HILLSIDER 42 / SAÇLARININ KIZILINDA, GÖZLERİNİN IŞILTISINDA, KAHKAHASININ TINISINDA EMİNE TURAN

h42-kapak-ortaYaşamayı seven birisi Emine Turan. Hayatın doğal ritminden heyecanlanan ve o heyecanla beslenen birisi. Herkesin elde ettiklerine sıkı sıkıya bağlandığı, o bağlılıktan güç aldığı bir yaşta, hayatına sıfırdan başlamayı seçebilecek kadar cesur ve enerji dolu. Enerjisi saçlarının kızılında, gözlerinin ışıltısında, kahkahasının tınısında…

Yarın ne yaşanacağını bilmemek Emine Turan’a her zaman keyif vermiş. İstanbul Erkek Lisesi’nde büyümüş, yıllarca top peşinde koşmuş. Deli dolu bir genç kızmış.  “İlla mühendislik okuyacağım” diye tutturup, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gemi İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra, çocukluk aşkıyla evlenip Amerika’ya gitmiş. Bu gidişin kesin dönüşü tam 14 yıl sonra gerçekleşmiş. Amerika onun için; nur topu gibi bir oğlan çocuğuna, bambaşka bir bakış açısına, eğlence olsun diye ilgilendiği tasarım işinin geleceği olmasına ve alyanssız bir yüzük parmağına neden olmuş. O büyük ülkede kuyumculuk konusunda en iyi okullardan birinde mücevher tasarımı okuduğu için boşanıp Türkiye’ye geldiğinde Gilan’nın özel tasarım bölümünde iş bulmuş. 3,5 senelik başarılı bir dönemden sonra ise en büyük hayali olan tasarım galerisini Çukurcuma’da kurmuş. Ve bunları yaşarken de, her gelen günü şu şekilde karşılamış: “Bakalım bundan sonra kahramanlarımızın başına neler gelecek…?”

İpek Kigan: Neden Gemi İnşaat Mühendisliği gibi her açıdan zor bir bölümü tercih ettiniz?

Emine Turan: Valla bizim liseden çıkanlar ya mühendis olur, ya doktor. O konulara çok yoğunlaşmış oluyor eğitim. Benim de eğilimim bu yöndeydi. 4 senede bitecek bir okul arıyordum. Mühendislikleri sıraladım. 4. tercihimi de kazandım. Ondan önceki yazdıklarımda uçak, makine bölümleriydi. Aslında o yaşta tam bilemiyorsun ne istediğini.

Peki takı tasarımına eskiden beri bir yatkınlığınız var mı?

Evet. Zaten kendime, arkadaşlarıma takılar yapardım. Profesyonel düzeyde değildi tabi. Farklı malzemeleri bir araya getirerek yapardım, her zaman tarzım buydu. Amerika’da okuduğum Mücevher Tasarımı okulunun çok iyi olduğunu öğrenince, şansın ayağıma geldiğini hissettim. 1,5 senelik bir eğitim aldım. Sonra yavaş yavaş free lance özel tasarımlar yapmaya başladım. Ama hiçbir zaman full time bir işim olmadı Amerika’da. Ta ki buraya dönene kadar. Eşimden ayrılınca çocuğuma yapabileceğim ikinci iyi opsiyonun anne– babasıyla aynı şehirde yaşaması olduğunu düşünerek döndüm. Çünkü eski eşim Türkiye’de yaşamak istiyordu. Dönmek benim seçimim değildi açıkçası.

Orada yaşamaktan memnundunuz öyleyse?

Memnundum. Kardeşim orada, akrabalarım, arkadaşlarım orada. 14 sene az bir zaman değil ki. O yaşlar için önemli bir zaman aralığı.

Döndükten sonra Gilan’da çalışmaya başladınız? Nasıldı o dönem?

Dönüşüm tesadüfen özel tasarım bölümlerini açtıkları bir döneme rast gelmişti. Gilan benim için çok iyi bir okul oldu. Çünkü Kapalıçarşı çok farklı bir dünya. Orada okulda öğrendiğin bilgileri getirip de Kapalıçarşı da işletmen mümkün değil. Onun için Gilan çok değerli bir okul oldu. En iyi ustalarla çalıştım. Ayrıca Amerika’dayken aldığım NLP eğitimi başarılı olmamda çok yardımcı oldu. Çünkü özel siparişte satır aralarını okumak çok önemli. Kişiye özel mücevher tasarlıyorsun. Çok az işim geri dönmüştür. Özel tasarımda her zaman böyle bir risk vardır.

NLP eğitimi hangi açıdan size destek oldu?

NLP eğitiminde beynin nasıl çalıştığı, programların nasıl girdiği, nasıl değiştirilebileceği gibi konular öğretiliyor. Aslında yelpazesi çok geniş bir daldır NLP. Değişik uygulamaları var. Mesela psikologlar, eğitimciler, satış elemanları kullanıyorlar. Bir matematikçi ile dil bilimcinin ortak çalışması bu. Mükemmeli modelliyor. İşleyen bir sistemden yola çıkıyorlar. Gerçekten çok farklı bir eğitimdi. Kendimde birçok sorunun cevabını bulmama yardımcı oldu. Alerjik astımım vardı. Geçirmek için çok uğraştım bu tip alternatif programlarla. Bir kere astım krizi geçirip de, o yoldan istediğini elde ettiğin zaman beynin bunu hemen öğreniyor. Sonra her çaresiz kaldığında bu yola sığınıyorsun. Ne zaman çaresiz hissetsem kendimi beynim ilgili programı çalıştırmaya başlıyor ve astım krizi geçiriyorum. Bir de bu bilinç altı bir hareket. Değiştirmen çok zor.

NLP’de öğrendikleriniz Astım krizinizi engelleyebilmenize yardımcı oldu mu?

Kesinlikle. Ben Türkiye’ye döndüğümde kendime 2 sene şans tanımıştım. “2 sene sonra mutsuzsam geri döneceğim.” dedim. 1 senenin sonunda astım krizlerim başladı. Ben nereden geldiğini çok iyi biliyordum. Burada mutsuz olan tarafım beni Amerika’ya geri göndermek için buna yol açıyordu. Çocuğumu alıp götürebilmem için, eski eşime, aileme, herkese karşı çok iyi bir özür olacaktı. “Burada sağlığım bozuluyor.” deyince akan sular duracaktı. İçimdeki bu sistemin nasıl çalıştığının çok iyi farkında olduğum için, kendi beynimle pazarlık yapıp, bunu geri döndürdüm, değiştirdim. Farkındalık en önemlisi. NLP de onu hızlandıran bir süreç.

Tasarım engin hayal gücüne dayanıyor ama ne tasarımı yaptığın, nerede yaptığın, kimin için yaptığın gibi konular girince kendi içinde sınırlamalara giriyor tabii. Her bir müşteriye birbirinden bağımsız takılar tasarladığınızı düşünecek olursak, bu sınırlanmalar sizi zorluyor muydu?

Tasarımda hiçbir zaman sonsuz özgürlük yoktur. Mutlaka bir şeyler seni kısıtlar. Ama bence bu insanı daha da yaratıcı hale getiriyor. Bir  yere kadar tabii. Bir yerden sonra şirket politikaları ve kişisel istekler insanı da zorlayabiliyor. Ama kendi işimi açtığım zaman sadece kendi istediklerimi yapacağım için çok heyecanlıydım. Sonra gördüm ki; iş hayatı sadece kendi istediğini yapmak değil. Çoğunluğa uyan tasarımlar yapmak zorundasın. Bunu ancak kendi işini yaptığın zaman anlıyorsun.

Nasıl kalkıştınız kendi işinizi kurmaya?

3,5 sonunda kaşınmaya başladım. Rahat battı derler ya. Çünkü çok keyifli bir işim vardı. Fakat yetmemeye başladı. Orada paslanmaya başladığımı hissettim. Bende en büyük hayalimi gerçekleştirmeye karar verdim. Accenturc Tasarım Galerisi’ni Çukurcuma’da açtım.

Ne tarz işler yapıyorsunuz Accenturc’te?

Accenturc’te tasarım ile ilgili her şey var. Design Gallery diyoruz zaten. Ağır bir sanat galerisi de değil tabii. Cam bardaktan tutun, heykele, seramiklere, takılara, resime kadar her türlü eşya var. Çok beğendiğim antika bir parça varsa mesela, o da galerinin bir parçası olabiliyor. Tasarımla öne çıkan her şeyi bulundurmak istedik.

Bir tasarımcı olarak kendinizi nelerden besliyorsunuz?

Tasarım ağırlıklı ülkelere giderek farklı tasarımlar görmekten besleniyorum en çok. Fuarları gezmek beni çok yoruyor, sevmiyorum. Yakın zamanda İsrail’e gittim. Gerçekten takı üzerine çok güzel işler var.

Baktığınız her şeye tasarımcı gözüyle mi bakıyorsunuz? Yani karşılaştığınız her bir madde, an, durum sizin yeni ürününüzün bir parçası mı?

Beni etkileyen bir şey görürsem, onu hemen kafamda bir takı olarak şekillendirmeye başlıyorum. Aslında o anda aklımda tasarımını yapıyorum.

Ama unutma riskiniz var her zaman.

Görsel hafızam çok kuvvetlidir. Belki o an tasarladığım şeyi unutabilirim. Ama bana ilham veren malzemeyi gördüğümde hemen o tasarımda aklıma gelir.

Bu tip durumlar için yanınızda kağıt-kalem taşımaz mısınız?

Hayır, hiçbir zaman yanımda kağıt–kalem taşıma alışkanlığım olmadı. Alışkanlıklarım çok azdır zaten. Sevmem böyle bir şeylere alışık olmayı. Çizmediğimde her zaman unutma şansım var tabii. O da benim dezavantajım. Ama çok önemsemiyorum açıkçası. Birini unutursam, başka bir şey geliyor aklıma. Çok da önemli değil yani. Ama tasarımlarımı sadece bu şekilde yapmıyorum. Döneme, mevsime veya olaylara göre hazırlanmış tematik koleksiyon çalışmalarım da oluyor. O ciddi bir çalışma istiyor. Mesela 14 Şubat’ta seramik ve fotoğraf sanatçısı iki arkadaşım ile birlikte bir koleksiyon sergiledik. Bu koleksiyon kalplerden, güllerden çok uzak, farklı bir aşk üzerine oldu. Allah’ın 99 ismi vardır, Esma ül Hüsna. Oradan yola çıkarak bir şeyler hazırladık. Son zamanlarda tinsel olarak biraz farklı bir yerlere gitmeye başladım. O yüzden sanırım bana çok güzel geldi.

Tinsel olarak geldiğiniz yer neresi?

Öncelikle farkındayım. Aslında benim içe dönük çalışmalarım, farkındalığımı geliştirmem NLP ile başladı. Los Angeles’da bir arkadaşım sayesinde Kabala ile ilgili bilgiler öğrendim.  Oradan farklı bir şeyler yakaladım. Bir sürü New Age mistik öğreti kitaplarından geçtim. Yine bir arkadaşım sayesinde Reiki öğrendim. Onun da bir öğretisi var tabii. Okumaya devam ettim. Bütün bu spirütüel çorbanın içinde şunu fark ettim ki; aslında herkes farklı farklı yollardan ama aynı şeylerden bahsediyor. Ve anladım ki, tek önemli olan insanın kendisiyle  uğraşması, farkındalığını yükseltmesi. Farkındalığın arttıkça korkuların, seni motive eden konular bunların hepsi değişiyor. Sınırlarının dışına çıkabiliyorsun. İstek ve arzularının seni yönlendirmesine engel olmaya başlıyorsun. Farkındalık, yolun çok önemli bir bölümü. Gerisi kendiliğinden geliyor, içinde bir şeyler uyanmaya başlıyor. Bu doğum günümde bana arkadaşım Mevlana’nın 6 ciltlik Mesnevisi’ni hediye etti. Daha önce bu kadar şey okudum ama bizden bir literatür okumamıştım. Uzak durmuşum. Halbuki bizde de çok şey var okuyup, öğrenecek. Mesnevi’yi okumaya başladım. Öğrenmenin sonu yok. Mesnevi’nin başında çok enteresan bir cümle vardı. “ Eğer bunu okumaya hazır değilsen, kapağını bile açamazsın.” diyordu. Eğer ben bu kitapları okumaya hazırsam ve onlar benim içimde bir yerlere oturursa, eminim bunun sonrasında da başka şeyleri okumak ve anlamaya çalışmak gelecek. Mevlana bakalım beni nereye götürecek?

Bu tarz konulara yönelen insanların genellikle daha rahat içe yönelebilmek için seçtikleri bir yaşam tarzı vardır. Vejetaryenlik veya daha dikkatli beslenme, yoga, meditasyon gibi. Bunlardan hangileri sizin hayatınızda mevcut?

Farklı bir yetiştiriliş tarzım var. Çok erkeksi, dışa dönük. Dingin değilim yani. Aktif, maceracı bir yapım var. Ama kendimi dengelemek için Tai Chi yapmaya başladım.

Çok duyuyorum son zamanlarda.

Buna hareketli meditasyon diyebiliriz. Rahipler sürekli oturarak meditasyon yaptıkları için vücutlarında deformasyonlar olmaya başlamış. Bunun üzerine Tai Chi’yi geliştirmişler. Enerjinin akmakta zorlandığı zamanlarda bu tip meditasyonlarla içindeki enerji akışını sağlıyor. Bu da fiziksel ve ruhsal olarak çok büyük bir dinçlik getiriyor.

Peki spor yapmaktan hoşlanıyor musunuz?

Lise ve üniversite yıllarımda hep basketbol oynadım. Amatör olarak da kayak ve snowboard yaparım. En son da kendime yaptığım değişiklik motosiklet. Eskiden erkeklerle dalga geçerdim, 40’ından sonra motora biniyorlar diye. Aynısını ben de yaptım. Sonuç: 2 kere ayağım kırıldı, 1 kere de omuzum incindi.

Bu tecrübelerden sonra artık motora binmeyeceksiniz herhalde?

Havalar ısınınca belli olmaz!

Tekrar Amerika’ya dönmek gibi bir isteğiniz var mı hala?

Oğlum şu anda lise sonda. Üniversite okumaya Amerika’ya gidecek. Ben de bir yerlere gitmek istiyorum sanırım. Ama burası Amerika mı emin değilim. Hayat sadece bir yerde yaşamak için çok kısa. Köksüz ağaç olarak yaşamayı seviyorum. Mesela Amerika’da yaşamak nasıl bana çok şey kattıysa,  başka bir yere giderim orası da  bana çok şey katabilir diye düşünüyorum. Belki gerçekten yaşamak için başka bir ülkeye gidebilirim.

Eğer bir gün giderseniz dükkan ne olacak?

Belki markamı devredebilirim. İlgilenen birkaç kişi var çünkü. Belki tutabilirim. Onu zaman gösterecek.

Enteresan geldi bu bana. Burada kurduğunuz bir düzen, çok severek yaptığınız bir iş var. Gitmek için Amerika’yı tercih etseniz 14 yıllık deneyiminiz, akrabalarınız, çevreniz var. Yani hayat orada çok daha kolay olacak. Ama bir başka yere giderseniz belki sıfırdan başlayarak, çok çabalamanız gerekecek. Bu mu cazip geliyor size?

Diyorum ya, kaşınıyorum ben. Benim için en önemli şey oğlumdu. Oğlum anne ve babayla aynı ülkede, aynı şehirde olsun diye İstanbul’a geldim. 10 sene yeterli bir süre denemek için. Ne maddi, ne manevi gelmek istediğim yeri Türkiye’de yakalayamadım aslında. Bu geldiğim nokta kötü demek değil. Ama kendi içimle ilgili. Benim için bir şeyler doğru gitmiyorsa, değiştirilmelidir. Tabii ki önce doğru gitmeyeni düzeltmek için çabalarsın ama olmuyorsa da yolunu değiştirirsin. Maymun iştahlı diyemem kendime. Yeterince denediğime inanıyorsam ve hala istediğim gibi gitmiyorsa, ben giderim. İşte artık Türkiye’de olmadığına tam anlamıyla kanaat getirirsem, yapacağım. O beni korkutmuyor. Tam tersine heyecanlandırıyor. Los Angeles her zaman orada ve hep var benim için. Onun yerine başka bir tür mutluluk yaşayabileceğim, başka yerde yaşayabilirim. Ne bileyim dünya çok büyük.

Farkındayım çok söylemek istemiyorsunuz ama aslında gitmek istediğiniz ülkeyi içinizde belirlediğiniz o kadar belli ki, insan neresi olduğunu merak etmeden duramıyor. Sizi bu kadar heyecanlandıran yer neresi?

Güney Afrika.

Yaptığınız işle bağlantılı olarak Fransa veya İtalya bekliyordum. Açıkçası çok şaşırdım.

Güney Afrika’da bir arkadaşım yaşıyor. Çok memnun hayatından. Daha retro bir yaşam tarzı var oranın. Daha huzurlu, sakin, rekabet ortamının çok olmadığı, çok Amerikanlaşmamış bir yer. Bana uyuyor. Çünkü kariyer peşinde değilim. Ben artık rahat rahat yaşamak istiyorum. Bunun parayla pulla da alakası yok. Gidip bir yerde de çalışabilirim, kuru fasulye-pilav da pişirebilirim. Farklı büyüyeceğim bir yer istiyorum artık hayatımda. Bakalım, kahramanlarımızın başına neler gelecek? Ben bu lafı çok severim.

Kadere inanıyorsunuz sanırım.

Öğrendiklerimin ve inandıklarımın reenkarnasyondan etkilenen bir yanı var. Dünyaya daha önce gelip de, öğrenemediğimiz şeyleri öğrenmeye geldiğimizi düşünüyorum. O doğrultuda da genel bir kader var. Ama kısa yollar, uzun yollar, çapraşık yollar bunlar bizim yaptığımız seçimler. Büyük resmi çok iyi görebiliyorum. Hepimizin burada aynı nedenden ötürü olduğumuzu hissedebiliyorum. Herkes kendi en iyisini yapmak için burada. O en iyiye gitmek önemli. Bir de her şeyin bir nedeni var sözüne çok inanıyorum. Hiçbir şey boşu boşuna olmuyor, hepsi bize bir şeyler öğretiyor. Bazen sadece durmak bile büyümenin, öğrenmenin bir parçası.