HILLSIDER 57 / TANER ÖZDEŞ

h57-kapak-dusukİş adamı, yazar, eğitimci…

Spora sevdalı, yüz okumaya meraklı, gülümsemeye tutkun…

Ailesine düşkün, aşırı enerjik ve öğrenmeye doyumsuz… 

“İşadamı Taner Özdeş”

Kariyerine İktisat Bankası’nda başladı. Ardından Lever –İş ve Pars Mc Cann Ericcson’da çalıştı. Büyük ve çok uluslu şirketlerde bir daha çalışmama kararını bu dönemde aldı. “Ben çalışkan bir insanım. Entrika ile uğraşacak zamanım ve enerjim yoktu.” diye açıkladığı bu kararının ardından Dow Jones Telerate’ye girdi ve muhteşem bir 6 yıl geçirdi. Yakın arkadaşı İzi Adato ve Emre Kurttepeli’nin kurduğu internet şirketine onu çağırmalarıyla kendisini teknoloji sektörünün içinde buldu. Son 10 yıldır ise İnfonet Bilgi İşleri Şirketi’nde genel müdür…

İpek Kigan: Bunca iş deneyiminiz içinde hangisi sizin için dönüm noktasıydı?

Taner Özdeş: Dow Jones Telerate. Kariyerimin başında ne istediğimi bilmiyordum. Askerden sonra daha olgunlaşmış olarak geri döndüğümde gazete ilanı ile bu işi buldum. 3 kişilik operasyon olarak başladık. 6 seneyi geride bıraktığımda şirketin geldiği nokta benim için gurur vericiydi. Çok şey öğrendim ve başardığımı düşünüyorum.

İş hayatınızda yaşamamış olmayı dilediğiniz bir tecrübeniz oldu mu hiç?

İş hayatında doğal olarak birçok tecrübe yaşıyoruz. Lever İş’de çalışırken kurum kültürüne ve belli kurallara çok uymadım. Bu da benim Lever’deki kariyerimi olumsuz etkiledi. Ne mi öğrendim? İş hayatında sadece çok çalışarak bir yere gelmiyorsunuz. Bu bir ekip işi, takım oyunu. Bunları hiçe sayarsanız, o kurum da sizi gözden çıkarır, ne kadar başarılı veya iyi olursanız olun. İş hayatında hiç kimse vazgeçilmez değildir. O nedenle egomuzun bizi yenmesine izin vermemeliyiz. Bir kişinin egosu çok şişik ise, tavsiyem kendi işini yapmasıdır.

İşadamı olarak yola devam mı yoksa…

Şimdiki planım 50 yaşına kadar profesyonel olarak çalışmak. Sonra hayatımdaki 2.kırılma noktasını bulmak istiyorum. İlk kırılmayı 35 yaşında yaşamıştım. O sayede kitap yazarlığı ve eğitmenlik de yapıyorum. Bir gün dünyaya açılmayı, bilgi ve tecrübelerimi bütün dünya ile paylaşabilmeyi çok isterim.

“Yazar ve Eğitimci Taner Özdeş”

Kitabınız ismi de olan “Satışın 10 Altın Kuralını” kısaca benimle paylaşır mısınız?

Satışın 10 altın kuralı esasında benim hayat felsefem. İnsanın davranışlarını düşünceleri, değerleri ve inançları belirler. Bunlar bir felsefeye veya prensiplere dönüşür. Bunlardan asla vazgeçmemeniz gerekir. Vazgeçerseniz benliğinizi kaybederseniz. Çoğu insanın sözleri ile davranışları birbirini tutmaz. Bu da o kişinin güvenirliğine ve samimiyetine gölge düşürür. Benim hayat felsefem ile satış felsefem örtüşür. “Kendinizi sevin ve güvenin. Sağlıklı yaşayın, iyi beslenin. Pozitif olun, bol bol gülümseyin. Ailenize ve yakın dostlarınıza zaman ayırın. Zamanı iyi değerlendirin. İyi giyinin, kendinize özen gösterin, kişisel imaj oluşturun. Seyahat edin, yeni insanlarla tanışmaya gayret edin. Kendinizi geliştirin. Hedeflerinizi belirleyin, kendinize inanın ve kararlı olun. İnsanları sevin, değer verin ve yardımcı olun.” İşte 10 altın kural!

Bu kuraldan en vazgeçilmez gördüğünüz hangisi?

Bunların hepsi benim için vazgeçilmezdir.

Bu kuralların hepsi şahsi tecrübelerinizin bir sonucu mu?

Bu birikim, tecrübelerim, gözlemlerim, ilgimi çeken öğretiler, yaşamım, iş hayatım, okuduğum kitaplar, yöneticilerimin, ailemin ve arkadaşlarım varlığı, katıldığım seminer ve aldığım eğitimler sonucunda oluştu. Ve ben bu sonuçları sürekli düşünüyorum, uyguluyorum ve yaşıyorum.

Neden birikim ve tecrübelerinizi insanlarla paylaşmak istediniz?

İnsan temelde ne için yaşıyor? Yaşam amacımız ne? Öldüğümüz zaman yaptıklarımız, öğrendiklerimiz, yaşadıklarımız, derslerimiz, deneyimlerimiz bizle birlikte gömülecek mi? Ben böyle olmasını istemiyorum. Ben arkamda iz bırakmak istiyorum. İnsanlara bir şeyler vermek, sahip olduğum iyi değerleri paylaşmak istiyorum. Türkiye’de her yaşayan insan benim kadar şanslı değil. Internetten, bloğumdan, facebook, twitter, friendfeed, Linkedİn kanalıyla, bazen üniversitelerde vermiş olduğum ücretsiz seminer ve eğitimler yoluyla ne biliyorsam, yaşıyorsam, deneyimliyorsam paylaşıyorum. Bundan tatmin, mutluluk ve haz alıyorum. Bundan besleniyorum. 3 senedir Bilim Merkezi’nde Yönetim Kurulu üyesi olarak görev alıyorum. Gyiad, Jaycees vb. derneklerde katıldığım faaliyet ve görevlerde yeni şeyler öğrenme ve yeni insanlarla tanışma imkanım oluyor. Ben hayatın içinde kalmak istiyorum. Her sabah kalktığımda kendime şunu söylerim “Ben hiç bir şey bilmiyorum. Bugün ne öğrenebilirim. “ İnsanlardan öğrenmek, öğrendiğimi paylaşmak benim için hayatın vazgeçilmez keyfi !

“Geçmişte…”

Birlikte çocukluk yıllarına gidebilsek bana hangi sahneleri göstermek isterdiniz?

Topağacı’nda doğdum. Aklımda en çok kalan sahne, sokak aralarında mahalleden çocuklarla oynadığımız futboldur. Mahallemizdeki taksi durağı ve köşedeki aile berberimiz de aklımda kalanlar arasında. Heybeliada ve Dragos’un hayatımdaki yeri büyük. Heybeliada’da çok sevdiğim anneannemin köşkünde güzel zamanlarım olmuştu. Kuzenlerimle saatlerce Kızıldericilik oynar, bisikletle gezer ve faytona binerdik. Akşamüstleri turşu ve mısır yemek vazgeçilmez keyiflerimizden bazılarıydı. Kış olduğunda ise tüm aile Nişantaşı’nda otururduk. O zamanlarda yürüme mesafesindeki kuzenlerime, dayıma, enişteme, anneanneme, dedeme, teyzelerime gidebilirdim. Sürekli bir araya gelir ve birlikte çok eğlenirdik. Size göstereceğim son sahne ise Tuzla Mercan günleri. En yakın arkadaşım Emre Ertem’in evinde yazları uzunca zaman geçirirdim. Benim tenis tutkum taa o zamanlardan başlamıştı. Öğle sıcağında bile güneş yağlarını sürer, saatlerce tenis oynardık. Akşam olunca da beyaz çorap ve kısa pantolonları giyip, doğru Michael Jackson dansları yapmaya giderdik.

Genellikle her çocuğun küçükken yaptığı  bir satış girişimi olmuştur. Sizin oldu mu?

Oldu tabii, olmaz mı? Satış benim kanımda var.

Neler satmıştınız?

İlk satış deneyimim yakın arkadaşlarım İzi, Niso ve Emre ile birlikte yaptığımız mix kaset projesiydi. Niso o zamanların yetenekli Dj’lerindendi. İzi’nin de her zaman ticarete kafası çalışırdı. Ben ise hep girişimci ve pazarlamacı oldum. Birlikte bir tane master kaset yaptık ve bunu çoğaltarak okullarda satmaya başladık. Bir gün aklıma cin bir fikir geldi. Master kaseti o zamanın meşhur müzik dükkanı sahibi Altuğ Bey’e götürdüm. Satmaya çalıştım. O da fikrimi beğendi ve dinlemek için akşam evine götürmek istediğini söyledi. Ben bu kaset kimsede yok demiştim. Ama maalesef kızına satmışsız! Kötü yakalandım. Bu bana güzel bir hayat dersi oldu. İkinci denemem yine tekstilci arkadaşım Cefi ile okullara sweat-shirt satma fikriydi. Her ne kadar bu teşebbüssüm sebebiyle kız kardeşim okulundan uyarı aldıysa da, bu bizi yıldırmadı. Yabancı okulların önüne gider, bagajı açar, çığlık çığlığa gençlere sweat-shirt satardık. Çok keyif alırdım. Lisedeyken de Bodrum’a okul turu yaptım. 3 otobüs kaldırdık. İyi para kazandık. Hatta dönüşte herkes otobüsle gelirken, ben uçakla dönmüştüm. Tabii bu turun en önemli olayı eşimle tanışmam oldu.

Avusturya lisesi, Alman ekolünde geçirilmiş 8 yıl size neler kazandırdı, nelerden uzaklaştırdı? 

Avusturya Lisesi’nden mezun olanlar ikiye ayrılır: okuldan nefret edenler ve sevenler. Ben ikinci kategoriye giriyorum. Avusturya Lisesi’nden mezun olduğum için çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Biz okumadık, hayatı öğrendik. En yakın arkadaşlarımın çoğu bu okuldan. Bu okuldan disiplin, zamanın değeri, mükemmel olma isteği, çelik gibi sinir sistemine sahip olmak, sabah 5’te çalışma alışkanlığı gibi çok önemli şeyler öğrendim. Avusturya Lisesi’nin bana herhangi bir konuda negatif etkisi olduğunu düşünmüyorum. Eşimi bile bu okuldan buldum. Daha ne olsun. Mezun olduğumuzda Almanca’nın yanında iyi derecede İngilizce biliyor olmam da büyük avantaj sağladı.

Peki, üniversiteyi  “ İyi ki Amerika’da okumuşum” diyor musunuz?

Amerika benim için bir hayaldi. Kafama koymuştum. Ne olursa olsun Amerika’da okuyacaktım. Amerika’da okumanın faydaları saymakla bitmez. Dünyaya bakışınızı etkiliyor. Farklı kültürler, eğitim sistemi, dinamik ortam, sosyallik, okurken çalışma fırsatı, araştırarak öğrenmek, bunların hepsini Amerika’da öğrendim. Yaşamadan anlatması gerçekten zor. Hayatımın en güzel günleri bir macera gibi geçti. Bugün belli bir yere gelmişsem, bunda en büyük katkı Amerika diyebilirim. Özelikle “ özgüven “ ve “ kendimi ifade etmem konusunda” büyük fayda sağladı.

“Spora Sevdalı”

Yaptığınız sporlar arasında en sevdiğiniz hangisi?

Benim tutkum tenis. Bir de kayak. Her ikisini de 12 yaşından beri yapıyorum. Tenisin güzelliği sosyal olması. Veteran turnuvaları sayesinde birçok yeni oyuncu ile oynama ve tanışma imkanım oldu. Tenisi sevmemin bir nedeni de çok rekabetçi ve oynaması çok zevkli bir oyun. Kendinizle mücadele ediyorsunuz. Haftada en az iki kere oynarım. 20 kişilik bir partner listem var. Gerektiğinde herkesi ararım. Kayak ise süresi sadece 3 ay olsa da, dünyada en sevdiğim sporlardan biri. Temiz hava, doğa ve hız beni çekiyor. Kayakların üzerinde kendimi hür ve huzurlu hissediyorum.

Dalış sporunu hiç denediniz mi?

İlk defa Hillside Beach Club’ta havuzda deneme dalışı yapmıştım. Hoşuma gitmişti. Bu sene kuzenim ile yakın çocukluk arkadaşımız Rüksan’ın (dalış hocası) cesaretlendirmesi ile Bodrum’da 6 metreye daldım. 1,5 saat suyun altında kaldık. Suyun altında kendimi çok huzurlu hissettim. Balıklar ile göz göze gelmek çok güzel bir duygu. İlk defa dalmam sebebiyle biraz heyecanlandım, ama kısa süre sonra adapte oldum. En kısa zamanda tekrar daha derine dalmak istiyorum.

Suyun altı  mı yoksa üstü mü  daha stresli sizce?

Aşağıda hiç bir stres yaşamadım. Tam tersi müthiş bir huzur vardı. Vaktim olsa bu sporu daha sık yapmak isterim.

Bu arada sormadan geçemeyeceğim, bildim bileli bir Hillsider’sınız. Hillside markasına olan sempatiniz nereden kaynaklanıyor ? 

Hillside benim hayatım. Yaşam tarzım. Hillside’dan beslenirim. Hillside Su ve Hillside Beach Club, Hillside-Etiler, Hillside Sanda Spa benim için vazgeçilmez mekanlar. Hillside Etiler’e 12 senedir üyeyim. Hillside’da sadece spor yapmıyorum. Arkadaşlarımla görüşüyorum. Bütün personeli tanıyorum. Bunun dışında Hillside personeline Satış, Duygusal Zeka, Müşteri Psikolojisi konusunda her yıl eğitimler veriyorum. Gönüllü elçi olarak sürekli görüşlerimi, önerilerimi ve eleştirilerimi paylaşırım. Hillside Su’ya 14, Hillside Beach Club’a ise 24 kere gittim. Her mekanında kendimi evimde gibi hissediyorum. Bazı günler zamanımın tamamını Hillside’da geçirdiğim oluyor. Haftada en az 3 gün Hillside mekanlarında bulunurum. Yaratıcı, dinamik, yenilikçi, trendy, müşteri odaklı bir müessese, keşke daha fazla Hillside gibi işletmeler olsa ülkemizde.

Bu kadar yoğunluğunuz arasında seminer vermeye, aktif dernek üyeliklerine, spora nasıl vakit ayırabiliyorsunuz? Zamana boyun eğmemenin de altın kuralları mı var yoksa?

Dünyada para ile satın alamayacağınız tek şey zamandır. Zamanı yönetmek hayatı yönetmektir. Zaman yönetmek konusunda sanırım ben sihirbazım. İnsan isterse her şeye zaman bulabilir. Ben bunu nasıl başarıyorum? Bazı formüllerim var tabii. Bir kere asla yalnız yemek yemem. Tüm yemeklerimi aktif kullanırım. Hafta sonu zamanımı en verimli kullandığım dönemdir. Televizyon seyretmem ve en fazla 6 saat uyurum. Sporu ajandanın en tepesine koyarım. Haftada 5 gün spor yaparım. Belli bir zaman yok. Gün içinde tempoma göre. Seyahatlerde bile spor yaparım. Gereksiz sohbetten uzak dururum. Bir çok davete giderim, ama sonuna kadar kalmam. İş hayatımı, sosyal ve özel hayatımı bir dengede tutmaya çalışırım. Zamana boyun eğdirmenin 3 sırrı daha var aslında : Hayır diyebilmek  – Çok önceden planlamak – Ajanda ve teknolojiyi kullanmak!

“Ailesine Düşkün”

Oğullarınız ile ilişkileriniz nasıldır?

2 tane oğlum var . Cem ve Emre. İkisi de benim için çok değerlidir. Ben çocuklarımı hep arkadaşım olarak gördüm. Doğruyu gösterir, gerektiğinde hatalarını anlatır gerisini onlara bırakırım. Beni dinlerler. 14 yaşından beri her ikisi de yazları staj yaptılar. Spor sevgisini her ikisine de aşıladım.

Onlar anlatsa sizi nasıl bir baba olarak tarif ederler?

Her iki oğlum da bana her sene Babalar Günü’nde şiir yazarlar. Bu sene ben seyahatteyken eşimle birlikte sürpriz yapmışlar ve web siteme girerek bana çok güzel bir yazı yazmışlar. Hepsini hatırlamam çok zor ama son cümlelerini söylesem sanırım beni nasıl bir baba olarak gördüklerini açıklar: Her zaman öğrettiklerin, öğrendiklerin, kazandığın ve kazandırdıklarınla örnek alınması gereken bir babasın. “İyi ki babamsın” diye o kadar çok kez söyledim ki, sayısını hatırlamıyorum. Her zaman söylerken gurur duyuyorum. Seni Seviyorum.”

Çocuklarınıza bırakabileceğiniz en büyük miras veya yaşamları için verebileceğiniz en büyük hediye nedir sizce?

Onlara hep vermek istediğim değerler dürüstlük, çalışkanlık, sevgi, hoşgörü, alçak gönüllülük ve sorumluluk sahibi olmaktır. Örnek insan olabilmek çok önemli. Onlara iyi bir çevre, iyi bir eğitim ve hayatları boyunca gurur duyacakları bir soyadı bırakıyorum. Bunun değerini ben bildim. Onlar da umarım Özdeş soyadını ileriye taşırlar.

“Ve başka…”

Seyahat için olmazsa olmaz yeriniz neresidir? Gitmeden duramadığınız?

Türkiye’de her sene en az bir kere Hillside Su ve Hillside Beach Club’a giderim. Bunun dışında Bodrum’a gitmeyi severim. Yurtdışında ise Londra, Paris, Barcelona, New York sevdiğim şehirler. Yeni yerlere gitmeyi çok severim. Afrika, Avustralya, Brezilya, Küba, Arjantin, Çin  görmeyi hedeflediğim ülkeler arasında.

Aşağıdaki boşlukları  doldurmanızı istesem…

Sporsuz bir yaşam hayal bile edemem

Ailem olmadan asla!

Afrikayı mutlaka görmeliyim!

Golf öğrenemezsem çıldıracağım!