HILLSIDER 51 / HEYECANLARININ PEŞİNDE MURAT EVLİYAOĞLU…

h51-kapak-dusuk2Baharın sıcacık yüzü, tepeden bir Bebek manzarası ile birleşiyor. Bu görüntüyü seviyorum. Biraz geçmişe gider gibi oluyorum ama Murat Evliyaoğlu Mangerie’nin kapısında beliriveriyor. İçten bir tebessümle elini uzatıyor bana. Birkaç küçük tanışma cümlesi, çay-kahve siparişleri derken sohbet başlıyor. Gözlerini görebilmek için beklediğim dakikaları saymazsak, zaman su gibi akıp geçiyor….

İpek Kigan: Nasıl bir çocuktunuz?

Murat Evliyaoğlu: Çok hareketli, haylaz, yaramaz, yerinde duramayan… Rahmetli annemi bayağı üzmüşüm o zaman. Ama hatırlayabildiğim en eski görüntünün içinde bile hep bir top var. Topla kırılan camlar, vazolar. Duvara astığım gerçek pota yüzünden çöken duvar ve daha bunun gibi bir sürü anı…

Basketbola ne zaman başladınız?

Basketbola 11 yaşında, Ankara Ortaş Yenişehir Spor Kulübü’nde lisanslı oyuncu olarak başladım.

Direkt lisanlı sporcu olarak mı başladınız basketbol yaşantınıza? Yani öncesi yok mu bunun? Yaz okulu vs. gibi.

Aslında komik bir hikayesi var. Ben TED Ankara Koleji’nde okurken okul takımına almadılar beni. Çok yakın bir arkadaşım vardı. “Yenişehir diye bir spor kulübü var, hem fiyatı çok uygun, hem de haftada 2 kere.” dedi. “İyi.”dedim, “oraya gidelim.” Gittiğimde bana yaşımı, boyumu falan sordular. Sonra ilk antrenörüm Cem Gökçe, “Sen Cumartesi günü gel.” dedi. Ben de aidat yatırmaya mı çağırıyorlar, yoksa antrenmana mı anlamadım. “Eşofmanla mı geleyim?” dedim. “Yok, sen takım elbise giyin, kravat-ceket öyle gel.” dedi. Aslında beni direkt lisanslı olarak minik takıma almak için Cumartesi günü çağırmışlar. Bir anda kendimi takımda buldum. Orada da uzun süre devam ettim.

Neden basketbolu seçtiniz? Sadece uzun boylu olduğunuz için mi?

Ben kendimi bildim bileli hayatımda top vardı. Çok hasta olurdum, okula gidemezdim ama kaçar top oynardım. Evdeki odalarda üçer tane pota vardı. Gider tek başıma, maç anlatır gibi ”Murat attı, tuttu.” diye kendi kendime basket oynardım.

11 yaşında Yenişehir’de başladınız. Sonra nasıl devam etti?

1 sene oynadıktan sonra minik, yıldız, genç ve A takımlarının hepsinde birden yer almaya başladım. Bir anda basketçi oldum. Durmaksızın da devam etti. Geriye bakınca çok kolay gibi hissettim ama gerçekten öyle de oldu.

Başka hangi takımlarda oynadınız?

Yenişehir’den Beslen Spor takımına ilk transferimi gerçekleştirdim. Antep takımıydı ve birinci ligdeydi. 2 sene Antep’e gidip geldim ama Ankara’da yaşadım. 3.sene İstanbul Çukurova’ya transfer oldum. 2 sene de orada oynadım. Kulüp kapanınca Kolej’e geldim. 2 sene Kolej, ardından 1 sene Telekom’da oynadıktan sonra Efes macerası başladı. 3 sene Efes, sonra tekrar Ankara’ya döndüm. Telekom, Fenerbahçe ve tekrar Telekom. Öylece de bitirdim.

Aktif basketbol yaşantınızda en severek oynadığınız dönem hangisiydi?

En güzeli Efes’te geçirdiğim 3 seneydi. Başarıyı görüp, yaşadığınızda, hayalini kurduğunuz oyuncularla karşılaşıp, onları yendiğiniz zaman başka bir tatmin duygusu yaşanıyor. Ayrıca Efes’teki ortam gerçekten çok profesyoneldi. O dönemler milli de olmuştum. Bir de Telekom’un antrenörü Ercüment İnter’in çok emeği vardır üzerimde. Orada da çok iyi zaman geçirdim. Tabii bu başarı ile doğru orantılı. Takım başarılı ise sizde oynamaktan zevk alıyorsunuz. 2000-2001 sezonunun sonunda da basketbolu bıraktım.

32 yaş bırakmak için erken değil mi?

Evet ama 2001’de malum kriz başladı. Ve basketbol sektörünü de vurdu. Rakamlar çok düştü. Profesyonel anlamda 1 senenizi geçirip oynamanızın karşılığını alacak rakamlar kalmadı. 20 yaşındayken çok iyi para almasanız da oynuyorsunuz. Gençsiniz. Ama 30’lu yaşlarda profesyonel olarak bakıyorsunuz. O yönü beni tatmin etmeyince ben de bıraktım.

Normalde bu sporu bırakmanın ideal yaşı kaçtır?

Artık yaş sınırı biraz arttı. 35-36 yaşlarına kadar çıkıyor. Mesela arkadaşım Harun 40 yaşında ve hala oynuyor. Biraz kendine iyi bakmayla, biraz psikolojiyle ve biraz da işin motive etmesiyle ilgili. Benimki yaş olarak biraz erken oldu ama geriye dönüp baktığım zaman o dönem için doğru bir karardı diye düşünüyorum. Pişman değilim. Bir de Efes, Telekom gibi takımlarda oynadıktan sonra kariyer de inmeye başlayınca, ona göre bir takımda oynamak zorunda kalacaktım. Yapı olarak hırslı bir kişiliğe sahip olduğum için, o kulüpler beni tatmin etmeyecekti. Bırakmamın bir nedeni de buydu.

Seyirci olarak bile çok az maça gittiğimi söyleyebilirim.

Neden o dünyanın içinde kalmak istemediniz?

Antrenörlük yapacak, ya da spor yazarlığı yapabilecek bir kişiliğe sahip değilim. Bu insanın içinde olacak bir yetenek. Ben hiç öyle bir şey hissetmedim.

Bıraktıktan sonra neler yaptınız?

Zaten basketbol oynarken de borsa ile ilgileniyordum, hala devam ediyorum. Ufak bir telekomünikasyon şirketine ortağım. Bu işler iyi kötü hayatımı devam ettirmemi sağlıyor. Borsa adrenalin içeren bir iş. İnsan vücut olarak alışınca böyle işler heyecanlandırıyor.

İş hayatıyla ilgili planladığınız yeni kurgularınız var mı?

Bir ara restoran işine de girdim. Nişantaşı’ndaki Niş restoranın sahipleri benim çok yakın arkadaşlarım. Bir dönem onlara ortak oldum. Ama baktım bu işler bana göre değil. Tabii hayat bu, belli olmaz. Şu anda halimden memnunum. Sanırım ikizler burcunun bir özelliği, beni ne heyecanlandırırsa, onunla ilgileniyorum. Sonu maddi olarak iyi olacak olsa bile, beni heyecanlandırmadığı zaman hevesim kaçıyor.

Profesyonel sporcu olarak yaşamanın zorlukları nelerdi?

İçindeyken çok fazla farkına varmıyor insan. Getirdiği motivasyon ve zevk, zorluklarını dengeliyor. Ama iyiyken el üstünde tutulmak, bir kötü maç oynadığınız zaman eleştiri almak, 1 gece dışarı çıkınca hemen gece düşkünü olarak lanse edilmek zor yanlarından bir kaçı. Bir de spor dünyası içinde yaşarken, sosyal hayattaki normal insan ilişkilerinde zorlanıyorsunuz. Ya kamptasınız, ya oteldesiniz, ya antrenmandasınız. Sadece oradaki insanlarla çok samimisiniz. Hep onların hayat görüşü ile hayata bakıyorsunuz. Daha bir pembe bakıyorsunuz dünyaya. Sadece tatlı bir rekabet var hayatınızda. O kadar. Ama hayat öyle değil. Herkes bir yaşam mücadelesinde, herkesin kendi yolu var, kimine göre yanlış, kimine göre doğru. İnsan ilişkileri çok farklı. Düz mantık işlemiyor. Sizin dışınızda gelişen birçok farklı olay var.

Çocuğunuz olsa onun da basketbolcu olmasını ister misiniz?

Tabii kesinlikle.

Unutamadığınız bir maç var mı?

1996 senesinde Efes Pilsen’de oynarken kazandığımız Koraç Kupası şampiyonluk maçını unutamam. Çünkü son faulü ben attım. O maçın pota filesi bile evde duruyor.

Sizin attığınız sayı ile mi maçı kazandık yoksa?

Türkiye’de oynanan maçı 7 sayı fark ile kazanmıştık. Şampiyonluk maçında ise 4 sayı yenik durumdaydık. O anda bana faul yaptılar. 2 atıştan birini mutlaka atmam lazımdı. Birini kaçırdım, birini attım. Onlar da arkadan bir üçlük attı ve maç 6 sayı fark ile bitti.  Biz şampiyon olduk. Eğer iki atışı da kaçırsaydım,  o zaman 7 sayı fark ile uzatmaya gidecektik. O faullerden birini atmasaydım bugün hala Milona’da yaşayan, geri dönemeyen eski bir basketbolcu olarak kalabilirdim.

Başka sporlar yaptınız mı bugüne kadar?

Spora karşı hep ilgiliydim ama küçükken mahallede oynadığım futbol maçlarını saymazsak basketboldan başka spor yapmadım. Bir şeyi seviyorsam sonuna kadar giderim. Öyle bir karaktere sahibim. Başka bir spor dalı ile hiç ilgilenmedim. Hala haftada 2 kez oynarım. Tabii ağırlık, kardiyo falan çalışıyorum. 20-25 yıldır basketbolla aramızdaki bu aşk –sevgi devam ediyor.

Böyle aşkla bağlı olduğunuz başka neler var hayatınızda?

Aşk kelimesi çok yoğun bir kelime. Tam karşılığı olmayabilir ama saatlere tutkum var. Babama, ablama çok düşkünüm. Spor hala vazgeçilmezim.

Saat tutkusu…?

Profesyonel sporcu olup iyi kazanmaya başladığımda maaşımı alır almaz gider saat alırdım. Sonra saatlerimi kullandıktan bir süre sonra sıkılmaya ve satmaya başladım. Her sattığım saatin yerine yenisi alıyordum. 2000 yılında Emre Ergani ile birlikte ikinci el saat alıp satma işine girmeye karar verdik. Çünkü bu çok güzel bir aksesuar hem kadın, hem de erkek için. İnsanlar belli bir dönem sonra sıkılıyor. Pahalı bir eşya olduğu için herkesin bütçesi olmuyor, ya da bir tane alabiliyor. Bodrum’da Havana’nın içinde hem sıfır, hem ikinci el saat satan bir yer açtık. Güzel de gitti. Ama sürekli başında durmam gerektiği için devam ettiremedim. Şimdi hobi olarak devam ediyorum.

Saat seçiminde kriteriniz nedir?

Saatlerin seri üretim olarak değil de, sınırlı sayıda üretilmiş olması. Belli saat markaları var, onlardan olması. Ayrıca Formula 1 yarışlarında çıkan saatler de şu sıra çok prim yapıyor. Eskiden bir saat firması ancak 100-150 yıllık olunca iyi oluyordu. Şimdi gelişen teknoloji ile 15 senede o markaların kalitesine ulaşabilen saat firmaları var. Saat dizaynları da çok gelişti. Çok konsept saatler üretiliyor.

Mesela bir saat gördünüz ve çok beğendiniz. Ama bahsettiğiniz markalardan değil. Özel üretim değil. Yine de alır mısınız?

Çok güzel bir saat derim. Geçer giderim. Mutlaka belli bir marka olması lazım. Çünkü ben saate sırf dizayn olarak bakmıyorum. Baktığım zaman fabrikasına, ustasına, nasıl yapıldığına da dikkat ediyorum. Saatin içine giriyorum bakarken. Dolayısıyla bahsettiğiniz gibi bir saat heyecanlandırmaz beni.

Kaç saatiniz var şu anda?

Şu anda günlük kullandığım 2 saatim var. Ama 10 sene önce sorsaydınız 25 tane saatim vardı. Sonra seri üretim olan saatleri elimden çıkardım. Şimdi bu iki saatin dışında bir de çok özel bir koleksiyon saatim var.

Seyahat etmesini sever misiniz?

Seviyorum ama basketbol oynarken çok seyahat ettiğimden dolayı özel olarak gitmek istediğim yerler yok. Ama bunaldığım zaman New York’a gitmek isterim. Bir de Bodrum ve Ayvalık hoşuma gider. Özellikle motorla gitmeye bayılırım.

Yapmaktan keyif aldığınız neler var hayatta?

Cafe tarzı, sakin yerleri seviyorum. Borsa zaten insanı yoran bir iş. Ben home ofis olarak işimi evden takip ediyorum. Gündüz vaktimin çoğu borsayla geçiyor. Arada spor yapmaya çalışıyorum. Etiler Hillside üyesiyim. 10 sene önce üye olmuştum. Bir yeri sevdim mi uzun süre bağlanma huyum var.

Neden Hillside’ı seviyorsunuz peki?

Butik bir işletme olmasından dolayı. Sonra bütün eğitmenleri artık arkadaşım. Oraya spor salonu diye gitmiyorum. Spordan sonra da cafesinde 2-3 saat vakit geçirebiliyorum.

Magazin dünyası neden sizi bu kadar seviyor?

Efes’de oynarken popüler bir sporcu olduğum için o dönemde takip edilirdim. Sonra özel ilişkilerimdeki bazı insanların magazini ilgilendiren kişiler olması da bir etken oldu. Ama son 5-6 aydır magazinden uzağım.

Bu sizi rahatsız ediyor muydu peki?

Spor haberleri ile gururum okşanıyordu. Ama magazinsel haberlerin çok hoşuma gittiğini söyleyemem. Özelikle asparagas haber olduğunda. Zaten magazini ilgilendiren insanlar 200-300 kişi. Haber bulamıyor, “bir şeyler uyduralım” diyorlar. Benimle ilgili yok “Şarap üretmek için bağ aldı.” veya “kız arkadaşının evinde parti verdiler, döktüğü puro ile 100 yıllık halısını yaktı.” gibi saçma sapan haberler çıktığında çok rahatsız oluyorum. Mesela Emre Ergani benim çocukluk arkadaşım. O da çok basının içinde olan bir insan. Onlarla beraber olunca ister istemez o haberler çıkıyor. Ama alıştım artık. Hayal gücü yüksek asparagas haber olmadıkça benim için çok sorun yok.

5-10 sene sonra kendinizi nerede ve ne yaparken görmek istersiniz?

Ben ileriye dönük yaşayan bir insan değilim. 5 sene sonra şu olsun, o zaman şunu yaparım diye yaşamam. Günü gününe yaşayan bir insanım. Basketbolu bıraktıktan sonra normal hayat bayağı sıkıcı geliyor aslında. Bu yaştan sonra büyük hedeflerim yok. İlerde belki daha sakin bir yerlerde yaşamak olabilir. Ama şu anda istediğim hayatı yaşıyorum diyebilirim.

İkizler burcu yorucu bir karaktere sahip diye bilirim.  Siz de çok iniş çıkışları olan, anlık ruh halleri yaşayan biri misiniz?

Evet. Çift karakterli derler ya, öyleyimdir. Bir an acaip eğlendiren, güldüren, vakit geçirmesi eğlenceli biriyim. Bir an da geliyor ki; kimseyi görmek istemeyen, somurtkan biri oluyorum. İçimden kimseye selam bile vermek gelmiyor.

Bu sizi veya  dostlarınızı yoruyor mu peki?

Beni yormuyor. Ben bir şeyi yapmak istemiyorsam kimse bana yaptıramaz. Griye yer vermiyorum hayatımda. Siyahlar ve beyazlar olmasına çalışıyorum. Dostlarımı da buna göre seçtiğim için çok yorduğunu zannetmiyorum. Memnunum hayatımdan.