HILLSIDER 75 / SİHİRLİ DÜNYALARIN KADINI LÜSET KOHEN FİNS

H75 türkcell_1“Hayatımın geri kalan kısmını kurgu roman yazarı olarak geçirmek istiyorum ve bu yolculuğa hazırım.”

Lüset Kohen Fins

Gözünüze baktığında kalbinizi okuyabilen, dopdolu, rengarenk ve bambaşka bir kadın Lüset Kohen Fins… 1997 yılından itibaren tam 9 sene City Plus İstanbul dergisini, hemen ardından da 4 sene New York’ta NYC Food & Mood isminde şehir rehberini çıkardı. Köşe yazarlığı, röportajlar ve gezi yazılarının yanı sıra deneme ve gözlem yazılarından oluşan yüzlerce çalışmadan sonra roman yazmaya karar verdi. İngilizce yazdığı ilk romanı ‘On Derin Ayak İzi’ ile 2013 yılında Uluslararası HarperCollins Authonomy ödülünü kazandı. Artık tek yapmak istediği roman yazmak ve tecrübelerini başkalarıyla paylaşmak… Biz de onu yakından izliyoruz.

İpek Kigan: Ne kadarlık bir süre aldı ‘ On Derin Ayak İzini’ yazmanız?

Lüset Kohen Fins: Bu kitap toplam iki senelik bir çalışma sonucu ortaya çıktı. Buna altı H75 türkcell_1ay süren Türkçe’ye çevirme sürecini de dâhil edersek, rahatlıkla iki buçuk yıl diyebiliriz. Türkçe’ye uyarlama aşaması ise benim için başlı başına farklı bir yolculuktu. Orijinali de tercümesi de günahıyla sevabıyla bana ait olsun istedim.

Önce İngilizce yazıp, sonradan Türkçe’ye bizzat kendinizin çevirdiniz o zaman. Neden ilk başta İngilizce yazmayı tercih ettiniz?

Bugün her alanda olduğu gibi edebiyat dünyasının da evrensel dilinin İngilizce olduğunu göz ardı edemeyiz. Bu yüzden risk alıp, biraz da şartları zorlamak istedim. Hedefim, 518 sayfalık bir metropol romanını 72 millete hitap edebilecek ve Edirne sınırlarını rahatlıkla aşabilecek bir konuma getirmekti.

Kitabınızı henüz okuma fırsatı bulamadım ama kitabın kahramanı Wen Bao Zhu ile ilk karşılaşmam Facebook’ta oldu. Gerçekten çok etkilendiğim bir sözünü paylaşmıştı bir arkadaşım. Bu kim acaba diyip, sonra da çok beğendiğim için ben de sayfamda yayınlamıştım. Hakkınızda araştırma yaparken kurgusal bir kahraman olduğunu öğrendim. O etkileyici sözün sahibi sizsiniz o zaman. Kitapta geçen başka sözleri de okudum. Zhuizm isminde kurgusal bir felsefe akımı ve yine kurgusal bir lider yaratmak ve bunun altını doldurabilmeniz çok ilginç ve etkileyici geldi bana. Bu romanın alt yapısı sizin hayatınızda nasıl oluştu?

On Derin Ayak İzi’nin alt yapısı gözlem, empati ve hayal gücüne dayanıyor diyebilirim. Hayat ile ilgili tecrübelerimi ve fikirlerimi aktarabilmek için bu yolu seçtim. Kurgu roman yazmak, deneme veya düzyazı gibi peş peşe düşünce aktarmaya benzemiyor. Birbirinden farklı karakterler oluşturmak, olaylar örgüsünü amaca yönelik diyaloglarla desteklemek ve konuya uygun bir atmosfer yaratmak zorundasınız.

Kişisel gelişim veya spiritüel konulara ilginiz olduğunu düşünüyorum. Doğru ise bu yolda giderken nerelerden geçtiniz? Hangi eğitimler, hangi kitaplar, hangi felsefeler sizi etkiledi?

İstediğiniz kadar kişisel gelişim veya felsefe kitabı okuyun, hiçbir şey gerçek hayat tecrübesi kadar etkili ve öğretici olamaz. Bu kitap biraz da bu gerçekler üzerine kurulu.

Yazma istediği ilk ne zaman düştü gönlünüze?H75 türkcell_1

On altı yaşımdan beri kısa hikâyeler yazıyorum. Düzenli olarak yazı yazmanın faydalarını 1997’de yayıncılık mesleğine ilk giriş yaptığım yıllarda gördüm. 2009 yılına kadar hem Türkiye’de hem de Amerika’da üç dergi çıkardım. Köşe yazarlığı, röportajlar ve gezi yazılarının yanı sıra deneme ve gözlem yazılarından oluşan yüzlerce çalışmam var.

Birçok yazar yazarlık ile ilgili olan eğitimlere karşı çıkarlar. Ama siz bu fikri bence çürütmüşsünüz.  Online yaratıcı yazarlık eğitimlerine katılıp, sonrasında da hep hayaliniz olan bir işi başarıp, ilk romanınızı yazmışsınız. Üstelik romanınız uluslararası bir platformda ödül almış. Belki birçok insan negatif fikirleriyle size köstek olmaya çalışmıştır. Sizi yolunuzdan döndürmeyen ve bu kadar ilgi gören bir roman yazabilmeye götüren dürtünüz neydi?

Yazarlık ile ilgili eğitim almanın yanlış olduğu fikrine katılmıyorum. Her yetenek gibi yazı yazma kabiliyeti de gelişim gösterebilmek açısından kontrol edilmelidir. Sebebine gelince, teknik bilgi ve gerekli donanım ile beslenmeyen bir yetenek yok olmaya ve körelmeye mahkûmdur. Sorun, bu gerçeği kabul edememekte… Egonun devreye girdiği her sanat dalında bu tür önyargılara ve bilgi kirliliğine rastlamak mümkün. Bu yüzden, herhangi bir teoriyi çürüttüğümü sanmıyorum. Sonuçta, On Derin Ayak İzi yılların birikimi ve iki yıllık titiz bir çalışma sonucu ortaya çıktı. Ben de her idealist yazar adayı gibi usta kalemlerden eğitim aldım ve acı dolu evrelerden geçtim. Acıdan kastım, bedel ödemek…  Günde en az sekiz saat çalışıyorum ve kendimi geliştirebilmek için sürekli hareket halindeyim. Zihinsel hareketlerin yazıya dönüşmesi de belli bir evreden geçmek zorundadır. Bu gerçekleri göz ardı etmeden olaya bakabilmek gerekiyor. Diğer konuya gelince, bu süreçte bana destek veya köstek olan hiç kimse olmadı desem yalan olmaz. Sonuçta kırk yaşını geçmiş, ne istediğini bilen ve çalışma azmine sahip bir kadını desteklemek de kösteklemek de hiçbir işe yaramaz. Hayatımın geri kalan kısmını kurgu roman yazarı olarak geçirmek istiyorum ve bu yolculuğa hazırım.

Türkiye’deki yayıncılık sektörü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’deki yayıncıların çoğu ya çok ünlü yabancı yazarların eserlerini yayınlıyorlar ya da risk almamak adına telif hakkı pahalı olmayan kitaplara yöneliyorlar. Ortası pek yok. Hâlbuki her sene dünyada birçok yeni yazarın eserleri yayınlanıyor ve topluma lanse ediliyor. Maalesef sadece yabancı dil bilenler ve bu romanların tercüme edilip raflara girmesi sürecini beklemek istemeyenler yeni çıkan kitapları günü gününe takip edebiliyorlar. Son yıllarda Türk halkının Türk yazarların kitaplarına yönelmesinde sinema filmlerinin oldukça büyük bir etkisi olduğunu gözlemledim. Bundan beş on yıl öncesine kadar, sinema salonlarında ekseriyetle yabancı filmler gösterime girer, dönemin Türk filmlerine pek rağbet edilmezdi. Bu tespit edebiyat dünyası için de geçerli. Eskiden kitapçılarda hep dünyaca ünlü yazarların eserleri sorulurdu, oysa son yıllarda Türk yazarların kitaplarına büyük bir ilgi var. Gözlemlediğim kadarıyla, bu bir arz talep meselesi.

2014 yılının Mayıs ayında Yaratıcı Yazarlık Atölyesi adında bir platform kurdunuz. Bu süreç nasıl oluştu, hedefleriniz neler?

Hedefim, Türkiye’deki yazar adaylarının gerçek potansiyellerini açığa çıkarmak, yaratıcılıklarını ve yazı tekniklerini geliştirmelerini sağlamak. John Grisham ve Stephen King gibi dünyaca ünlü yazarların çalışma koçlarından 14 ay boyunca pratiğe dayalı özel bir eğitim aldım. HarperCollins Authonomy altın madalya ödülünü kazandıktan sonra da jüri locasına transfer olup uluslararası kitap eleştirmenliği yapmaya başladım. Bilgi ve birikimlerimi Yaratıcı Yazarlık Atölyesi kapsamında çağdaş edebiyata gönül vermiş kişilerle paylaşmak istiyorum ve sırf bu yüzden kendi anektodlarımla birleştirdiğim yepyeni bir temel eğitim programı hazırladım. Hayatının herhangi bir döneminde öykü, roman veya otobiyografik hikâyesini yazmak isteyenlere yol göstermek ve onların her açıdan donanımlı birer yazar olmalarına yardımcı olmak istiyorum.

H75 türkcell_1City Plus İstanbul Dergisi ilk çıkardığınız dergi sanırım. 1997 yılında öyle bir dergi yapmak nereden aklınıza gelmişti?

İnanmayacaksınız belki ama çocukluğumdan beri kendimi hep günlük hayatta İngilizce konuştuğum ortamlarda hayal ederdim. Bu ilgim zamanla beni gizliden gizliye evde İngilizce olarak hazırladığım dergi maketlerini sürpriz yapma amacıyla aileme ve arkadaşlarıma göstermeye kadar gitti. İş hayatına atıldığım alan da zaten bu yönde oldu. İlk başta hedefim İstanbul’a gelen yabancılar ve şehirde yaşayan yabancılar için İngilizce bir dergi çıkarmak ve bunun için İngilizce makaleler yazmaktı. Birkaç sayı sonra kendimi İstanbul’un muhtelif semtlerinde fotoğraflar çekerken, şehrin tüm restoranlarını ve sanat galerilerini gezerken buldum. Beni heyecanlandıran şey meğer yeni insanlarla tanışmak ve onları gözlemleme içgüdüsüymüş. Bunu yıllar sonra anladım.

Bu dergi sayesinde İstanbul’u karış karış öğrenmişsinizdir. En sıkıntılı olduğunuz anda İstanbul’da hangi mekan veya yer size iyi gelir? Kısaca İstanbul’daki sığınağınız neresidir?

Evimi çok seviyorum ve en çok zaman geçirdiğim yer de burası. İyi gelir diyorlar fakat sıkıntılı olduğum zamanlar sahilde yürüyüş yapmak aklıma bile gelmez. Üzerinde etraflıca düşünmem gereken bir konu veya kafamı meşgul eden bir şey olduğunda Beşiktaş’tan vapura atlayıp Kadıköy’e geçer, çarşı pazar dolaştıktan sonra eve dönerim. Kalabalığa karışmak ve tanımadığım insanların arasında gezinmek bana tarifsiz bir huzur verir, yaratıcı çözümler bulmamı sağlar. Ayrıca Arnavutköy ve Şişhane semtlerinde tek başıma kahve içip, aklıma gelen düşünceleri el yazısıyla not almaktan çok zevk alırım.

City Plus İstanbul’dan sonra New York’ta da benzer bir deneyim yaşamışsınız. NYC Food & Mood  isimli bir şehir rehberi çıkarmışsınız. Hatta bu şehir rehberi o dönem New York’ta en çok satılan dergiler arasına bile girmiş. Neden Amerika’da böyle bir rehber çıkarmak istediniz? New Yorklu olmayan, hatta Amerikalı bile olmayan biri olarak sizce çıkardığınız dergi nasıl böyle bir başarı yakaladı?

Bence buradaki en önemli nokta istemek ve eyleme geçebilmek… Bahsettiğim gibi, çocukluğumdan beri arzu ettiğim bir şeydi bu. Nedense yayıncılık tecrübelerimi Amerika’da daha verimli bir şekilde devam ettirebileceğimi ve buna hazır olduğumu düşündüm. Sonuçta aklın yolu bir; hem turistlerin, hem de şehirde yerleşik bir düzene sahip olanların rahatlıkla başvurabilecekleri life-style tadında bir bilgi bankası herkes için caziptir. İster bu işi Afrika’da yapın, ister Amerika’da… Güncel makaleler, büyüleyici görseller ve iyi bir dağıtım kanalıyla istediğiniz her kitleye ulaşırsınız.

Zaman makinem olsaydı, sizi hangi zamana götürmemi isterdiniz? Gittiğiniz yerde değiştirmek istediğiniz bir şeyler olur muydu?

Zaman makinesi fikri bana hep macerayı ve bilinmezliği çağrıştırır, dolayısıyla bu herkes gibi beni de heyecanlandırır. Farklı bir zaman dilimine yolculuk yapacaksam, gelecekten ziyade geçmiş bir döneme gitmeyi tercih ederdim. Mesela, İtalya’nın Campania bölgesindeki Napoli kenti yakınlarında bulunan antik Pompei şehri kalıntılarının bulunduğu yere, Milattan Sonra 79 yılına gitmek istedim. Fakat tek bir şartla; Vezüv Yanardağı’nın patlamasından birkaç ay önce gidip, oradaki insanların nasıl yaşadığını gözlemledikten sonra, şehrin bir toplu mezara dönüşmesinden birkaç saat önce tekrar bugüne dönebileceksem…

Muhtemelen seyahat etmeyi seviyorsunuzdur İstanbul’dan başka yaşamak isteyeceğiniz yer neresi?

Farklı düşünce yapılarına sahip insanlarla bir arada olmak ruhumu besleyip, hayal gücümü geliştirdiği için bu soruya New York diye cevap veresim geliyor fakat orada yaşamak benim için her mevsim keyifli olur diyemem. İklim ve hava şartlarının ruh hâlimi etkilediğini biliyorum, bu yüzden birkaç farklı şehirde yaşamak isterdim desem… Yapı olarak, şehir hayatını sevdiğim kadar doğal ve sessiz mekânlarda yaşamaktan da hoşlanıyorum. Mesela, Yunanistan’ın Kalambaka Kasabası yakınlarındaki 300 metrelik kayaların tepesine kurulmuş olan Meteora Bölgesi’ndeki manastırlarda birkaç ay rahatlıkla yaşayabilirim. Meteora’nın kelime anlamı ‘’gökyüzünde asılı’’ demek… Ortodoks keşişler inzivaya çekilmek, Tanrı’ya daha yakın hissedebilmek ve dünyevi meselelerden uzaklaşmak amacıyla bu büyüleyici manastırları inşa etmişler. Etrafımda heyecan verici bir manzara, yeterli miktarda yiyecek ve su olduktan sonra neden olmasın?

Dünyada görmeyi en çok istediğiniz yer neresi?

Pasifik okyanusundaki Galapagos Adası’nı karış karış gezmek ve tanımak isterdim.

Sizde iz bırakan 3 kitap ismi söyler misiniz?

Emile Zola’nın Germinal ve Ivan Goncharov’un Oblomov adlı eserinin yanı sıra Paolo Coelho’nun Simyacı romanı bende iz bırakmış kitaplar arasındadır.

Vazgeçilmezleriniz nelerdir?

Dostlarımla fikir alışverişi yapmak benim için vazgeçilmez bir tutkudur.

Yaşamınızda yapmaktan keyif aldığınız başka neler var?

Farklı kültürlerden yeni insanlarla tanışmaktan, antika ve baharat pazarlarını gezmekten çok keyif alırım.

Hayatınıza bir isim vermenizi istesem, bu ne olurdu?

Deneme-yanılma tahtası.

Yeni bir roman geliyor mu yakında?

Evet, altı ay önce Enginar Mevsimi adında yeni bir roman yazmaya başladım. Bu aralar hazırlıklarım hep bu yönde, çünkü bu kitabın 2015 yılının Ocak ayında okuyucuyla buluşmuş olmasını hedefliyorum.