HILLSIDER 37 / DÖNÜŞÜM – Franz Kafka

h37-kapak-dusuk“Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Zırh gibi sertleşmiş sırtının üstünde yatmaktaydı ve başını biraz yukarıya kaldırdığında bir kubbe gibi şişmiş, kahverengi, sertleşen kısımlarının oluşturduğu yay biçimi çizgilerle parsellere ayrılmış karnını görüyordu; karnının tepesindeki yorgan neredeyse tümüyle kaymak üzereydi ve tutunabileceği hiçbir nokta kalmamış gibiydi. Gövdesinin çapıyla karşılaştırıldığında acınası incelikteki çok sayıda bacak, gözlerinin önünde çaresizlik içerisinde, parıltılar saçarak sallanıp durmaktaydı…”

İşte böyle şok edici ve böyle ürperterek başlıyor Kafka romanına. Daha ilk satırlarda şaşkınlık içinde bırakıyor insanı. Önce “sanırım bir düş bu” diye düşünüyorsun. Ama roman ilerledikçe çıplak bir gerçekliğin içinde olduğunu, mutlu sonun ise bir türlü gelmediğini görüyorsun. İnsan hep baş kahramanın yerine koyar ya kitap okurken kendisini, bu sefer zorlanıyorsun. Onun yerinde hissetmeye çalıştığında ise derin bir şok, tiksinme, kendinden kaçma isteği duyuyorsun. Ama Gregor Samsa böyle hissetmiyor. Kitabın başından sonuna kadar kendisinden beklediğim, panik, endişe, bulunduğu durumdan kurtulma isteği, korku, çaresizlik gibi tepkilerin hiçbirini göstermiyor. Öyle olağan, öyle sıradan karşılıyor ki bu durumu. Sanki o hep bir böcekti. Kafka’nın niye o duyguyu vermediğini anlayamıyorum. Her sayfayı çevirdiğimde karşımdaki satırlarda bu duygulardan birine rastlayacağım diye bekliyorum. Ama nafile… Gregor Samsa için “bunaltıcı sabah düşleri” belki de insan olmaktı diye düşünüyorum en sonunda. Belki de  kendi içinde böcek olmaktan mutluydu.

Gregor Samsa’yı daha iyi anlamak için Franz Kafka’nın hayatını okumak lazımmış aslında. Bu büyük yazarın yaşamında gezindikçe “Kafka’yı Kafka”, “Samsa’yı ise böcek” yapan nedenleri daha iyi anlıyor insan. Franz Kafka 1883 yılında Prag’da bir Yahudi olarak doğar. O andan itibaren toplumlar içinde farklılaşmaya ve sürüden ayrılmaya başlar. Çünkü Yahudi olduğu için Almanlar tarafından sevilmez ve Almanca konuştuğu içinse Çekler tarafından hor görülür. İriyarı babası Hermann Kafka ise, Kafka’ya her zaman değersiz biri gibi davranır. Tüm çocukluğu boyunca kendisini “hiçbir şey” gibi hisseden Kafka, bir yetişkin olduğu zamanda bu düşüncesinden vazgeçmez. Babası bu açıdan hayatında çok önemli bir role sahip olur. “Kendimden başka hiçbir eksiğim yok” diye ifade eder Kafka bu kırıklığını. Yazdığı eserlerinde hep bu sözünü ettiği eksiklik, zayıflık yönlendirir onu. Babasının kendisine (ve herkese) karşı duygusuz, zorba davranışları, onu küçümsemesi, değer vermemesi, o korku ile yarattığı otorite aile yaşamına karşı da büyük bir tepki duymasını sağlar Kafka’nın. Nitekim aile yaşantısına karşı duyduğu nefreti annesine söylediği bu cümlelerle anlatır: ‘Hepiniz bana yabancısınız. Yalnızca bir kan bağı var, ama o da kendini duyumsatmıyor. Bundan da nefret ediyorum; evde annemle babamın yattıkları yatağın kullanılmış çarşafları, dikkatle yerleştirilmiş gömleklerin görünüşü, beni kusturacak kadar bunaltabilir, içimi altüst edebilir.”

Gregor Samsa ise anne, baba ve kız kardeşiyle oturur. Babasının iflasından sonra eve para kazandıran, ailenin ihtiyacını karşılayan tek güç olmuştur. Her gün hiç aksatmadan, 5 dakika bile gecikmeden işine giden, dürüst ve çalışkan birisidir. İşe gider – asla treni kaçırmadan-, akşam eve gelir -asla başka yerlere uğramadan-, kazandığı parayı eve getirir -asla kendi için harcamadan-. Olması gerektiği gibi yaşamaktadır. Ailesi ve toplum nasıl istiyorsa öyle biri olmak için uğraşmaktadır. Sonra bir sabah bunaltıcı sabah düşlerinden uyandığında dev bir böcek olmuştur. Önce annesi-babası görmeden bir an önce işine gitmek için çabalar durur. Durumunun hem farkındadır, hem de değil gibidir. Ama o durumda bile işinden çıkarılma, ailesinin karşısında işsiz duruma düşme, onların minnetini kaybetme korkusu duymaktadır. Böcek olmasından çok bu durumla ilgilenir. Ailesi onun bir böcek olduğunu gördüğünde büyük şok yaşar. Sonra odasında bir böcek olarak geçirdiği uzun günler başlar. Herkes, Samsa’dan -en yakını kız kardeşi bile- tiksinmektedir. Annesi onu görmeye tahammül edemiyordur. Babası bir ara Gregor’u öldürmek için girişimde bulunur. İlk günler Gregor hariç herkes, onun düzelmesini bekler. Günler geçtikçe umutlar azalır. İlk başta yemeği ile ince ince ilgilenen kardeşi, sonraları sadece artıkları önüne koymaya başlar. Kendini görmeye dayanamadıklarını bildiği için, Gregor odaya giren birisi olduğu zaman koltuğun altına saklanmaktadır.

Aslında buradaki böcekleşme eleştirmeyen ama yalnızca boyun eğen bir toplum bireyi olmaktan çıkma anlamını taşır. Ailenin tahammül edemediği aslında budur. Böcekleşen oğlunu görmeye dayanamayan anne, onun bu haline hiç bir zaman alışamamış, ona karşı sevgi dolu duygular duymamış, sadece geri dönmesini beklemiştir. Böceğe rahat hareket etsin diye odasından eşya çıkarmayı düşündüklerinde annesi istememiş ve nedenini de şöyle açıklamıştır: “Bence en iyisi, odayı eskiden nasıl idiyse aynen öyle korumaya çalışmamızdır, böylece Gregor yine aramıza döndüğünde her şeyi eskisi gibi bulur, arada olup bitenleri de unutması da o ölçüde kolaylaşır.” Dönüşüm’ün çevirmeni Ahmet Celal bu durumu çok güzel açıklar: “Burada -sözde anne sevgisiyle- Gregor’un unutması istenen, onun gerçek anlamda bağımsız olabildiği zaman parçasıdır; Gregor sürüye dönebilmek için böceklikten çıkmalıdır ve sürüye yeniden uyum sağlayabilmesi için böcek olduğu dönemi unutmalıdır. O zaman yine annesine ve babasına uyabilecektir; içinde yaşadığı topluma eskisi gibi “hizmet“ edebilecektir. „

Ailesinin bu dayanılmaz tavrı, Gregor’da yaşama isteksizliği oluşturmaya başlar. Ailesi her geçen gün ondan ümidi kesmeye, uzaklaşmaya, bu durumu başlarına gelmiş en büyük dert olarak görmeye başlamışdır. Bunu fark eden Samsa, yemek yemeği reddeder. Ve bir gece camın önünde son nefesini verir. Evet, bir böcek olarak ölür. Değişmez, tekrar dönüşmez. Ben bile kitabı okuduğum süre boyunca eski haline dönmesini beklemiştim oysa. Yani aslında ben bile onun sürüye geri dönmesini beklemiştim. Ben bile onun böcek olmasına, böcek olarak kalmasına tahammül edemedim. Midem bulandı. Sürünün içinde kalmasını tercih ettim. Düşünüyorum da; demek ki sürüden uzaklaşmak bizi ne kadar korkutuyor. Farklılaşmak, böcekleşmek ne kadar da büyük cesaret istiyor…

Ailesi Gregor’un ölmesinden çok mutlu olur. Üzerlerinden büyük bir yük kalkmıştır. Ölüsünü bile görmeye tahammül edemezler. Evin hizmetçisi süpürge ile dışarı atar Gregor’u. Ölen böcek aslında oğullarıdır. Ölen onların bir parçasıdır. Ama onlar böcek bir evlat, böcek bir ağabey istemezler. Ölüm onlar için kurtuluş olmuştur. Artık yeniden eski hayatları onların olmuştur. 3 kişi bu biçilmiş hayatı yaşamaya devam ederler.

Öyle etkileyici, öyle düşündürücü bir roman ki bu, üzerine binlerce yorum, araştırma ve analiz yapılmış. Kafka’nın anlatım dili için ise Nobel Ödüllü Elias Canetti “En yüksek düzeyde anlatım sanatının tipik örneği” diye nitelendirmiş. Gerçekten de tasvirleri o kadar güçlü ki, romanın içine girmemek mümkün değil. Her ne kadar beynin kendini böcek yerine koymayı engellemek istese de, böcek gibi hissetmemek mümkün değil. Dev böceğin görüntüsü gözünün önüne geldikçe, ellerinin binlerce ince bacak olduğunu düşündükçe de iğrenmemek mümkün değil. Sarsıcı bir roman bu. Derinden sarsıcı. Kafka bile ilk büyük aşkı ve nişanlısı Felice’ye yazdığı mektuplardan birinde (Dönüşüm’ü yazmaya başladığı sıralarda yazdığı mektuplardan biri) şöyle demiş: “Seni düşünerek dinlenmek için şimdi bir yana bıraktığım bu öykü, nasıl da eşi bulunmaz bir iğrençlikte! Şimdiden yarıyı biraz geçmiş durumda ve ben genelde de bu öyküden memnun değilim, ama iğrençliği hiç kuşkusuz sınırsız ve gördüğün gibi bu tür şeyler içinde seni de barındıran, senin içinde oturmaya katlandığın aynı yürekten geliyor. Buna üzülme, çünkü kim bilir, belki yazdıkça ve kendimi özgür kıldıkça, senin gözünde daha arınmış ve sana daha layık biri olacağım, ama şurası kesin ki; içimden atmam gereken daha çok şey var ve geceler hiçbir zaman bir yanıyla da insanı şehvete sürükleyen bu işe yetecek kadar uzun değil.” ( 24/11/1912)

Kafka 1917 yılında tüberküloz hastalığına yakalanır ve 7 yıl süren hastalığının sonucu 1924 yılında bir sanatoryumda ölür. Öldüğünde ise sadece 40 yaşındadır. 40 yıllık sancılarla geçirilmiş bir hayat. O sancıların yarattığı yüzyılın bile eskitemediği eserler…

Franz Kafka: 1883 yılında Prag’da doğdu, 1924 yılında Viyana yakınında bir sanatoryumda öldü. Çekoslovakyalı olmasına karşın Almanca yazan Kafka, Prag’daki Alman üniversitesinde hu kuk tahsili yaptı, 1906’da doktorasını verdi. Sağlığında yapıtları yankı uyandırmadı, ölümünden sonra romancı dostu Max Brod öykü ve romanlarından çoğunu yayımlattı. 1910’dan ölümüne kadar tuttuğu günlükleri 1948’de yayımlandı. Çoğu Türkçe’ye çevrilmiş yapıtlarının başlıcaları şunlardır: Dönüşüm, Ceza Sömürgesi, Bir Açlık Ustası, Dava, Şato, Taşrada Düğün Hazırlıkları, Milena’ya Mektuplar.