HILLSIDER 30 / BİR HILLSIDER : NURTEN GÖZOĞLU

Gerçekten tanımak isteyeceğiniz kişilerden Nurten Gözoğlu. Yaşamı, iki dudağının arasında bekleterek, tadına varanlardan. Zamana meydan okuyanlardan. Kendini spora ve maceraya adayanlardan. Mutluluğu dağların zirvesinde, denizlerin diplerinde bulanlardan. Ve doğal olarak bu birkaç sayfa da okumaktan keyif alacağınız sayfalardan …

5 çocuklu bir ailenin en küçüğü Nurten. Çok hareketli bir çocuk. Hiperaktif dediklerimizden. Erkek gibi yetişiyor. Kavga ediyor, dövüşüyor, erkeklerle yarışıyor. Saçları bile kısacık liseye gelinceye kadar. En küçük çocuk ya, her zaman en ağır işler ona kalıyor. O da hep annesine dert yanıyor. “Birgün öyle bir iş bulacağım ki; hep otellerde kalacağım. Herkes bana hizmet edecek.” diyor ve hostesliğe başlıyor. Aslında en büyük hayali Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okumak ama olmuyor. Çok idealist. Polis Akademisi’nin sınavlarına, hosteslik sınavları ile aynı zamanda giriyor. Hosteslik sınavını kazandığının sonucu önce gelince, işi kaçırırım korkusuyla sözleşmeyi imzalıyor. Tam 17 senedir hostes. Hayatına yepyeni bir boyut kazandıran  ve ruhuna özgürlük verdiğini düşündüğü mesleğini çok seviyor.

İpek Kigan: Hosteslik sende neleri değiştirdi de kendini spora adadın? (Birazdan anlayacaksınız, gerçek bir adamadan bahsediyorum!)

Nurten Gözoğlu: Hostesliğe yeni başlamıştım. Bir iç hat uçuşumuz vardı. Uçak kalktı,  tekerliği yerden kestiği andan itibaren müthiş bir sessizlik oldu. Hani sanki uçak düşmek üzereyken bir sessizlik olur ya, motorlar falan gider. Bir baktım yanımdaki kabin amiri dua ediyor, karşımdaki hostes ise ağlamaya başladı. Ben ise hayatımın film şeridi gibi gözümün önünden geçtiğini gördüm. Resmen, doğduğum andan itibaren, o koltuğa oturduğum ana kadar olan bütün yaşamım kare kare gözümün önünden geçti. Sadece birkaç saniye. Ama hepsi aktı işte. Bir daha da öyle bir şey yaşamadım. Çok garip bir tecrübeydi. Her şeyi hatırladım. Kaçırdığım şeyleri yakaladığımı hissettim birden. Neyse sonra uçak normale döndü, herkes toparlandı. Aramızda konuşmaya başladık. “Amirim sen neden dua ediyordun?” dedim “ne dua etmesi canım” dedi. “Sen de ağlıyordun” dedim diğer arkadaşıma. “Saçmalama” dedi, “asıl sen kendine bak.” Hayatım film şeridi gibi önümden geçti ya, demişim ki “tüh, yazık oldu bana.” Yani beğenmemişim hayatımı. Bomboş geçtiğini düşünmüşüm. İşte bu olaydan sonra değişti hayatım. Her anımı dolu dolu yaşamaya, keşke diyeceğim hiçbir şey bırakmamaya karar verdim.

Bu andan itibaren, en sevdiği yazar Clive Cussler’den de etkilenerek tabii, onun yaptığı her şeyi yapmaya çalışıyor. Onun gibi dalmak, uçmak, koşmak, maceradan maceraya atılmak. Ama bütün hayatında yaptığı gibi bunu da çok ciddiye alıyor ve yavaş yavaş bütün indoor ve outdoor sporlarını sertifikalarıyla öğrenmeye başlıyor. Hedef koyuyor ve yapıyor. “Spor benim hayatımın en büyük amacı. Her zaman en iyisini yapmaya çalıştım. Yaptığım hiçbir sporu bırakmadım ve  hiçbirini öylesine yapmadım. İlla derece almak değil, ama ciddiye almak çok önemli” diyerek anlatıyor tutkusunu ve yaptığı işi ne kadar ciddiye aldığını. Neler mi yapıyor? Her şeyi desem yeridir herhalde. Boks, squash, binicilik, tekvando, voleybol, atletizm, dalış, paraşüt, yamaç paraşütü, planör, ralli, tenis, dağcılık, kaya tırmanışı, kayak, kano, rafting ve düzenli olarak Hillside City Club’da cardio ve fitness çalışmaları. İnanamıyor insan duyunca. Nasıl sığdırabiliyor bunca şeyi yaşamına diye. Şaşırdığımı hissedince hemen yanında getirdiği fotoğrafları çıkarıyor ve anlattıklarını kanıtlamak istercesine yayıveriyor önüme. Bakmaya başlıyoruz, evet başlıyoruz, çünkü o da dikkatle her bir fotoğrafına kimbilir kaçınca kez bakıp, teker teker anlatıyor bana. Keyif ve gururla…

N.G: Bu benim  ilk dağım  Kaçkar. O zamanlar hep Camel Trophy’i kazanacağım diye hazırlanmıştım ama kısmet değilmiş. Aslında gerçekten iyiydim. 200 kişiden onüçüncü olmuştum kondisyonda. 175 erkek, 25 kız arasında. Ben de; bu kadar iyiysem kesin kazanmam lazım diye düşünmeye başladım ama tabii onun da kendine göre elemeleri varmış. Çok iyi olmak yetmiyormuş yani. Çok hırslı olunca, bunu bir tecrübe olarak değil, kaybedilmiş bir iş olarak görüyorsun. Ama iyi sporcular hırslı olur. Bu çok doğal. Çünkü hayallerin var, ideallerin var, yeteneğin var, tabii ki hırslı oluyorsun. İngilizlerin bir atasözü vardır. Benim de hayat felsefemdir bu. “Bir şey yapmak isteyen çaresini, yapmak istemeyen nedenini bulur.” Yani sen istersen her şeyi yapabilirsin. Her şeyin beyinde ve yürekte bittiğine inanıyorum. İkisini bir arada götürdüğün zaman oluyor.

Bu da Çoruh nehri. Korkulu rüya Çoruh. Burası dünyanın en tehlikeli 10 suyundan biri. Bu suda rafting yapabilmek için önce 9 tane nehirde çalıştım ben. Dalaman, Köprülü Kanyon, Menen Çayı… Grubumuzdaki 3 acemi yüzünden çok kötü düştük. Ve kayalara tutunana kadar geçirdiğim o saniyelerde hayatımın 1 senesini bıraktığımı hatırlıyorum. Çok korkarım sudan aslında. Dalarım, rafting yaparım ama aletsiz suya hiç girmem. Öyle bir enteresan tarafım vardır. Beni suyun üstünde göremezsin aletsiz. Nehirde sürüklendiğim alt tarafı 1-2 metre ama bana binlerce kilometre gibi geldi. Çok korkuyorum ya. Tek başıma gidiyorum. Panikten su yutmaya da başladım. O sırada 2 meleğin konuştuğunu gördüm. Vallahi gülüyorsun ama… Bir tanesi diyor ki; “Bittin kızım sen, öldün. Sen zaten sudan korkarsın. Bak burası için o kadar hazırlandın ama düştün. Şimdi tek başınasın. Diğeri de diyor ki; “Sakın kendini bırakma. Bak şimdi gelip kurtarırlar seni. Sen iyi sporcusun, sana hiçbir şey olmaz. Yeter ki sen bırakma kendini”. O sırada arkadaşım geldi ve can yeleğimden tuttu beni. Ama bu sefer ikimiz sürükleniyoruz. Ben çok sevindim. “Oh be!” dedim, “ölürsem tek başıma ölmeyeceğim”. Tabii sonra çok güldük

Burası da Ağrı’nın zirvesi. Hayallerimiz, ülkemiz, en güzel dağ. Yüksek ve kutsal bir dağ olduğu için Ağrı Dağı her dağcının muhakkak 1 kere çıkmak isteyeceği bir yer. Ağrı’ya çıktığımda Temmuz ayıydı ve lapa lapa kar yağıyordu. Zirveye çıkar çıkmaz ilk işim   Türk bayrağı ile birlikte Hillside City Club t-shirtünü de yerleştirmek olmuştu. Tabii sonra fotoğraf çektirmek.

İ.K: Ağrı’dan önce hangi dağlara çıkmıştın?

N.G: Her sene 1 dağa çıkmaya çalışıyorum. İlk Kaçkar’a  çıktım. Sonra Niğde Emler, sonra Niğde Demirkazık, Erciyes, tekrar Kaçkar ve Ağrı.

İ.K: Ağrı’ya çıkmak nasıl bir macera?

N.G: Dağ seni sever, sana izin verirse olağanüstü zevkli. Ama dağın izin vermesi lazım. Yoksa mümkün değil çıkamazsın. Gerçekten böyledir. Mesela Erciyes’e kışın çıkmaya çalıştım. 2100 metrede sıkıştık kaldık. 3 kişi 23 saat bir damla uyku uyumadan kar küredik. Tipiye yakalandık ve 150 metre aşağıdaki dağ evine inemedik.

İ.K: Ne hissediyorsun zirvede?

N.G: Herkes farklı bir şey hissediyor herhalde. Ben bir sene boyunca azimle yaptığım çalışmanın karşılığını aldığımı hissediyorum. Orda doğa var, tabiat var, bir hedef var ve o hedefe giderken zorlanan bir vücut. Özgürlüğünü, bağımsızlığını hissediyorsun, kendini çok başarılı ve güçlü buluyorsun. Hedeflediğin bir şeyi yapabildiğini ve onu hedefleyebileceğini görüyorsun. Zorlanıyorsun, nefes alamıyorsun, çok sıkılıyorsun, enerji harcamamak için konuşamıyorsun ama zirveye geldiğin an sanki biraz önce yaşadığın eziyetlerin hiçbirisi yok. Mutluluk salgılıyor vücudun, inanılmaz bir keyif yaşatıyor.

İ.K: Bu yaptığın diğer sporlarda da hep aynı mı? Dağın zirvesindeyken veya 48 metreye daldığında aynı şeyleri mi hissediyorsun?

N.G: Bir iş ne kadar zorluyorsa o kadar keyifli oluyor bence. Çelişki var aslında. Zorlandıkça hem zevk, hem korkuyu aynı anda yaşıyorsun.

İ.K: Ama yeniyorsun  o korkuyu sonuçta. Bence hayata karşı da cesaretli bir duruşun var senin. Orada bu kadar korkuyu yenen bir insanın, yaşamda da çok az şeyden korktuğunu düşünüyorum.

N.G: Ben neden korkuyorum biliyor musun? Hiç korkmamaktan çok korkmaya başladım. Belki de çok korkuyorum da bilinç üstüne hiç çıkmıyor. Bunu da tam çözemedim aslında.

İdealist ve iddialı bir insan. Böyle insanların hayatta pek sevilmediğini düşünüyor. “Beni ancak benim gibi düşünenler sever” diyor. “Çünkü ben de benim gibi düşünen insanları çok sevdim. Hayatın tadını daha iyi çıkarıyoruz biz. Daha iyi yaşamasını biliyoruz. Çünkü tecrübeliyiz. Hani derler mutlu insanlar hayatı değiştiremez, mutsuz insanlar bir şeyler  yaratır. Çünkü bulunduğu ortamdan mutlu değildir. Çözümün bir parçası değilsen, sorunun bir parçasısındır. Sorun varsa onu çözeceksin. Çözmek için de mücadele edeceksin. Sana belki bir kişi katılır veya katılmaz. Genelde tek kalırsın. Ama tek kalmak, beni veya benim gibi insanları hiçbir zaman yormaz. Biz alışkınız tek kalmaya, mücadele etmeye. Çünkü hayat bu. Mücadele edeceksin, koşturacaksın, istiyorsan alacaksın. Kimse gelip sana bir şeyleri sunmaz. Kendin kazandığın için çok daha keyifli oluyor her şey.”

Bir hostesin olması gerektiği gibi güler yüzlü. Benim yanımda içten gülüyor. Ama düşünsenize onun işi gülümsemek ve gülümsetmek. Sıkılmıyor musun tebessüm etmekten, bazen isyan ettiğin olmuyor mu? diye soruyorum. Öyle rahat ki cevap verirken, “Ben zaten gülmeden duramam ki! Kendime sözüm  var, ölürken de güler yüzlü olacağım diye. Çünkü gülmenin bir insana çok yakıştığına inanıyorum. İnsanı pozitif yapıyor, yeni kapılar açıyor. Zaman bana hayatın ne kadar boş olduğunu öğretti. Çok sevdiğim insanları kaybettim, büyük riskler yaşadım. Ve anladım ki; bu yaşamda üzüntüye, sıkıntıya, peşin hükümlere, ön yargılara yer yok. Anladım ki ben bunları özel hayatıma sokmak istemiyorum. O zamandan beri de sadece işim için değil kendim için her zaman güler yüzlü olmaya karar verdim.”

İ.K: Hayatta en çok elde etmek istediğin şey nedir desem?

N.G: Üstün zeka  derdim. Einstein beynine sahip olmak isterdim. Hayatı o zekayla görmek. Belki o görüş delirtir insanı, bilmiyorum ama. Her şeyi çok hızla kavramak, çok hızlı yaşamak isterdim. Yutmak istiyorum her şeyi.

İ.K: Çok okur musun?

N.G: İki bine yakın kitabım var. Mümkün olduğu kadar okumaya çalışıyorum ama vakit yetmiyor. Eskiden daha çok kitap okuyabiliyordum. O zaman bu kadar çok sinema, tiyatro, gazete yoktu. Şimdi hiçbir şeyden eksik kalmamaya çalışıyorsun. Yurtdışına bile gittiğimde nerede ne meşhursa mutlaka görmeye çalışırım. Ama bir yerde yoruyor insanı. Yorulduğumu hissediyorum. Mesela ben öyle 8-9 saat uyuduğumu bilmem. En fazla 5 saat uyurum günde. Ölünce bol bol uyuyacağım nasıl olsa diyorum. Keşke bir hap çıksa da o sayede hiç uyumasak. Şurada yaşayacağın ne kadar ki! 20 yaşına kadar salakça geçiyor zaten. 20-30 arası gençliğim, güzelliğim diye geçiriyorsun. 30’unda ayakların yere basıyor bu seferde hayatı kaçırmış gibi geliyor. 30 ile 50 arası işte, yaşayacağın 20 sene bence. Sonra da yaşlanıyorsun zaten fazla bir şey yapma şansın olmuyor.

Peki diyorum bunca koşuşturmacadan başka şeylere zaman kalıyor mu? Hani evlilik, çocuk falan. “İşte bu yüzden evde kaldım zaten” diyor inanılmaz bir rahatlıkla. “Herkes evlenip çoluk çocuk sahibi olurken, ben hala o dağa, şu dalışa gitsem diye dolanıp duruyorum.”

İ.K: Evliliği korkutucu mu buluyorsun?

N.G: Hayır korkutucu bulmuyorum. Sadece evliliğin yürüyeceğine inanmıyorum. Evlilik yaratıcılığı öldürüyor. Kadın için de, erkek için de. Özellikle Türkiye’de. Ben her şeyin alışkanlık haline geleceğine inanıyorum. Benim için heyecan çok önemli, yenilik çok önemli. Her gün aynı şeyi yapmama imkan yok. Yapıma aykırı. Ben üç gün üst üste tenis de oynayamam, araya başka bir şey sokarım illaki. Evlilik kavramını kafamda farklı bir boyuta koydum. O boyutu da kimseye kabul ettiremedim. Olay bu. Belki de bende bir eksiklik vardır, bilmiyorum. Bütün arkadaşlarım soruyor neden evlenmiyorsun diye. Ama ben onların da görüyorum evliliklerini. Gıpta ettiğim bir tane beraberlik yok. O zaman diyorum ki “neden böyle bir riske atılayım?” Bana paraşütle atla de, atlarım ama evlilik deyince biraz duruyorum. Karşı değilim aslında. Belki de korkuyorum. Belki kendimin yürütemeyeceğini düşünüyorum. Ama evliliğin özellikle kadının hayatından çok şey götürdüğüne inanıyorum. Onun için diyorum değer mi? Verdiğin bu kadar şeye aldığın şey değer mi?

Ve yaşamı  koşa koşa, nefes nefese yaşamış bu mutlu kadına son sorumu soruyorum…

İ.K:  Daha yapmak istediğin bir şeyler var mı? Hedeflediğin?

N.G: Bir adam vardı. Balonla dünyayı dolaşmıştı. Hayatta o adamı kıskandığım kadar hiç kimseyi kıskandığımı hatırlamıyorum. Adamı her gün takip ettim. Kıskançlıktan iliklerimin kuruduğunu hissettim. Bunu yapmak isterdim. Bir aletle dünyayı dolaşmak. Motosikletle olabilir, balonla veya tekneyle olabilir. Daha bir sürü hayallerim var. Bir sürü… Yapabileceklerim de var, ütopya  olanlar da. Mesela bu sene tatil programımı hazırladım. 10 gün miçoluk kursuna gideceğim, 7 gün de Bahama’ya köpek balıklarına dalmaya.  Yapılmamış, olmayan şeyleri yapmak istiyorum. Hayalimde kurduğum şeyler var aslında. Ama önceden anlatmayı sevmiyorum ben. Yapıp, sonra anlatmaktan hoşlanıyorum. Daha sürpriz oluyor, hem kendime, hem başkalarına. Şunu yapacağım deyip, yapamamak beni çok üzer çünkü…