AKARE MAGAZINE 2010 / BANKACILIKTAN PASTACILIĞA…GAMZE AKTAN

Her gün ayağını süreye süreye gittiği bankasından, her akşam içi bunalarak çıkıyordu. Evinde yaptığı mis kokulu ekmekleri seyretmek bile ona çok daha fazla keyif veriyordu. Elinin hamuruyla ne işi vardı finans sektöründe. O, eli hep hamurda kalsın istiyordu. Bir gün karar verdi ve ardına bile bakmadan İngiltere’ye gitti. Dünyanın en iyi aşçılık okullarından biri olan

“Le Cordon Bleu” dan Chef diploması aldı. İstanbul’a döndükten sonra Divan Pastanesi’nde çalışmaya başladı. Divan Pastanesi’nde geçirdiği 3 yıl içinde aralıklarla Amerika’daki “Wilton Cake Decoration School’a” devam edip pasta dekorasyonu üzerine 3 ayrı sertifika aldı. Oradan Bebek’te yeni açılan bir cafe-patisserie’nin pasta bölümünün başına geçti.  En sonunda bir arkadaşı ile ortak Türkiye’nin kişiye özel tek restoranı olan Cikare’yi açtı. Şimdi orada enfes pastalar, olağanüstü yemekler yapıyor ve çook mutlu…

Pasta –börek yapma aşkı ne zaman başladı?

Tam olarak şu tarihte başladı demek yanlış olur. Mutfak aşkı insanda ya vardır, ya yoktur…Varsa insanın kendini tanımaya başlamasıyla o aşk da netleşir. Benim gibi şanslı olanlar bunu erken keşfeder…

Öncesinde ne iş yapıyordun?

İktisat fakültesi iktisat bölümü mezunu olmanın getirdiği gereklilik nedeni ile finansal alanda çalışmam kaçınılmazdı. Koçbank’ta bireysel bankacılık bölümünde çalışıyordum.

Bankacılıktan, pastacılığa geçiş nasıl oldu? Yeni bir mesleğe sahip olma istediğini ilk ne zaman fark ettin?

Aslında buna geçiş demek çok doğru gelmiyor. Bankacılık benim tarzıma uymayan bir sektördü, önce bunu kabullenmem gerekiyordu. İşin bu kısmını hallettikten sonra devamı zaten geldi…

O kadar yıl okuyup, çalıştıktan sonra bambaşka bir sektörde en baştan başlamak zor muydu ? Bu başlangıçı yapabilmek için mi İngiltere’ye  gitmeyi tercih ettin?

Ben 30 yaşında hayatımla ilgili böyle radikal bir karar verdiğim için iddialı bir başlangıç yapmam gerektiğini biliyordum. Bunun için de İngiltere benim için en doğru adresti.

İngiltere’de hangi okulun, hangi sertifika programına gittin? Ne kadar sürekli bir eğitim aldın?

Gittiğim okul; “Le Cordon Bleu” isimli Fransız kökenli aşçılık ve pastacılık okuluydu. “Chef” diploması alabilmem için basic-intermediate-superior bölümlerinden oluşan üç aşamalı, bir senelik eğitim programını almam gerekiyordu, ancak ben zamandan kazanabilmek için aynı programı intensive (yoğun) alarak dört buçuk ayda bitirdim.

Aldığın bu eğitim senin gerçekten istediğin mesleğe sahip olmanı sağladı mı ?

Kesin olan bir şey var ki; ben bu eğitimi almamış olsam da yine bu sektörde ve bu meslekte olurdum. Ancak; almış olduğum eğitimin kazandırdığı katma değer sayesinde zamanlama ve kariyer açısından bana öncelik sağladığını görüyorum.

Sence yurtdışındaki eğitimin farkı neydi?

Yurtdışı eğitim herşeyden önce insana özgüven ve disiplin sağlar. Uluslar arası bir ortamda eğitim almak, diğer ülke insanlarıyla tanışmak, hem eğitim hem de kişisel olarak gelişimi çok destekler.

Okulda çok çalışıp, çok yorulman gerekti mi?

Okul normal şartlar altında da  zaten zordu.  Bir de yoğun program olarak almam günde 12-14 saat çalışmamı gerektirebiliyordu. Aşçılık okuluna gidip, yoğun tempodan zayıflamam çok ironikti.

Yurtdışında tek başına yaşamak zor geldi mİ?

Önceden bu anlamda bir tecrübem olmadığı için en başta oldukça zorlandım ama zamanla alıştım tabi ki. Hatta sonrasında, Türkiye’ye dönecek olmak ve tekrar eski düzende aile yaşantıma geçecek olmak beni tedirgin etmeye bile başlamıştı

Giderken yeterince İngilizce bilgisine sahip miydin?

İngilizcem yeterliydi ama orada daha da gelişti. Bunun için okulda Türk arkadaşım olmasına rağmen, kolayı seçmemek için mecbur kalmadıkça onunla konuşmuyordum.

Yeni bir çevre, yeni bir ülke, sil baştan eğitim bunların hiç seni yıldırdığı anlar oldu mu?

En zor ve dayanamayacağımı düşündüğüm anlarda buzdolabımda duran magnet bana güç verdi : “Başlayan herşey biter…

Yurtdışında eğitim sana neler kattı?

İngiltere’de aldığım eğitimde sadece reçeteler ve bunların uygulanmasını değil, aynı zamanda  hijyen, zamanlama, işbölümü gibi mutfak uygulamalarını da öğrenmemi sağladı. Ayrıca özgüvenim artmasına neden oldu.

Eğer o gün bu kararı verip, yurtdışına gitmeseydin, sence şu anda ne yapıyor olurdun?

Eminim yine bu sektörün içinde olurdum ama  daha zorlanarak ve daha geriden başlamış olarak…

Geri döndükten sonra  elinde sertifika diploman ve yeni mesleğinle nerelerden başladın? Hangi yollardan geçtin ?

İlk olarak 5 yıldızlı otellerin birçoğuna başvuruda bulundum. Four Seasons Oteli’yle anlaştığım sırada Divan’dan gelen teklifle kararımı değiştirip orada başladım. Divanda 7-8 aylık bir çalışma sonucunda pastacılık eğitimimin değil ama pasta dekorasyonu konusunda yetersiz olduğumu hissedip, tekrar yurtdışında eğitim almaya karar verdim. Bu sefer tercihim; Amerika Chicago’da bulunan  “Wilton Cake Decoration School” oldu. Ancak buraya devam ederken Divan Pastaneleri’nde çalışmaya da devam ettim. Çünkü burası haftalık ya da 10 günlük eğitimleri yaklaşık 2-3 ay arayla veriyordu. Buradan da üç ayrı sertifika aldım. Divan’da 3 seneye yakın çalıştıktan sonra Bebek’te yeni açılan bir cafe-patisserie’nin pasta bölümünün başına transfer edildim. Cikare’ye kadar da orada devam ettim…

Cikare’yi nasıl kurdunuz ? Cikare’de neler yapıyorsunuz?

Cikare’yi bundan 2.5 sene önce ortağım Güniz ile beraber kurduk. Zaten adı da ikimizin isimlerinden yola çıkarak kondu.  (Güniz,Gamze G karenin ingilizce okunuşu)Cikare’nin en büyük özelliği  restoran olarak tek masasının olması,  mutfağında da, serviste de sadece Güniz ve Gamze’nin olması . Yaptığımız butik pasta ve catering işinde  de yine değişen bir şey yok. Burası Türkiye’nin kişiye özel tek restoranı. Güniz’in de ciddi bir restorancılık geçmişinin olması bizim burada hem pasta hem catering, hem de restoran olarak hizmet vermemizi sağladı.

Bu işi yapmaktan mutlu musun? Hayatının yönünü değiştirdiğin için “İyi ki” mi diyorsun yoksa “keşke” mi?

Bu sektöre girdiği günden beri hergün  Tanrı’ya bana bu olanağı sağladığı için teşekkür ediyorum. Diğer yandan da yaptığım işleri gördükçe de kendimle gurur duyuyorum.

Senin gibi kariyerini değiştirmek isteyen, ya da kısa yoldan meslek sahibi olmak isteyenlere yurtdışında sertifika eğitimlerini tavsiye eder misin?

Tabi tavsiye ederim. Eğer istiyorlarsa mutlaka denemeleri lazım. Yurtdışında alınan sertifika programları insanların yepyeni mesleklere sahip olmalarını sağlayabiliyor.

Ve yurtdışında okumaya gitmek isteyenler için orada yaşadığın tecrübeleri de göz önüne alarak “ aman dikkat” ve “olmazsa olmaz” diyeceklerin neler?

Aman dikkat;  gideceğiniz okulu çok ama çok iyi araştırın. Unutulmaması gerekiyor ki okulun verdiği eğitimin kalitesinden daha da önemlisi sizin beklentilerinizi ne ölçüde karşılayacağıdır.

Olmazsa olmaz;   eğitim alacağınız dili, gitmeden olabildiğince geliştirin.

İngiltere’de geçirdiğin aylar içinde hiç unutamadığın komik bir olay oldu mu ?

Fransız kökenli bir okul olmasına rağmen benim Londra’daki Le Cordon Bleu’yü seçmemin temel nedeni  İngilizce eğitim verilmesi idi. Okulun ilk günü ilk ders, eğitimi veren şef Fransızca konuşmaya başlayınca “Ne yapacağım ben” diye kara kara düşünmeye başladım. Ancak dersin ortasına doğru Fransız Şef’in aslında İngilizce konuşuyor olduğunu anlayabildim. İnanması güç ama öyle bir aksanla konuşuyordu ki pek çok öğrenci benim gibi düşünmüş. Gerçeği kavrayınca hem güldük, hem de derin bir nefes aldık.

AKARE MAGAZINE 2011 / YILLARIN ESKİTEMEDİĞİ SANATÇI ALYA ALGAN

İpek Kigan: Dame de Siont Lisesi’ni okurken, Fransa’ya gitmiş ve liseyi orada bitirmişsiniz. Neden Fransa’ya gittiniz?

Ayla Algan: Annem ressamdı. Ve çalıştığı için çok küçük yaşlarımda bana Fransız bir bakıcı tutmuştu. Fransızca eğitime devam edebilmem için Notre Dame de Sion’ a yazdırdı.  Sonra yine aynı nedenle beni Fransa’daki Lycee de Versailles okuluna gönderdi. 4 yıl orada okudum ve birincilikle bitirdim.

Sonra New York Actors Studio gibi çok önemli bir okulda eğitiminize devam etmişsiniz. Franda’dan Amerika’ya geçişiniz nasıl oldu?

Beklan Algan ile evlendikten sonra eşimin Maden Mühendisiliği eğitimi alması için Amerika’ya gittik. Ben de orada İngiliz Filolojisi’ne girdim. Eşim ve ben tiyatroyu çok sevdiğimiz için New York Actors Studio’nun seçmelerine girdik ve kazandık.

O dönem bu kararınızda sizi en çok kim etkilemişti?

Karar vermem de en büyük etken eşim oldu. Eğitim sürecinde Elia Kazan Joshua Logan gibi sinema rejisörlerinin derslerine de girdik. Bu arada Columbia Pictures’ın Genel Sanat Yönetmeni David O. Selznick (Rüzgar gibi geçti filminin prodüktörü) filmlerde oynamamız için bizi hep seçmelere davet ediyordu. Fanny Brice’ın (Amerikalı, şarkıcı, komedyen, tiyatro ve sinema sanatçısı) hayatını film olarak yapacaklardı, vasiyetinde de bana benzeyen biri ancak hayatımı oynayabilir dediği için beni seçtiler. Bense film çekmek istemiyordum, Hollywood’a da gitmek istemiyordum. Önüme sekiz senelik kontratı uzattıklarında okulumu ve tiyatroyu bırakmak istemediğim için hayır dedim. Ondan sonra bu rol için Barbra Streisand’ı buldular.

New York Actors Studio’da kaç senelik bir eğitim aldınız? Bu okul size farklı neler kattı?

New York Actors Studio’da 4 yıl eğitim aldım. O dönemde üniversitelerde Klasik Tiyatro okunuyordu. Bu tekniğin hem kişisel, hem de sanat çalışmalarıma faydası oldu. İyi oyuncu olmamı sağladı, türleri ayırmamam gerektiğini öğrendim. Kişiliğimi ve oyunculuğumu geliştirdi.

ilk sahne tecrübenizde Amerika’da, üstelik Broadway’de olmuş!

Evet, New York  Actors Studio’ dan yine hocamız olan Wendell K. Philips Actors Repertory Theater ‘ı açtı ve orada  Off Broadway’ de oyunlar oynamaya başladık.

Yabancı bir ülkede sahneye çıkmak zor değil miydi?

Amerika’da yabancılık çekmedim. Orada Kızılderililere ve zencilere yaptıkları ayrımcılık Türklere karşı yoktu ama bu duyguları, Berlin, Schaubühne’de işçi tiyatrosu yaparken, yönetmen ve oyuncu olarak çok yoğun yaşadım. İşçilere ve çocuklarına yapılan ayrımcılıkları gördüm ve onlar kültürlerinden yoksun kalmasınlar diye büyük bir çaba harcadım, hatta çocuğumdan bile dört, beş ay ayrı kaldım.

Ana diliniz olmayan bir dilde oyunculuk yapmak size nasıl zorluklar yaşattı?

Hiç zorluklarla karşılaşmadım.Çünkü hocam; Nurettin Sevim idi.Hocam Fonetik ve Retorik tekniklerini öğretti.Her ikisi de iletişimde çok gerekli olan tekniklerdir.Amaçladığın söylediğin şeyi ifade etmektir.Duygu her dilde aynıdır. Proksemik kuramda ilişkiyi ölçer.Proksemik; Amerikalı antropolog Edward T. Hall’n etimolojiye kazandırdığı bir kelimedir.Vücudumuzun etrafında çevrelediğimiz görünmez bir halkadır. Nasıl bir ülkenin sınırları varsa, devlet o sınırlarından içeri izinsiz girilmesini bir şekilde engelliyorsa, insanlarda da böyledir.Hem sessel hem bedensel ilişkiyi geliştirir.Aldığım eğitimlerin çok çok faydasını gördüm.

Yıllarca yurtdışında yaşadınız, okudunuz, çalıştınız.  Yabancı bir ülkede hangisini yapmak daha zor?

Genelde çok yoğun bir iş ve eğitim yaşamım oldu yurt dışında. Aslında hiçbirinde zorlanmadım. Sadece boş kaldığım zamanlarda sıkıldım. Yurt dışında yaşarken fark ettiğim bir şey de orada aile ve komşuluk ilişkileri yok, yani çok zayıf. Ben konak ilişkilerinin olduğu kalabalık bir aile içinde yetiştiğim için bu durumu çok yadırgamıştım.

Yurtdışında geçirdiğiniz yıllar ve tecrübeler size neler kazandırdı ?

Öncelikle kişiliğimi çok geliştirdi. Çok genç yaşta kimliğimi buldum. Notre Dame de Sion’dan edindiğim donanıma rağmen kişiliğimin gelişmesinde çok faydası oldu. Dışa dönüklük, özgüven, yaratıcılık, kendimi ifade etmem ve sanatsal yaşamımda beni geliştirdi.Ailemden ayrı yaşamanın tecrübesini edindim.

Türkiye’de döndükten sonra’da harika işler yaptınız. Önemli projelere, büyük oyunculuklara imza attınız. Hem oyuncu olarak, hem ses sanatçısı olarak bir çok ödüller kazandınız.  Hangisi sizi daha çok anlattı. Ses sanatçılığı mı, oyunculuk mu?

Ben sanatlarda tiyatro, sinema, müzik, ayırım yapmam.

Bugüne kadar en severek oynadığınız rolünüz hangisiydi?

En zor olan ve erkeklerin de gıpta ettikleri ve en çok oynamak istedikleri, Muhsin Ertuğrul’un koyduğu Hamlet rolünde erkek rolü oynadım.

Kaç yıldır Ekol Drama’da eğitmenlik yapıyorsunuz? Oyuncu yetiştirmek sizi mutlu ediyor mu?

On bir yıldır Ekol Drama’ da kurucumuz olan Gülsen Çaltıl ile Yaratıcı Drama, Reklam, Dizi, Sinema Oyunculuğu derslerini hala devam ettiriyorum.

Evet, oyunculuk eğitimi vermekten büyük mutluluk duyuyorum. Oyuncu, ressam ve şair gibi ölümsüz olmadığı için ben yetiştirdiğim gençlerde ölümsüzlüğü buluyorum.

Yıllardır oyuncu yetiştiren bir eğitmen ve yurtdışında okumuş biri olarak başka ülkede eğitim almak isteyen kişilere neler önerisiniz?

Evet, bilhassa görsel sanatlarda, edebiyatta, dillerde dışarıda yapılan eğitimlerin daha yoğun, daha kimlik geliştirici ve daha araştırmacı olduğunu düşünüyorum. Benim de dışarı da kazandığım bunlardı zaten. İsterim ki onlar sanatsal olarak attıkları ilk adımda dünya çocukları olup, global dünyaya kendi kültürlerini de taşıyarak evrensel  ve çağdaş olsunlar. Sizin hazırladığınız bu eğitim fuarını sonuna kadar destekliyor ve bizim çocuklarımıza geleceklerini hazırladığınız için teşekkür ediyorum.

AKARE MAGAZINE 2008 / BEYAZPERDENİN DOĞAL PERİSİ ÖZGÜ NAMAL

2007 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Kadın Oyuncu ödülünün sahibi Özgü Namal, sinema perdesinde nasıl görünüyorsa, öyle biri. Aynı güzellikte, aynı sadelikte, aynı içtenlikte… Üstelik aşırı yoğunluğunun içinde bize zaman ayıracak kadar da kibar. 

Konservatuar öğrenciyken dil eğitimi için gittiği Amerika’da yaşadıklarını, kazandıklarını, kaybettiklerini, hayallerini, hedeflerini ve canımızın istediği her şeyi konuştuk birlikte…

İpek Kigan: Amerika’da hangi okula gitmiştiniz?

Özgü Namal: 2000 yılında, 3 aya yakın University of California, Los Angeles’ın dil kursuna devam ettim.

Amerika ve University of California, Los Angeles’ı seçmenizde özel bir sebep var mıydı?

Aslında özellikle düşünmemiştim ilk başta. O zaman ASBA Uluslararası Eğitim Danışmanlık şirketinden destek almıştım. Florida’da bir okul vardı, bir de UCLA. Aslında İngiltere’ye gitmek istiyordum ama çok pahalıydı. Daha sonra Amerika’nın hem bütçe, hem de zaman olarak uygun olduğunu düşündük. Hem de UCLA gibi bir okulun dil kursuna gidecektim. Gideceğim okulda önemliydi. Hep beraber, konuşup, danışarak karar verdik.  O zaman öğrenci olduğum için biriktirdiğim parayla gidecektim. Bu yüzden Amerika benim için daha uygun oldu.  Konservatuarın birinci sınıfını bitirdiğim yaz tatilinde gitmiştim.

Gitmeniz tek nedeni eğitim miydi?

Evet, esas amacım dil eğitim idi. Okulda aldığım dil eğitiminin yeterli olmadığını düşünüyordum. Eksik kalan eğitimimi tamamlamak için gittim. Ama Los Angeles mesleğim ile ilgili bir şehir olduğu için de bir çekiciliği vardı. Giderken çok heyecanlıydım. “Oyunlara giderim, film izlerim, Hollywood stüdyolarını gezerim.” diye düşündüm. Nitekim bunların hepsini yaptım da! Los Angeles sinema sektörünün merkezi olduğu için benim için değerliydi.

Gittiğiniz dönem burada hangi işlere imza atmıştınız?

1998’de Affet Bizi Hocam ile dizilere başlamıştım, ondan önce reklamları çekiyordum. Yaz tatili olmuştu, her şeye ara verilmişti. Zaten diziden biriktirdiğim paralarla gidebilmiştim. Şimdiki kadar popüler değildim ya da tanınmıyordum ama benim hayatım aynen şimdiki gibi devam ediyordu. Mütevazi bir şekilde işimi yapıyordum. Amerika’dan döndükten sonra da Yeditepe İstanbul dizisine başladım.

Yurtdışında aldığınız eğitimin faydasını gördünüz mü? Size ne gibi kolaylıklar ve avantajlar sağladı?

Açıkçası ilk döndüğüm zamanlarda İngilizce konuşacak yer ve durumlarla çok karşılaşmadım. Dil kursumu bitirir, bitirmez konservatuarın 2.sınıfına başladım zaten. Dolayısıyla Türkçe bir eğitim aldığım ve sonrasında da oyuncu olarak da İngilizceyi çok fazla kullanacak yerim olmadı. Ama tabii ki hayatımda çok önemli bir yer var. Hala İngilizcemi geliştirmek için uğraşıyorum. Aksan çalışıyorum. Yabancı dil bilgisinin özellikle bir oyuncunun hayatında çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca zaman zaman yabancı görüntü yönetmenleri veya yönetmenlerle çalışıyoruz. Mutluluk filmindeki görüntü yönetmeni  yabancıydı mesela. İşimiz gereği konuşuyoruz. Sonra yurtdışında jüri üyeliği yapıyorum. Sarajevo’ya gittim. Orada da anlaşma dili olarak İngilizceyi kullandım. Elbette hayatımda önemli bir yeri var ve giderek de artıyor. Ben de elimden geldiğince peşini bırakmamaya çalışıyorum.

Bu ilk uzun süreli yurtdışı seyahatiniz miydi? Ne gibi zorluklar ile karşılaştınız?

Evet, uzun süreli ve yalnız olarak gittiğim ilk yurtdışı seyahatiydi. Açıkçası çok zorlukla karşılaşmadım. Bu tip konularda tenzih edeceğim kendimi. Belki aklıma kötü bir şey getirmediğimden, pozitifliğimden veya yaşama Pollyanna gibi baktığımdan olsa gerek hiç ters bir şey gelmedi başıma. Ne korktum, ne kendimi çok yalnız hissetim. Ailem uzaktaydı, özlüyordum, her gün onlarla telefonda konuşuyordum ama onlardan uzak olmayı sorun haline getirmedim. Her sabah kalkıp, otobüse biniyor ve okuluma gidiyordum. Aile yanında kaldım. Hem Türk, hem yabancı arkadaşlar edindim. Ortam çok düzgündü. Okul, kampüs çok güzeldi. Çok fazla param yoktu. Ama öğrenci duygusuyla, amatör duyguyla açıkçası başıma en ufacık bir aksilik gelmedi. Sadece gidişte uçakla ilgili bir problem oldu. İsmim çıkmadı listede. Buradan New York’a uçtum. New York’tan Los Angeles’a uçacaktım. LA uçağında adım çıkmadı. New York’da beni misafir edip, yatırdılar. Aksilik olarak görmek isterseniz, bu söylenebilir. Ama benim için aksilik değildi bu. Hayatımda ilk defa  21 yaşımda New York’da 1 gece güzel bir otelde kaldım. Sokaklarda gezdim, dolaştım. Hani bu aksilikse, seveyim böyle aksiliği. İyi ki adım çıkmadı listede. Başıma gelen en kötü şey buydu.

Oraya gittiğinizde İngilizceniz orta seviye miydi?

Evet.

Bu konuda özellikle ilk dönemlerde sıkıntı yaşadınız mı?

İlk başlarda anlama ve anlaşma konusunda sıkıntım oldu. Amerika’da çok ciddi bir aksan sorunu var. Alışkın olmadığımız bir aksan ile konuşuyor insanlar. Bir de sokakta çalışan insanlar Amerikalı değil. İspanyol, İtalyan, Meksikalı, değişik ülkelerden göç etmiş insanlar.  Bir Meksikalıyı anlamakla, bir Amerikalıyı anlamak çok farklı.  Otobüs şoförlerinin dediğini bile anlamıyordum başlarda. Ama daha sonra yoluna girdi her şey. Zamanla alıştım. Zorluk olsa da sonuçta çok önemli bir şey kazandığım için tatlı bir zorluktu.

Yurtdışında edindiğiniz tecrübeler oyunculuğunuza nasıl bir katkı sağladı sizce?

Genellikle kendi toprağımdan insan figürleri oynadığım için, oradaki gözlemlerimin oyunculuğuma nasıl bir katkısı olduğunu bilmiyorum açıkçası. Ama döndüğümde çok enerjik olduğumu hatırlıyorum. Kendime güvenim artmıştı. Tek başına bir iş başarmanın duygusu gelmişti üstüme. Kazandığım o güven duygusu hataya bakış açımı değiştirmiştir mutlaka, dolayısıyla oyunculuğuma da etkisi olmuştur.

Fırsatınız olsa tekrar yurtdışında bir eğitim almak ister miydiniz?

Kesinlikle isterim.

Hangi konuda?

Her konuda. Ben bir eğitim açgözlüsüyüm. Her konuda eğitim alabilirim. Öğrenmekten asla sıkılmam. Hayatımı adarım. Dans olabilir bu, bir şey çalmak olabilir. Şarkı söylemeyi seviyorum. İspanyolca öğrenmek istiyorum. Hepsi olabilir. Öğrenmenin sınırı yok. Ben hayatımın sonuna kadar öğrenci olarak kalacağım. Hiç yorulmayacağım. Yeni şeyler öğrenmeye bayılırım.

Önce hangisinden başlamak isterdiniz?

En yakın olarak İspanyolca öğrenmek istiyorum. Ceran diye bir dil okulu var. Merkezi Belçika’da. Ama İngiltere ve İspanya’da da şubeleri var. Fırsat bulursam Madrid’deki okuluna gitmek gibi bir hayalim var.

İspanyolca öğrenmek istemenizin belli bir nedeni var mı?

Çok beğendiğim bir dil. Ayrıca sinemasını sevdiğim bir ülke. Yönetmenlerine ve oyuncularına olan hayranlığım da bu isteğimi destekliyor. Bir de festivallere gittiğim zaman tanıştığım insanlar, tip olarak İspanyolları andırdığım için bu dili konuşuyor olmamın oyunculuğuma faydalı olacağını söylüyorlar.

Klasik bir Hollywood filminde rol almak ister miydiniz?

Böyle bir teklif gelirse değerlendiririm tabii. Ama Amerikan sinemasına çok yakın hissetmiyorum kendimi. O cilalı, parlak, herkesin ve her şeyin çok güzel, bütün hayatların şahane olduğu filmler çok bana göre değil. Ben biraz daha bağımsız yapımları, biraz daha kendi içinde özerk olan, derdi olan, bir politikası olan yapımları seviyorum. Dolayısıyla Avrupa sinemasını kendime daha yakın buluyorum. Hollywood’da da bağımsız yapımlar var.

Geleceğe yönelik planlarınızda uluslar arası projelerde yer almak var mı?

Tabii. Uluslar arası projelerde yer almayı çok isterim. Zaten bunun için bir takım çalışmalarımız var. Gittiğimiz festivallerde kurduğumuz bağlantılar var.  Ben Türk sinemasını dünyaya açılmak üzere, bir bağ olarak görüyorum. Yurtdışında bizim hakkımızda duyulan önyargıyı kırmak üzere bir araç olarak görüyorum. Bunu da kendi ülkemdeki insanlarla yapmaktan gurur duyuyorum. Buradan dışarıya açılmak beni her zaman daha fazla mutlu eder. Ben bunu yaşadım. Mutluluk filmi dünya festivallerinde yarışırken,  o festivallere gittim.  Oralarda hiç tanımadığım insanların  “Böyle bir filmle Türkiye’den geldiniz ve yüreğimize dokundunuz.” demesi benim için çok daha önemli. Sinema bir araçtır. Kendimizi ifade etme şeklimizdir. Ne kadar ilerlersek, o kadar iyi.

Çok hareketli, cesur bir görüntünüz var? Yurtdışında çılgınca şeyler yaptınız mı hiç? Mesela Bungee Jumping gibi?

7-8 arkadaş, araba kiralayıp Las Vegas’a gitmiştik. Orada bir otel vardı. Şırınga gibiydi şekli. Onun en üst katında Big Shot diye bir şey vardı. Sizi oturduğunuz yerden koltukla beraber 30-40 metre yukarıya fırlatıyordu. Korkunç bir şey. “Asla yapmam.” dedim. Ama arkadaşlarım çok ısrar edince denedim. İnanılmaz bir şeydi. Yaptım, bir daha yaptım arkasından. Bungee jumping’in tam tersi aslında. Ama sanırım daha keyiflisi. En çılgın deneyimim buydu.

Oyuncu olarak en büyük hedefiniz nedir? 

Oyuncu olarak en büyük hedefim, hayatım boyunca sinema filmi yapmak. Daha fazlasında hiçbir şekilde gözüm yok. Çok güzel roller oynamak istiyorum. Her biri, diğerinden iyi olsun istiyorum. Sağlığım yerinde olduğu sürece en büyük idealim bu

Sinema tiyatrodan daha önemli sizin için sanırım.

Seçim yapmıyorum, ikisini de ayrı değerlendiriyorum. Tiyatroyu da çok seviyorum. Zaten ben tiyatro oyuncusuyum. Eğitimimi bu yönde aldım. Ama sinema ile başka bir bağım var.  O 25 metrelik perde beni çok etkiliyor, büyülüyor.

Sinema filminin mutfağını, o sahnelerin nasıl çekildiğini çok iyi bilmenize rağmen yine de aynı etki ile seyredebiliyor musunuz?

Film güzelse, beni içine katıyorsa, evet seyredebiliyorum. Ama katmıyorsa o büyü bozuluyor tabii. Bütün hatalarını görebiliyorum o zaman. Ama film iyiyse kendime “Saçmalama Özgü, bu sadece bir film.” diyecek kadar da kendimi kaptırabiliyorum.

Peki Özgü olarak en büyük hayaliniz nedir?

Bir çocuğum olsun istiyorum. Ama şart değil. Olmazsa da üzülmem açıkçası. Bazen hayat senin planladığın gibi gitmiyor. Çok sevdiğim bir laf vardır. “Tanrıyı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset!” diye. Bu yüzden planlarımdan bahsetmek istemiyorum. Ne zaman, ne olacağı belli olmuyor çünkü.

Son olarak yurtdışında eğitim almak isteyen gençlere tecrübelerinizden faydalanarak neler söylemek istersiniz ?

Bu yaşlarda ne söylersen söyle, bir kulaklarından giriyor, bir kulaklarından çıkıyor. Ben de öyleydim. Fakat insanın aklı sonradan geliyor. En azından yurtdışında geçirecekleri zamanı çok iyi değerlendirsinler derim. Korkmasınlar, cesur olsunlar. Yalnızlığa alışsınlar. Arkadaş edinmeye baksınlar. Kültürlere, farklılıklara takılmasınlar. Önyargılı yaklaşmasınlar. Her türlü fırsatı kendi lehlerine çevirmelerini tavsiye ederim. Bunlar benim yaşama dair kendi ipuçlarım.