HILLSIDER 27 / İPEK CEM…. On parmağında on marifet ….

İnternet dünyasında ilklerden sayılabilecek bir şirketin sahibi, GYİAD (Genç Yönetici ve İş Adamları Derneği) başkan yardımcısı ve bir de köşe yazarı. Üstelik 7 aylık hamile. Kendisini sadece İsmail Cem’in kızı olmaktan çok daha ilerilere taşımış bu çıtı pıtı hanımla, yüksek tavanlı yeni ve hoş evinde tanıştık.

İpek Kigan: Netwise’ı ne zaman kurdunuz?

İpek Cem: 1996 yılında Robert Kolej’den sınıf arkadaşım Can Gürel ile birlikte kurduk. Aslında iş idaresi masterı yaptıktan sonra bankacılık sektöründe çalışmıştım. Bu sektörde çalışırken yavaş yavaş internet ile tanışmaya başladım.

İ.K: Amerika’daydınız değil mi?

İ.C: Evet. Zaten o yıllarda orada bile internet çok kullanılmıyordu. İnternet olgusu yeni yeni oluşuyordu.

İ.K: Kaç sene yaşadınız Amerika’da?

İ.C: Ben aslında sadece okumak için yurtdışındaydım. Bunu tam yaşamak gibi saymıyorum ama 9 ayınızı orada geçiriyorsunuz. Yaz tatillerinde genelde gelirdim buraya. 4 yıl üniversite, 3,5 yılda iki master yaptım ve 3 yıl kadar da çalıştım. Kaç yıl ediyor?

İ.K: Aynı anda mı iki master yaptınız?

İ.C: Hayır. Önce uluslararası ilişkiler bölümüne başvurdum ve kabul edildim. Mastera devam ederken, ticaret konularına merak sarmaya başladım. Uluslararası ilişkileri bitirince MBA masterı yapmaya başladım. Bazı dersleri atlayınca biraz kazancım oldu ve 3,5 senede 2 master yapmış oldum.

İ.K: Üniversitede okuduğunuz bölüm ve ilk master konunuzu seçerken babanızdan mı etkilendiniz?

İ.C: Politika, siyaset ve dış ilişkiler konuları ile her zaman ilgili bir aileden geldim. Mesela annem bu konularla yakından ilgilidir hatta büyük dedesi Agah Efendi’dir. İlk gazeteyi çıkaran. Benim ilgimin hep baba tarafından geldiği düşünülür ama bütün ailemden etkilendiğim kesin. Bu konulara karşı hep ilgi duydum.

İ.K: Peki ticarete olan yönelme ile bu konulardan uzaklaşmaya mı başladınız?

İ.C: Uzaklaşma olarak görmüyorum ben. O birazcık para kazanılan alan olmaktan çok, ilgi duyulan alan olma konumuna girdi. 1996-2002 yılları arasında kamu veya uluslararası ilişkilerle ilgili gelişmemi daha çok yazılarımla ve aktif olarak çalıştığım GYİAD’da değerlendirme fırsatı buldum. Ama internetin de iletişim ve uluslararası ilişkiler yönü var bence. Sürekli dünyada olan değişiklikleri görmeniz lazım. Siyasi yönü belki yok ama uluslararası boyutu yakalıyoruz bir şekilde.

İ.K: GYİAD’da aktif olarak çalışıyorum dediniz. Ne yapıyorsunuz orada?

İ.C: Üç yıldır yönetim kurulundayım ve 1 yıldır da başkan yardımcılığı görevini yapıyorum. GYİAD hem üyelerinin mesleki ve bireysel gelişmelerine yönelik çalışmalar yapan, hem de Türkiye’nin ekonomik, sağlık, eğitim hatta AB’yi de bir kalkınma projesi olarak düşünürsek bir takım önemli meseleri ile ilgili projeler üreten bir sivil toplum örgütü. İşim dışında, GYİAD için çalışıyor olmak beni çok mutlu ediyor bu yüzden.

İ.K: 3 yıl Amerika’da hep aynı işte mi çalıştınız?

İ.C: Master yaparken büyük bir bankada iş bulmuştum. İş; gelişmekte olan ülkeler ve özel olarak da Güney Amerika ile ilgiliydi. Büyük kamu kurumları veya şirketlere 100 milyon dolar üstü finansman sağlama, uluslararası piyasada borçlanma işleri yapıyorduk. Tabii biraz askerlik gibi oldu benim için. Üniversiteden sonra hemen iş hayatına girmedim. Şimdiki aklım olsaydı önce biraz çalışıp, sonra master yapardım. Ama o zaman hemen kabul edilmek, arka arkaya master yapmak hoşuma gitmişti.

İ.K: Yaptığınız bu iş sizi çok bunalttı mı? Ağır bir iş gerçekten.

İ.C: İşim çok yorucuydu ama yeni yerler görmek, farklı kültürlerden insanlarla tanışmak, işin getirdiği hareket ve bir şeyler öğrenme arzusu bu yorgunluğa dayanmamı sağlıyordu. Çok şey öğrendim. Orası bir okul gibiydi. Ama çok fazla çalışmanız gerekiyordu. Şimdi olsa o kadar çalışır mıydım diye düşünüyorum. Sonuçta özellikle ülkeme duyduğum özlem ağır bastı ve döndüm. Finans sektörü yerine hayatıma girişimci olarak devam etmeye karar verdim. Aslında Netwise’ı kurma fikri  Amerika’da oluşmuştu. Ve ilk projemizi İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ile yaptık. Benim düşüncem Amerika–Türkiye arasında çalışmaktı. Amerika’daki internet konusu ile ilgili potansiyeli, Türk firmalarına sunmak istedim. Türkiye’ye gidip gelmeye başladım ve şunu gördüm ki; her işte olduğu gibi müşteri ile bir bağınız olması, iletişiminizin  olması çok önemli. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı o yıllarda yavaş yavaş interneti kullanmaya başlamış nadir kurumlardan biriydi. Biz de onların projesiyle bu işe başladık.

İ.K: Sadece web sitesi tasarımını mı yaptınız?

İ.C: Aslında web tasarımı bizim işimizin bir alt kümesi sadece. Strateji, programlama, içerik, tasarım ve kurumların  iş prosesleri ile ilgili. Fakat o yıllarda yaptığımız işlere daha çok içerik ve tasarım diyebiliriz. İkinci proje olarak İMKB’nin işini alınca Türkiye’de bir ofis açma zaruriyeti doğdu. Bu sayede Netwise –Türkiye’yi kurduk ve öyle de devam etti.

İ.K: Sizin için çok özel olan projeler…

İ.C: Doğuş Grubu için yaptığımız Türkiye’nin, hatta dünyanın ilk “internetten araba satış sitesi”ni yaptık. Yani bir arabanın bayii veya showroom’larda olmadan sadece internetten satıldığı ilk site. Volkswagen Lupo’nun satışıdır. Hem alt yapısını, hem programlanmasını bizim gerçekleştirdiğimiz bir projeydi.

İ.K: Bir şeyi merak ediyorum, bu kadar internetin içinde olan bir insan olarak, internet hakkında ne düşünüyorsunuz? Tamamiyle kişisel düşünceler.

İ.C: Her nesil, her dönemde kendine bir çıkış noktası bulmuş. İnternete de bir çıkış noktası olarak bakabilirsiniz. Ayrı ve özel bir iletişim kurma yolu aynı zamanda. Bunun artı ve eksileri olabilir ama bunun sansürle dizginlenebilecek bir şey olmadığını düşünüyorum. Onaylanmayan davranışlar her zaman ve her yerde mevcut. Çözüm sansür değil, yine iletişimdir. İnternet ile ilgili gençler üzerinde bir takım araştırmalar yapıldı. Gençleri asosyal yapıyor mu diye. Çıkan sonuç; gençlerin eskiden televizyona ayırdıkları vakti, şu anda internete ayırdıklarıydı. Bence internetin fırsat olan yönlerini görüp, onları değerlendirmemiz lazım.

İ.K: İnternet gelecekte nereye gidecek?

İ.C: Hayatın normal bir parçası olacak, ucuzlayacak, daha yaygın kullanılacak.

İ.K: Peki, internetten alışveriş yapmak artık güvenli bir hale geldi mi?

İ.C: Bir restorana gittiğinizde kredi kartınızı tanımadığınız birine vermeniz ne kadar güvenliyse internette vermek de o kadar güvenli. Bu ortamda kullanmak üzere özel kartlar oluyor. Bu kartları kullanmak daha doğru olabilir. Geçen sene düzenlenen Dünya Ekonomik Forum’unda orada bulunan bazı liderlerin kredi kartları kopyalanabildiyse, herşey mümkün olur bu dünyada.

İK: Nereye kadar gidecek bu böyle sizin için?

İ.C: Hayatımın % 80’ni bu işe, bu işin gelişmesine, profesyonelleşmesine veriyorum. Ve bayağı bir noktaya geldik. İkinci olarak kendi bir takım girişimlerimiz var. Letsgoturkey.com diye bir sitemiz sitemiz var mesela. Bu tamamen Türkiye’yi tanıtmaya yönelik. Bir tane daha var. O da hem Türkiye’yi hem Yunanistan’ı tanıtmaya yönelik bir site.

İ.K: Neden Yunanistan?

İ.C: Ege iyi pazarlanamayan bir bölge. Genelde turist, ya Yunanistan’a ya da Türkiye’ye geliyor. Aslında mesafeler çok yakın. Dolayısıyla 10 günlük bir seyahatte turist iki tarafı da görmek isteyebilir. Ama şu anda arada koordinasyon sorunları var ve her iki ülke de bunu çok fazla desteklemiyor gibi. Son zamanlarda ülkelerin yakınlaşmasını da gözönüne alarak biz de Ege’yi tanıtan İngilizce bir site yaptık.

İ.K: Bu siteyi yaparken devlet kurumlarından hiç destek aldınız mı?

İ.C: Devletlerden bağımsız özel bir girişim bu. Ama şu anda bir takım kurumlarla görüşme halindeyiz. Yunan içeriğini zenginleştirmek adına.

İ.K: Gazetelere köşe yazıları da yazıyorsunuz. Hem de uzun bir süredir. Nasıl başladınız bu işe?

İ.C: Ben New York’dayken birçok bilgiye erişim imkanım vardı. O zamanlarda daha çok finans sektörüyle ilgiliydi. O sırada madem bu kadar bilgiye erişebiliyorum, neden bunu yorum yazıları ile Türkiye’ye aktarmayayım diye düşündüm. İki deneme yazısı yazdım. Yeni Yüzyıl’a gönderdim. Ve böylece haftada bir kez Amerika’dan köşe yazıları yazmaya başladım. Birkaç yıl sonra Sabah’a geçtim. Ve şimdi de Milliyet’te haftada iki gün yazıyorum.

İ.K: Hala finans hakkında değil ama ?

İ.C: Hayır. Finans ve Wall Street konusunu ilk başladığımda yazıyordum. Daha sonra  ekonomi, siyaset, dış ilişkiler ve kamu konularına girmeye başladım.

İ.K: Seviyor musunuz yazmayı?

İ.C: Yazmak çok hoşuma gidiyor. Çünkü paylaşma olayı var. Özellikle e-postalar sayesinde insanların olumlu–olumsuz reaksiyonunu hızlaca alabiliyorsunuz. Sürekli bir etkileşim içindesiniz yani. Bu beni çok motive ediyor. Benim için bildiğimi, öğrendiğimi paylaşmak çok önemli. Paylaşabildiğim oranda mutlu oluyorum.

İ.K: Bu kadar işin arasında yetiştirebiliyor musunuz bari?

İ.C: Yapabiliyorum. Belki de çok severek yaptığım için hiç zor gelmiyor.

İ.K: Peki birkaç ay sonrası için de aynı şeyi söyleyebilecek misiniz? (Doğum yaklaştı da !)

İ.C: Zaman bulurum gibi geliyor. Zor olacağını biliyorum. İlk aylar bir yavaşlama olacak mutlaka. Zaten bir-iki ay işime ara verip, sonra devam etmeyi düşünüyorum.

İ.K: Yazmayı seviyorsunuz, babanızın yaşadıkları ve sizin edindiğiniz birçok tecrübe ve deneyim var. Yazmayı düşünmüyor musunuz? 

İ.C: Aslında makalelerimi bir kitapta toplamayı düşünüyorum ileride.

İ.K: Peki siyasete girmeyi?

İ.C: 5 yıl sonra olabilir. Mesleki ve özel hayatımda belli bir yere geldikten sonra siyaset yapabileceğime inanıyorum. Siyaset aslında iş hayatına göre biraz daha riskli. Çünkü iş hayatında ne ekerseniz onu biçersiniz. Siyaset de bu kadar düz bir mantık yok. Ama yine de belli bir birikimin paylaşılması adına siyasete girmeyi istiyorum.