HILLSIDER 58 / TÜM İÇTENLİĞİYLE TANYER SÖNMEZER

H58-kapak-yuksekTanyer Sönmezer… Management Centre Türkiye Genel Müdürü, Yönetim Kurulu Üyesi ve danışmanı. Türkiye’nin en ünlü ve sertifikasyonlu “Rainmaker’ı” (İş yağdıran). Bugüne kadar iş dünyası ile ilgili gördüğüm en orijinal isimli kitapların yazarı. Ama Tanyer Sönmezer sadece bu değil. Eğitime doymayan, bisiklet tutkunu, yemek pişirmekten zevk alan, “Bana sınırsızlık ve sonsuzluk duygusu veriyor” dediği uçma duygusunu sürekli yaşayabilmek için üniversite çağlarında pilot lisansı alan, paraşüte merak salıp, kuleden atlamak dururken gidip ilk atlayışını metrelerce yükseklikten uçaktan yapan, Fenerbahçe aşkı için tezahürat yazan biri. Ama sadece bu da değil… Bana samimiyetin ve içtenliğin insanı nasıl ışıldattığını, bütün gücün içimizde olduğunu, şartlar ne olursa olsun gerçekten isteyip, hayal edersek bunu mutlaka başarabileceğimizi ve “keşke” demenin yıkıcılığını hatırlatan biri…

İpek Kigan: İsminizi ilk defa duyuyorum. Tanyer ismine sahip olmanızın bir hikayesi var mı?

Tanyer Sönmezer: Tanyer, Göktürkler’de gök ile yerin birleştiği noktaya verilen isim. İlk torunu olduğum için adımı dedem koymuş. Çok az bulunan bir isimdir. Erkek çocuklarda kullanılıyor. “Yin” ile “yang”ın birleşim noktası da denilebiliyor.

Çocukluğunuzdan aklınızda en çok kalan sahneler hangileri?

Çocukluğum Esenboğa’da Sağlık Bakanlığı serum çiftliği lojmanlarında geçti. Türkiye’nin tek serum üretilen yeriydi. Orada bir sürü hayvandan nasıl serum üretildiğini gördüm. Ben tavuk, köpek, hindi, koyun ve güvercin yetiştirdim. O dönemden en çok aklımda kalan şey taklacı güvercinler beslemem. Güvercinleri gördüğümde hala çok etkilenirim. Taklacı güvercinlerim de Hollanda’ya kadar satılmıştı o zaman. Babam, dedem, bizim ailede hep en büyük çocuklar güvercinle ilgilenmeyi severdi. Yine çocukluktan aklımda kalan bir şey daha, süper ayakkabı boyamam. Ayakkabı boyamaktan para da kazandım zamanında. Hala kendi ayakkabılarımı kendim boyarım, bana meditasyon gibi gelir.

Şu anda bulunduğunuz noktaya gelebilmek için hangi yollardan geçip, hangi dağları aştınız?

Aşmam gereken ilk dağ öğrenim konusu oldu. Annemle, babam ilkokul mezunu. Babam ortaokulu dışarıdan, ben ortaokulu bitirdikten sonra bitirdi. Ailenin ilk üniversite mezunu da benim. Babam Sağlık Bakanlığı’nda ulaştırma bölümünde çalışırdı. Dolayısıyla çocukluğum da Ankara’nın 30-40 kilometre dışında bir köy ilkokulunda geçti. İkinci ve üçüncü sınıfların, dördüncü-beşinci sınıfların beraber okunduğu sınıflarda okudum. Çalışmaya 13 yaşında başladım. Lunaparkta teşrifatçılık, gişecilik, büfecilik, fotoğrafçılık, eşya piyangosunda anons, aile gazinosunda garsonluk gibi işler yaptım. Hayatı da orada öğrendim aslında. Daha sonra Harvard Business School’un “Yönetim Kurullarının Etkin Yönetimi” bölümünü bitirsem de, orda öğrendiklerimi Harvard’da bile öğretmediler!

İlkokuldan sonra…

Ankara’da devlet ortaokul ve lisesini bitirdim. Okul için her gün 40 km yol gidiyordum. Sonra ODTÜ Makina Mühendisliği bölümünü kazandım. ODTÜ Makina benim ilk ve tek tercihimdi; oldukça yüksek bir puanla orayı kazanmıştım. Lisedeyken paraşütçülüğe, ardından üniversitede okurken de pilotluğa merak saldım. Türk Hava Kurumu’nun uçuş okulunu kazandım ve aynı zamanda oraya devam ettim. Pilot lisansı aldım. Bir yandan bunları yaparken okul olmadığı zamanlarda yazları Kaş’da barmenlik, kışları okuldaki partilerin düzenlenmesi gibi işlerle paramı kazandım; param yetmediği zamanlarda da matematik, İngilizce gibi özel ders de verirdim. Sanırım en büyük zorluk bunları yapabilmekti. ODTÜ Makina’yı bitirdikten sonra İngiltere’de Duplo Business School’da satış yönetimi ve pazarlama MBA’i, ardından Ankara’da Gazi Üniversitesi’nde ürün yönetimi ve pazarlama masterı yaptım. Oxford Liderlik Enstitüsü’nün “Liderlik Programı’nı” ve Harvard Business School’un “Yönetim Kurullarının Etkin Yönetimi “sertifika programını bitirdim. Eğitime doymadığım için Middlesex ve Ashridge Business School’ın ortak bir doktora programına başladım fakat danışmanlığı, doktorayı ve genel müdürlüğü aynı anda yürütmek mümkün olmadığı için kaydımı dondurdum.

Zorlukları aşmak sizin yaşam tarzınız gibi..

Hayat felsefem “OLAN HAYIRLIDIR” olduğu için engellere değil, hep hayallerime odaklanırım. Her zaman böyle oldu. Ortaokul ikinci sınıftayken hocam bir örnek verirken Harvard Üniversitesi’nden bahsetmişti. Ben de “Hocam Harvard neresidir?” dedim. O da “Harvard üniversitelerin Rolls Royce’udur, bilmiyor musun? ” dedi. “Bilmiyorum ama hocam, ben de orada okumayı çok isterim, bir gün orada okuyacağım inşallah” dedim. “Hadi oradan” dedi. 2003 yılında Harvard Business School’dan sertifika diplomamı aldığımda uçakta bu yüzden ağladım.

Peki profesyonel iş hayatınıza nerede başladınız?

İlk olarak Michelin Lastikleri’ne satış temsilcisi olarak girdim ve yıllar içinde yükselerek işin en tepesinde bıraktım. Ardından Türkiye’nin ilk yabancı beyin avcısı şirketi Nicholson International’ın genel müdürlüğünü yaptım.  Son 9 yıldır da Management Centre Türkiye’nin (MCT) Genel Müdürü, Danışmanı ve Yönetim Kurulu Üyesiyim.

Management  Centre Türkiye’de  neler  yapılıyor?

Türkiye’nin en güçlü danışmanlık şirketlerinden biri  Management Centre Türkiye. Türk iş dünyasına en yüksek standartları içeren danışmanlık, yönetim geliştirme ve eğitim hizmetleri sunuyor. “Aradığını kendinde ara” sözünden hareketle biz de şirketlerdeki potansiyelin ortaya çıkmasını sağlıyoruz. Michelangelo’ya “ Sen bu heykelleri nasıl yapıyorsun?” diye sormuşlar, “Ben bir mermer kitlesi gördüğüm zaman onun içine hapsolmuş bir Tanrıça görüyorum, sadece onun çıkmasına yardımcı oluyorum” demiş. Biz de bunu yapıyoruz; şirketlerin içindeki performansın, potansiyelin açığa çıkmasını sağlıyoruz. İşimizi yaparken de aşkla hizmet ediyoruz, aşkla sahici oluyoruz, aşkla değer katıyoruz.

Birinin, ‘Rainmaker’ (İş yağdıran) sıfatına sahip olabilmesi için hangi özellikleri olması gerekir?

“Rainmaker”lar çok iyi gözlem yaparlar ve de hizmet konusunda da sınır tanımazlar. Herhangi bir fikri, ürünü insanları ikna ederek satmak yerine pazarlama yaparlar ve satış kendiliğinden gelir. Dolayısıyla “Rainmaker”lar aslında iyi satıcılar değil iyi pazarlama bilen insanlardır. Bunu yaparken de yüksek bir yaşam enerjisiyle ve halden anlayarak yaparlar. Ben empati sözüne inanmıyorum. “Başkalarının ayakkabılarının içinde olmak” ya da “senin yerinde olsam“ gibi yaklaşımlar hikâye. Ben onun yerine bu toprakların daha güzel bir deyimini kullanıyorum: “Halden anlamak”. Ben sizin halinizden anlarım, sizin yerinize düşünemem. Halden anlayan insanlardır “Rainmaker”lar, bu yüzden başarılı olurlar.

“Bir Rainmaker’ın telefon defterinde en az 800 kişinin kaydı olması lazım.” demişsiniz? Sizin telefon defterinizde kaç kişi kayıtlı?

Benimkinde şu anda yaklaşık 2400 isim var. Bu neden önemli çünkü ne kadar çok noktayla teması varsa “Rainmaker”ın, o kadar kendi yaptığı işi büyütme şansı var. İlişkilerini her zaman sıcak tutmalı, aktif tutmalı.

Bu kadar geniş bir çevreyi aktif tutabilmek için neler yapıyorsunuz peki?

Her yıl ortalama 50 bin – 60 bin kişiye konferanslarda, şirket toplantılarında ve eğitimlerde sunum yapıyorum. Bu aktiviteler daha çok kişiye ulaşmamı sağlıyor. Kitaplarım aynı zamanda iletişim işlevi de görüyor. Sürekli iletişim içindeyim. Aynı şekilde sosyal medyayı, facebook’u, twitter’ı kullanarak iletişimimi sürdürüyorum. Ben insanları, onlarla iş yaparken de, yapmadığım zamanlarda da hayatımın içinde tutarım. Pazarlama Zirvesi, İnsan Kaynakları Zirvesi ve yaptığımız diğer etkinliklere davet ederek sürekliliği sağlamaya gayret ederim. Benim için son derece değerli olan bu ilişkileri hizmetkâr bir bakış açısıyla desteklerim ve her zaman bir adım daha fazlasını yapmak isterim.

Kaç kitap yazdınız bugüne kadar?

Yayınlanmış 2 kitabım var. “Yöneticinin Sırt Çantası” ve “Yöneticinin Beslenme Çantası”  “Yöneticinin Sırt Çantası” aslında günümüz Türk yönetim dünyasının bir kesiti. Ankastre yöneticilerden, replika liderlere, yalnız şövalyelere, bir dolu kavram da içeriyor. Bu kesitin bir yönetim danışmanı tarafından esprili bir dille ele alındığı bir kitap.

“Yöneticinin Beslenme Çantası” ise her gün 15:21’de okunacak bir çanta. Bu çantanın içinde 400 tane öğüt var. Bu öğütlerin hepsi tek tek yapılmış öğütlerdir; benim tarafımdan ve kitapları okuyanlar tarafından. “Yöneticinin Sırt Çantası” altı baskı yaptı ve 24 bin sattı. Bu sayı ile Türkiye’deki ilk 10 yönetim kitabı arasına girdi. Açıkçası böyle bir emelim yoktu. Öte yandan bu kitapların tüm geliriyle dört köy ilkokuluna bilgisayar sınıfı yapabilmem de beni ayrıca çok mutlu etti.

Kitapların isimleri çok orijinal. Neden bu isimleri koydunuz?

Özellikle bisiklete binerken hep sırt çantası ile dolaşırım. Sırt çantası çocukluğumdan beri hep hayatımda olan bir şey. Kimse sırt çantası kullanmazken de severdim. Sırt çantası bir insanın yaşaması, hayatta kalması için gerekli şeyleri içeriyor. Beslenme çantası ise büyüyebilmesi için gerekli olanları… Bir yöneticinin lidere dönüşebilmesi için her iki çantaya da ihtiyacı var.

Yazmayı planladığınız başka kitaplar var mı?

Şu anda üçüncü kitabım üzerinde çalışıyorum. Kitap bitince adı bu mu olur henüz karar vermedim ama şimdi kod adı “Mevzu Bahis Olan Müşteri ise Gerisi Teferruattır”. Türkiye’de müşteri odaklı şirketlerin bunu nasıl yaptıklarını modelleyen bir kitap olacak.

Dördüncü kitabımın adı ise belli: “Ne Olur Yalnız Gelme”. Ne zaman çıkacağı belli değil. Bir roman olacak ama bir yönetim romanı aslında; yönetim mesajları veren bir roman. Beşinci kitabımın adı “Kızıl Nehrin Atlıları”. 15. yüzyıldaki akıncılarlarla, günümüzde iş geliştiren müteşebbis ya da yöneticilerin hayatını karşılaştıran bir kitap. Bu iki kitap taslak aşamasında, belki de yazmam. Ama fikri bile beni heyecanlandırıyor bir şekilde.

Dışarıdan bakıldığında hayatınızda sadece iş var gibi.  Ama değişik hobileriniz olduğunu da biliyorum. Yemek pişirmek, bisiklete binmek gibi…

Yemek pişirmek, bisiklete binmek, kayak, uçmak, katamaran yelken, maket uçak, eşimle dijital fotoğraf çekmek, küçük sihirbazlıklar, audiophile denilen bir müziği kaydedildiği orijinal haline en yakın şekilde dinleme meraklarım arasında. Ama en önemli hobilerimden biri bisiklete binmek. Bisiklet, aldığım ilk hediyelerden biridir. Anneannem almıştı. Ben küçük yaştayken kaybettik anneannemi. Sanırım hem anneannemin aldığı ilk hediye olması, hem de büyükbabamın Türkiye’nin ilk bisiklet milli takımının üyelerinden biri olması nedeniyle ayrı bir yeri var bisikletin benim için. Büyükbabam tahta jantlı bisikletle neredeyse Türkiye’nin tamamını dolaşmış. O zaman Atatürk’ün hazırladığı ve imzaladığı bir defteri göstererek onlara verilen yemek, yatak ve benzeri imkânlarla tüm Türkiye’de bisikletle tur atıp dönüşte bu defteri Cumhurbaşkanlığı’na sunmuşlar. Bu hikâyeyle büyümem de, bisiklet tutkunu olmam da etkili oldu. Herhangi yeni bir karar ya da yaratıcı zihin moduna ihtiyaç duyduğumda bisiklet ve kayak müthiş bir etki yapıyor bende. Kalamış-Bostancı arasında sahilde ya da Bağdat Caddesi’nde bisiklete binerken görebilirsiniz beni.

Ayrıca yemek pişirmeyi de çok severim. Türk mutfağının yanı sıra İtalyan ve Fransız mutfağı pişiriyorum. İtalya’da Academia Barilla’da kurs aldım, Bordeaux’da Ecole du Vin’de şarap eğitimi aldım.

 Yemek ile ilgili “en”leriniz?

Pişirmeyi en çok sevdiğiniz yemek?

Risotto, Fransız köylü usulü piliç, Lübnan mezeleri(Humus, tabuleh, fattush).

Yemek yemeyi en çok sevdiğiniz restoran?

Şans, Köşebaşı, Borsa, Pandeli ve Zazie yemek yemekten her zaman keyif aldığım ve sık gittiğim restoranlar.

Yemeğini en çok sevdiğiniz kişi?

Annemin yemekleri.

En sevdiğiniz yemek?

İskender; bana göre Türk mutfağının senfonisi. 

En büyük hayalinizin yağmur ormanları üzerinde uçak safari yapmak olduğunu okudum hakkınızda araştırma yaparken.  Doğru mu?  

Evet. Pilot lisansı olan birisi olarak tek motorlu uçak kullanabiliyorum. Bununla dünyada uçabileceğiniz en güzel yer, altınızda orman denizinin bulunduğu Amazonlar. Yağmur ormanlarının hem dünyanın oksijen üreten yeri olması, hem görsel zenginliği, hem de Güney Amerika’da bulunmasından dolayı burada uçak safari yapmayı hedefliyorum. Bunun için bir Cessna işimi görür; 402, 502 ya da yeni jenerasyon uçaklardan biri.

Uçmak sizin için ne ifade ediyor?

Uçmak benim için sonsuzluk, sınırsızlık ve özgürlüğü demek!

Macerayı seven birisiniz o zaman. Yaşamınızdaki en büyük macera neydi?

17 yaşındayken paraşüt sporuna merak salmıştım. Eskişehir İnönü’ye gidip lisansımı aldım ve ilk atlayışımı uçaktan yaptım. Bu arada annemle babam kuleden atlayacağım diye bekliyorlardı.

Bir de Fenerbahçe aşkı var. Ne zaman başladı bu aşk?

Çocukken başladı. Kardeşim, ben ve oğlum Tolga üçümüz de Fenerbahçeliyiz. Bir keresinde benim yazdığım bir tezahürat sekiz hafta tribünlerde söylendi. Yurtdışı maçlara da gidiyorum gidebildiğim kadarıyla.

Tatil deyince aklımıza gelen ilk 3 şey nedir?

Saat çalmadan uyanmak, herhangi bir yere yetişmemek ve cep telefonu, bilgisayar gibi bir gereçle hiçbir şekilde “connected” yani bağlı olmamak. Benim için tatil bu. Nerede olduğumun önemi yok ama samimi olarak söyleyebilirim ki dokuz yıldır her yaz Hillside Fethiye’ye gidiyoruz, gitmeden de tatil yapmış gibi olmuyoruz. Kışları ise kayak için birkaç gün ayırmazsam tatil yapmış hissetmiyorum.

Hayatınızın olmazsa olmazları?

Yaratıcılık, espri, konuşmak ve hayaller.

Hayatınızın olursa olmazları?

Monotonluk, rutin, durağanlık, konuşmamak ve iletişimin olmaması.

Burnunuzda tüten bir yerler var mı? Gitmeyi çok özlediğiniz… Keşke orada olsaydım dediğiniz…

Yok. Keşke sözünü bizim evde kullanmak yasak bu arada. Ben de kullanmıyorum. Hiç kullanmadığım için şu anda hep bulunmak istediğim yerde bulunuyorum. Aklıma gelen her şeyi yapıyorum, yapamadığım şeyleri de ya hayal etmiyorum, ya da hayal edip yapıyorum.

Hızla akan zamanda kendinize özel vakit ayırmayı nasıl başarıyorsunuz?

Başaramıyorum, böyle bir çabam da yok aslında. Hızlı akan zamanda bütün unsurlarla ilişkideyken aynı zamanda kendimle de ilgileniyorum.

Zamanda yolculuk fırsatınız olsa nasıl değerlendirirdiniz? Hangi dönemlere gidip, neleri değiştirmek isterdiniz?

İlk olarak Osmanlı’da akıncı olmak isterdim. İkinci tercihim Viyana’yı fetheden grubun başında olmak olurdu. Biliyorum fethedemedik ama kim bilir belki ben orada olsaydım bir yolunu bulurduk ve tarih bambaşka olurdu. O olmazsa İstanbul’u fetheden askerlerin arasında olmak isterdim. Daha yakın tarihe bakarsak Çanakkale’de savaşmak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran insanlardan biri olmak isterdim. Bizim kültürümüzün dışına gidilebilirse o zaman da Leonardo da Vinci’nin yanında çırak olmayı, onun yanında olmuyorsa Mimar Sinan’ın yanında çırak olmayı seçerdim.