HILLSIDER 68 / ‘FARKI’ ARAYAN TASARIMCI SEMA TOPALOĞLU

H68-kapak-SONPeyzaj Mimarisi eğitimiyle çıktığı yola, tasarım eğitimine devam etmek için Belçika’da aldığı kısa bir mola ile devam etmiş. Sonra üretmeye başlamış ve bugün Sema Topaloğlu Stüdyo’da zanaatkarlar ve tasarımcılardan oluşan ekibiyle tutkusu ve hayal gücü nereye götürürse oraya gidiyor…

İpek Kigan: Nasıl bir evde büyüdünüz? Aile ortamınız nasıldı?

Sema Topaloğlu: Karadenizli tatlı sert ama samimi, güzele ve iyiye meraklı, çocuklarına düşkün, devlet millet konularının tartışıldığı yani toplumsal değerlerin önemsendiği, dört çocuklu bürokrat ailenin en yaramaz ikinci çocuğuyum. Kardeşlerim ve annem yakın arkadaşlarımdı. Hiperaktif, bisiklet tepesinde geçen haylaz çocukluğum; hep kendi isteklerimin peşinde koştuğum farklı, heyecanlı anılarla doludur. O günlerden aklımda kalan en net şey; sürekli canımın sıkılmasıydı. Yeniye olan ilgimden dolayı içimde büyük bir açlık ve arayış vardı. Renkli bir karakterdim. İlgim ancak sevdiklerim ve isteklerim içindi.

Çocukluğunuzda yaptığınız özel tasarımlar var mıydı?

Taşrada geçen çocukluğum boş zamanlarımda ara sokaklardaki hırdavatçı, kalaycı, bakırcı dövmecileri izleyerek geçti. Giydiklerimin kumaşına dikişine önem verirdim. Tercihlerim netti. İlk tasarımlarım kâğıtla ve kumaşla başladı. Sürekli keser giyer, biçer giydirirdim.

Peyzaj Mimarisi eğitimi almak sizin tercihiniz miydi?

O gün bana yön veren olmamıştı. Peyzaj mimarlığı hiçbir zaman beni tatmin etmedi aslında. Yanlış bir karar verdiğimi anlasam da gelecekteki vizyonum için farklı bir perspektiften bakabilmek adına eğitimime devam ettim. Şimdi anlıyorum ki; doğru karar vermişim. O yıllarda farklı bir disiplin ile beslenmiş olmanın zenginliği ile bugün daha olgun, daha farklı bir tasarım anlayışına sahibim.

Belçika’ya neden gitmiştiniz?

Peyzaj mimarlığı eğitimimi bitirdikten sonra, tasarım eğitimime devam etmek amacıyla gittim. İçimdeki yaratma ve tasarım hislerimi, gerçekle buluşturabilmek için başka kültürlerde neler olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Brüksel’de iç mimariyi, zanaat ve tasarımı malzeme olarak harmanlayabilen atölye çalışmaları yaptım.

Farklı şeyler üretmek, yaratmak sizde hangi duyguları uyandırıyor?

Heyecan, cesaret, pervasızlık, sert ama yumuşak olmak…  Oyuncu kişiliğim, beni hep üretmeye, yaratmaya zorladı. Tutkularımın peşinde dik başlı ve bencilce koşmam ise beni esir etti.

Sıradan şeylerden nefret ederim demişsiniz bir ifadenizde. ..

Kolay mutlu olan biri değilim şüphesiz. Sürekli kafasında başka başka dünyalara, hayallere, rüyalara dalan ve sonra onların peşinden koşan kişiliğim, devamlı ‘farkı’ aramama sebep oluyor. Sonra da bu farkı grafik- form içinde yaratmaya ve üretmeye başlıyorum. Ama büyük bir inanç, heyecan ve enerji ile hiç dinlenmeden…

Sema Topaloğlu Stüdyoyu ne zaman ve nasıl kurdunuz?

1997 yılında kendim ve yakın çevrem için üretmeye ve Sema Topaloğlu Stüdyo’nun ilk tohumlarını atmaya başladım. 2006 yılında ise resmi olarak tasarım hayatıma devam ettim. O gün bugündür, şehrin tarihi dokusu içinde İstanbul’un enerjisiyle beslenerek, ekibimle birlikte üretmeye devam ediyorum. Son dönemlerde ise Haliç‘in gizemli, eşsiz ışığı ve tarihinin içindeyiz.

Burada neler üretiyor, ne tip çalışmalara imza atıyorsunuz?

Temel olarak çağdaş iç mekanlar, mobilya, mimarlık ve sanat yapıtları üreten bir tasarım ofisiyiz. El işçiliği ustalığına, malzemelere olan derin tutkumun yanı sıra, kendi estetik görüşüm ve vizyonumla tanınmaktayım.

Tasarımı bütüncül bir sanat olarak algılayıp, kendi tarzımla konsept tasarımlardan iç mekanlara, imalattan enstalasyona kadar projelerin oluşumundaki tüm boyutlarda sorumluluk alabilen ekibimle birlikte üretmekteyim.

Tasarlarken üretmekten, üretirken tasarlamaktan, çamurdan, kâğıttan, kumaştan, köpükten, demirden ahşaptan formla oynayarak mekânın ve objenin prototipinden ilk oluşumuna kadar giden süreçte zanaatla tasarımı birleştirmekten keyif alıyoruz.

Bir obje tasarlamak mı, bir binanın içini yeniden yaşatmak mı hangisi size daha çok keyif veriyor?

Mekânı tasarlamak ve mekân için üretmek çok heyecanlı ve daha tatmin edici. Malzeme-formla oynayarak, samimi özlenen mekânlar yaratarak kendini daha net ifade edebiliyor insan…

Tasarım yaparken nelere dikkat edersiniz?

Rafine, sade, ezmeyen doğal detaylara, çözüm getirebilir olmasına dikkat ederim.

Esprili, seksi, çocuksu, huzur veren dokunulası yüzey ve formları yaratarak farklı kılmaya özen gösteririm.

Tezatlar, izler, ayıplar iyi ve güzel kadar benim için önemlidir. Böylece dik duran, ruhu ve rengi olan mekânlar yaratmak gerçek olabilir.

Neler size ilham verir?

Doğal formlar, doğa, insan ilişkileri, hayaller, izler, hikâyeler ve hayatın kendisi.

Bugüne kadar düşündüğünüz en uçuk projeniz neydi?

Sürekli değişiyor doğrusu. Her sabah farklı bir heyecanla kalkmam çok mümkün.

Gerçekleştirdiğiniz projeler içinde en bağlandığınız hangisiydi?

4 floors.  Çünkü heveslerimi, isteklerimi cesurca ve özgürce gösterebildiğim ilklerdendi.

Yürürken, gezerken veya bir yere gittiğinizde sürekli yenilik, farklılık arayan gözünüzü çalıştırır mısınız?

Aslında en verimli zamanlarım koşarken… Bir de havalimanları ve farklı kültürler beni hep daha yaratıcı kılar.

Havalimanlarını neden sizi bu kadar etkileniyor?

İnsanlar heyecanlı, umutlu ve seyahat etmenin hafifliğiyle mutlular orada. Bu yüzden havaalanlarını çok enerjik ve pozitif buluyorum. Orda insanlar daha şık, daha seksi ve hayata karşı daha açıklar.

Ruhunuzu beslemek için ne yapmayı tercih edersiniz?

Seyahate çıkmayı, kendi kendime kalmayı ve spor yapmayı tercih ederim.

Spora karşı özel bir ilginiz var belli ki! Hangi sporları yapmaktan hoşlanıyorsunuz?

Galiba adrenalin bağımlısıyım. Kickbox, bisiklet-spinning, koşu, strecthing, aslında kendi vücudumu ve doğayı kullanarak yapabildiğim her şey.

Peki gitmeyi sevdiğiniz yerler neresi?

Dostlarımın olduğu başka coğrafyalara, yalnız kaldığım sessiz mekânlara ve ailemle buluştuğum özel ortamlara…

Bugüne kadar en çok etkilendiğiniz ülke veya şehir hangisiydi?

Milano şıklığımı kadınlığımı yaşayabildiğim, kendimi basitçe iyi hissettiğim tanıdık bir şehirdir.

Hayatta en çok önem verdiğiniz değerler nedir?

Samimiyet, gerçeklik, durmak ve stil sahibi olmak.

Olmazsa olmaz dedikleriniz…

Oksijen, koşu ayakkabılarım, eldivenlerim, ustalarım, aşklarım birde tabi ki sevdiklerim.

Olursa olmaz dedikleriniz…

Size ait olmayanlar.

Sıradan bir gününüz nasıl geçer genellikle?

Sıradan bir günüm yok aslında ! Çünkü her gün başka bir heyecanla umutla uyanıyorum. Sonra da onların peşinden koşuyorum. Ama Pazar günü için sıradan diyebilirim belki, o zamanda sadece koşuyor ve uyuyorum.

Tasarımdan başka tutkun olduğunuz neler var hayatta?

Sevdiklerim, spor ve biriktirdiklerim.

Yaratıcılık sizi ne zaman zorlamaya başlar?

Zorlamaz. Tüm zamanımı alıp hayatın içinden çekilmeme sebep olduğunda ancak yorar.

On yıl sonra nerede ve neler yapıyor olursunuz sizce?

On yıl sonra dünyada vizyonu ile tanınan, farklı projelere imza atan, değişik mekanlarda eşiyle dostuyla yaşayan tutkulu bir tasarımcı olarak hayatıma devam edeceğimi düşünüyorum.

Hayatta içinizde kalan, isteyip de yapamadığınız neler var?

Özgür ve ‘yapılacaklar listesinin’ olmadığı, saat ve dakikaları önemsemediğim bir gün. Bir de Hemşin yaylalarındaki o nefis doğanın, oksijenin içindeki aileme ait yıkılmış taş evimizi tekrar inşaa etmek ve orda gönlümce zaman geçirmek.