarım yaşla, tecrübeyle beraber değişiyor. Bu da çok doğal.

Peki sence merak kediyi öldürür mü

Öldürmez, yaşatır. Ayakta tutar. Kişinin kendine faydası olan meraktan bahsediyorum tabii. Yoksa alt kattaki komşunun kiminle yattığını merak ediyorsan geçmiş olsun. O merak öldürür, boğar..

hillsidermagazine91 - onur basturk 3

Yazılarında sarkastik bir tavrın var. Peki kendinle de dalga geçebilen, öz eleştiri yapabilen biri misin?

Yaparım. Hatta samimi olduğum arkadaşlarımla en sık yaptığımız şey “hakaret tarzı espri”  dediğimiz şey. Biraz İngiliz tarzı, soğuk. Herkesin ilk başta anlayamayacağı türden. Ama kendimi tam anlamıyla eleştirebilir miyim, bak orası kırılgan. Kimsenin tam anlamıyla kendini eleştirebildiğini de sanmam. Çünkü kendimizi korumaya odaklıyız hep.

 

 

Seni takip eden, okuyan insanlar, sence sendeki neyi seviyorlar? Senin yazılarında buldukları farklı, ayırt edici ve alışkanlık yapıcı lezzet nedir?

Bu soruya ben yanıt vermeyeyim, ayıp olur. Sonuçta hala orta direk terbiyesine sahibim. Ben kendimden “Ben şöyleyim, çünkü…” diyerek bahsedemem, övgü denizlerine girip “Ben var ya ben” taslayamam.

Uzun yıllardır pilates yaptığını ve bir eğitmen kadar bilgiye sahip olduğunu biliyorum. Neden pilates senin için vazgeçilmez?

Teşekkür ederim 🙂 Evet, şaka maka 11 yıldır yapıyorum. Ben ilk başladığımda pilates bu kadar popüler değildi İstanbul’da. İki-üç salon vardı sadece. Çok az da eğitmen. Sonra bir şekilde dibine kadar öğrenmek istedim pilatesi. Stott’un İstanbul’a gelen eğitmeninden on günlük kurs aldım. Amacım ders vermek değildi, ama ileride neden olmasın dedim. Pilates vazgeçilmezim, çünkü kendi bedenimde bire bir etkisini gördüm. Hiç bırakmadan yapılırsa bedenin sınırlarını nasıl zorlayacağını ve aslında sürekli taşıdığımız bu bedenin her yerini hissetmenin nasıl bir şey olduğunu da!

Çok yönlüsün. Bestesini de, şarkı sözlerini de senin yazdığın bir müzik albümün var. Ve oradaki şarkılar hep ‘aşkın hallerini’ anlatıyor. Seni aktive eden duygu aşk mıdır hayatta?

İlk albümde öyleydi, doğru. Ama o aşk bitti ve son dönem yaptığım ama henüz kimselerin duymadığı şarkılarda ise ana yol aşk değil. Daha çok hayatın kendisi, anlamı…

‘Aşk’ ı nasıl anlatır senin sözlerin?

Eskiden olsa “onun peşinden deli gibi sürüklenme, acı çekme” derdim. Şimdi ise “yan yana aynı şemsiyenin altında yürüyelim” diyorum. İki gün sonra da değişir bunlar, bakma sen bana 🙂

Yaratıcılığını en rahat hangi alanda kullanabiliyorsun?

Yazı, şarkı, ah bir de son dönem deli gibi ev dekorasyonu! Bu konuya merak saldım ve evimi baştan aşağı yarattım. Hatta Coastal Home’cularla oturdum, hayalimdeki kütüphaneyi onlarla beraber oluşturdum. Dekorasyon, tasarım alanında bir şey mi yapsam diye düşünmüyor değilim.

Hayalindeki kütüphaneyi merak ettim. Nasıl bir şey çıktı ortaya?

Aslında klasik, Hampstons tarzı, yazlık, beyaz, ama işlevli, içine şarap şişesi dahi konulabilen bir kütüphane!

Evinin dekarosyonunu yaparken, Feng Shui gibi dekorasyonun enerjisini ayarlayan akımlardan da faydalandın mı?

Yok, ama kendiliğinden anlıyorum ben “Bu koltuk orada ölü duruyor” ya da “O masa orada olmamış, enerjiyi bölmüş” diye. Bir de çok fazla oynuyor ve kafa yoruyorum. Bu yüzden de hissediyorsun enerji nerede fazla, nerede az. Ama zaten ev de küçük. Enerjinin de fazla şansı yok yani :))

Bir röportajında ‘ Hep aynı yerde kalmak çok sıkıcı’ demişsin. Neden bir yerde uzun süre kalamıyorsun? Hareket halinde olmak, çok gezmek, duramamak aslında aradığın bir şeyi mi gösteriyor? Neyi arıyorsun?

Nefis bir soru. Benim de kafa yorduğum konulardan biri bu. Benimki, “Buradayım ama bir başka yerde olan şeyi kaçırıyorum” duygusu değil. Öncelikle bu kendi kendime geliştirdiğim ‘life style’ yazarlığının bir sonucu. Ne kadar çok şey görürsem, o kadar çok bilgi sahibi oluyor ve analiz edebiliyorum. Masa başında olmaz bu iş. Klişe ama, dünyada da böyle.

Bir yandan da benim ruh iklimimle alakalı. Bir insan neden aynı hayatta iki ya da üç şehirde/ülkede yaşamasın? Neden sabit bir yerde kalsın gibi konulara takıntım yüzünden. Ayrıca yolda olmak gerçekten kafamı açıyor. Başka vizyonlar ekliyor hayatıma. Evdeyken o kadar olmuyor. Çünkü evde sığınaktasın, yuvadasın, güvendesin. Risksiz bölgedesin.

Dünyada kendini en ait hissettiğin ülke veya şehir neresi?

Bu konuda uçlardayım. Bir yanım Kuzeyci. İzlanda’yı çok sevdim ve oranın ıssız doğası beni benden aldı. Ama bir yıl önce gittiğim Buenos Aires’le beraber bir yanım da Arjantinci. Oranın Latin-Avrupa karışımı rengi çok hoşuma gitti. Bir de insanları. Bizim gibi çok şey görmüş geçirmişler, ama bizden ayrılan yanları var. Mesela hayata naif bakma şekilleri. 

Önündeki ilk seyahatte gitmek isteyeceğin yer neresi olurdu?

Bu sorunun birkaç yanıtı var. Kolombiya derdim ya da Yeni Zelanda.

IMG_7534

Yeni bir ülke görmenin en büyük hazzı nedir sence?

Yeni bir yer görmenin hazzı bambaşka ya. Bir kere çocuk gibi oluyorsun. Her şeyi keşfetmek istiyorsun. Rutininden çıktığın için kafan vızır vızır çalışıyor. Hücrelerin yenileniyor sanki, o derece kuvvetli bir his.

Bu kadar kalabalıkların içinde, gittiğin yerlerde insanların gözü üstünde. Mutlu musun bu durumdan?

Üstümde mi gerçekten? Sanmıyorum öyle olduğunu. En fazla -çok mekan yazdığım için- işletmecilerin gözü üzerimdedir.

 

 

O da var tabi: )  Peki kaleminin gücü sana dost mu getirdi, düşman mı?

İnsanları dost ya da düşman diye ayırmıyorum. Çünkü her ikisi de çok güçlü bir kelime. Ama evet, kötü niyetliler daha çok geldi diyebilirim.

Gecenin katmanlarını çok iyi bilen bir gazetecisin. En çok hangi anlarını seversin?

Akşamın ilk saatlerini seviyorum aslında. Sonrası ise başka bir mevzuu oluyor: İnsanların gri alanlarını görmeye başlıyorsun. O gri alanlarını açmaya başlıyorlar. Bu şaşkınlık ve heyecan verdiği kadar yorucu da olabiliyor. Çünkü gündüzleri sadece siyah beyaz insanlar. Saklanıyorlar…