HILLSIDER 55 / “AŞK” ta YOLCULUK… -Elif Şafak

h55-kapak-yuksekKitapçıdan içeri girdiğimde aslında kitap almaya hiç niyetim yoktu. Sadece o havayı solumak, kitap sayfalarını koklamak bile bazen bana iyi gelir. O gün de böylesine duygularla kitabevine girdim. Kapıda beni kocaman pembe bir kalp karşıladı. Başını alçak gönüllülük ve saygıyla hafifçe öne eğmiş bir kadın, sanki kabullenişi anlatır gibi durmuş ve bu koca pembe kalbi ellerinin arasında sarmalamıştı. Yaklaşık benim boylarımda, kartondan yapılmış ince panonun karşısında öylece kalakaldım kısa bir süre. Neden sonra panonun üzerinde yazanlara dikkat etmek aklıma geldi. Bu ayaklı pano Elif Şafak’ın “AŞK” kitabının tanıtımıydı.

Elif Şafak ismini ilk olarak bir arkadaşımından duymuştum. “Baba ve Piç” kitabının çıktığı zamanlardı. Kitabı çok beğenmiş, bir solukta okumuştu. Ardından çok hoş bir röportajına denk gelmiştim. İlk çocuğunu doğurduktan sonra girdiği bunalımı, bunu nasıl kitaba döktüğü, sonra yaşadığı rahatlama, ikinci çocuğunu ne kadar isteyerek doğurduğu gibi özellerini anlattığı bu yazı sayesinde onu tanımadan sever oldum. Ama gel gelelim bugüne kadar bir kitabını bile okumamıştım. Oysa şimdi karşımda; “Olsun. Kitaplarımı okumamış olmanın bir önemi yok. Önemli olan AŞK. Hadi şimdi…” der gibi duruyordu.

Hemen romanın olduğu reyona gittim. Pembe kaplı kitap sanki bütün rafları boyamıştı. “En çok satanlar” bölümünde duruyordu. Nedense bu çok satanlar bölümündeki kitapları almayı pek sevmem. Gerçeği, yalanı birbirine karışan “ben de okudum, ben de gördüm” dalgasına karışmak hoşuma gitmez işte. Issız Adam’ı da sırf bu yüzden seyretmedim ya! Ama bu kitap beni davet ediyor. Daha kapıdan karşıladı beni, hem de yazarıyla. “Kim olursan ol, gel!” dediler. Ben de bu çağrıya boyun eğerek uzandım kitaba. Ve her zaman yaptığım gibi ortadan rastgele bir sayfayı açtım:

Ondördüncü Kural : Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”

Olabilir mi? Hayatımın altı, üstünden iyi? Kim bilir? O zaman neden teslim olmayız ki gerçekten? Direnmekten kaskatı olmuş ruhlarımızın da dinlenmeye ihtiyacı yok mudur acaba? Ooo aldım başımı gittim ben. Daha ilk saniyede beni başka dehlizlere sokan bu kitaba sarılarak hızla çıktım kitabevinden…

Yoğunluğumdan, zamansızlığımdan ya da kendimle kalamadığımdan kitabı bitirmem 1 hafta kadar sürdü. Lezzeti damağımda kaldı. Bitmesi ben de boşluk yarattı. Tebrizli Şems ile tam içimdeki açlığı beslemeye başlamıştım ki; son sayfada buldum kendimi. Bir şeyler yarım kaldı bende. Keşke daha çook sayfalar olsaydı. Yıllardır eksik olanları tamamladığım gün bitseydi AŞK!

Tam olarak ne olduğunu, kim olduğunu ve nasıl olduğunu bilmiyordum. Bir, iki kere ismini duymuştum bugüne kadar Şems’in sadece. Mevlana’yı bulunduğu yüzyıldan çıkarıp, gelecek asırlara taşıyan değişimine neden olan Tebrizli Şems ile tanışmak benim için büyük bir zevk oldu!

400 sayfa boyunca o kadar çeşitli insanlarla daha tanıştım ki! Aralarında Mevlana da vardı, sarhoş Süleyman da. Cüzzamlı bir dilenci de vardı, Allah aşkıyla yanan bir hayat kadını da. Seven bir eş, sevilmek için çırpınan bir bakire, gözden düşmüş bir oğul, yaşamını başka yaşamları yok ederek kazanan kiralık katil… Sadece tanışmakla kalmadım, onların bakış açısından baktım, anlayabildikleri yerden gördüm olayları. Bir başka ben oldum okurken, birden çok ben, ben değil sen…

Bir de Ella var tanıştıklarımın içinde. Günümüzün evli, çocuklu, mutsuz, hayat enerjisini içine gömmüş kadını… Görüp de görmezden gelen, yaşamını değiştirmekten ölesiye korkan kadın. 40 yaşına bastığında kalbinde ve beyninde açılan kapılarla nefes almaya başlayan kadın. Onunla tanışmak da çok etkiledi beni. Belki de 40 yaşıma yaklaştığım içindir, bilmem!..

Ondördüncü kural ile başlayan bu macera da “gönlü geniş ve ruhu gezgin sufi meşreplilerin” 40 kuralını da öğrendim. Her biri başka yolculuklara, derinlere, derinliklere götürdü beni. Ama en çok etkileyenlerden biri yedinci kural ve Rumi’nin ağzından dökülen şu sözler oldu:

Yedinci Kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.”

Rumi / Konya, 2 Ağustos 1245 

“Bila noksan, eksiksiz bir hayattır sürdürdüğün. Ya da öyle sanırsın. Alışkanlıklara ayak uydurur, tekrarlara kapılırsın. Şimdiye değin nasıl yaşadıysan, gene öyle yaşayacaksın sanırsın. Sonra beklenmedik bir anda biri çıkar gelir. Etrafındaki kimseye benzemez. Kendini bu yeni insanın aynasında görmeye başlarsın. Var olanı değil, sende eksik olanı gösteren sihirli bir aynadır o. Ve bunca zaman aslında hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığını, bilmediğin bir şeye hasret çektiğini anlarsın. Şamar gibi iner hakikat suratına. Sana içindeki boşluğu gösteren bu kişi bir pir, üstad, arkadaş, yoldaş, eş ya da bazen bir çocuk olabilir. Önemli olan seni tamamlayacak ruhu bulmandır.  Her peygamberin verdiği öğüt aynıdır: Sana ayna olacak insanı bul!”

Ya siz? Siz buldunuz mu?!…