TUTULMALAR KADERSEL DEĞİŞİM SÜREÇLERİ

astroloji - son kopya

Bol tutulmalı bir yıla giriyoruz. 2020 yılında, tam 6 tutulma gerçekleşecek. Ama tutulmalar astrolojik olarak etkisini genellikle 1-2 yıla kadar hissetirebildikleri için biten senenin 26 Aralık günü 4 derece Oğlak Burcunda gerçekleşen Güneş tutulması ile beraber toplam 7 tutulma bu yıla damgasını vuracak diyebiliriz!

2020 yılı oldukça güçlü ve özel bir yıl olacak. Tutulmalar ile birlikte çok önemli gezegen kavuşumlarının yaşanacak olması, yıl içinde birçok gezegenin neredeyse aynı dönemlerde geri gidecek olması bu yılın başlı başına önemli, büyük değişimlere açık, yeniden yapılandırma sürecinin aktif olduğu, başka bir çağa adım atmaya doğru giderken her türlü çürümüş, işe yaramayan şeylerin temizleneceği, temizlenirken de zaman zaman zorlayacak bir yıl olduğunu gösteriyor.

Nasıl bir doğum sırasında annenin sancılanması, o doğumun gerçekleşebilmesi için gerekli zemini hazırlıyor ve bebeğin dünyaya gelebilmesinin en önemli destekleyicisi oluyorsa, bu zorlanmalar da yeni, farklı ve aydınlık bir sürece giden yolun destekleyicileri aslında.

3 Güneş ve 4 Ay tutulmasıyla yoğun bir yıla giriyoruz madem, ben de astronomik ve astrolojik olarak bu konuyu yakından anlamak isteyenlere ışık tutmak istedim. Ama araya girmeyin de 8. tutulmayı yaşamayalımJ

Güneş Tutulmasına Bakalım Önce…

Güneş tutulması; Ay, Dünya ile Güneş arasına girip, hepsi tam bir hizaya geldikleri zaman gerçekleşir.  Ay, Yeniay evresindedir. Hepsinin yörünge düzlemi farklı olduğu için her turda aynı hizada bulunmazlar. Bu nedenle her yeniay bir tutulma değildir.

Yılda en az 2, en fazla 5 defa Güneş tutulması olabilir.  Ay’ın Güneşi kapatma şekline gore tam, parçalı ve halkalı olmak üzere 3 tip tutulma meydana gelir. Tam güneş tutulması, yani Güneşin tam olarak örtülmesi hali hem astronomik, hem astrolojik olarak çok daha önemli kabul edilir.

Güneş tutulmaları her 18 yıl 10 günde bir kendi içinde tekrarlanan serilere sahiptir. Döngü içinde döngü diyebiliriz yani J

Güneş tutulması özellikle astronomik bilginin tam olmadığı dönemlerde insanların hatta tüm canlıların bu olaydan büyük korku duymasına neden olmuştur. Işık ve ısı kaynağı Güneş’in aniden kararması, insanların içine şok duygusuyla karışık büyük bir korku salmış, ve sonra yeniden ortaya çıkması ile de korku yerini rahatlama ve şükür duygularına bırakmıştır.

Astrolojik olarak Güneş tutulması da, benzer şekilde ani bir şekilde gelişen olayları ve kişinin bu yeni duruma adapte olmaya çalışmasını anlatır.

Kadersel olarak gerçekleşen -yani olmazsa olmaz durum- daha önce bilinmeyen bir alan olduğu içi korku, panik, endişe duyguları yaratabilir.

Aslında tutulmalar yaşamımızın karanlık alanlarının aydınlanmasına, bir şeylerin görünür olmasına neden olurlar. Kişinin hayatında eskimiş, işe yaramayan, ertelenmiş ne varsa onu değiştirmesini sağlayacak gücü sağlarlar.

Güneş Tutulmaları daha çok toplumsal ve coğrafik olaylarla ilgilidir ve etkisi daha geneldir. Ama özellikle doğum haritalarımızda kişisel bir gezegen veya noktanın üzerinde gerçekleşirse o gezegenin haritamızda anlattığı konuya göre hayatımızda etkisini gösterir. Yaşanan her ne ise kadersel olarak hayatımıza girme zamanı gelmiştir ve bizi ruhsal olarak geliştirecek, büyütecektir.

Anne karnında geçirilen doğuma en yakın güneş tutulmasının, ruhun yolculuğu hakkında çok şey söylediği, ruhun genel eğilimlerini anlattığı düşünülür. Tutulma doğuma ne kadar yakın zamanda gerçekleşmişse etkisi de o kadar fazla hissedilecektir.

Ay Tutulmaları ise…

Dünya’nın Ay ile Güneş arasına girmesi ile oluşur. Dünya’nın gölgesi Ay’ın üzerine düşer ve onun ışığını kapatır. Dolunay zamanlarında olur. Ve dünyanın gece olan tarafında her yerden gözlenebilir.

Astrolojik olarak Ay tutulmaları çok daha fazla duygusal durumlarla ilgidir. Çünkü Ay, duyguları anlatan göstergedir. Ev, aile, duygular, anne, annelik, bir erkek haritasında eş konularını gösterdiğinden daha içsel etkileri tetikler ve ön plana çıkarır.

Güneş Tutulmaları ani ve hızla gelişen başlangıçlara sebebiyet verirken, Ay Tutulmaları daha çok olayları netleştirir, sonuçlandırır. Aslında birbirini tamamlayan bir sistem olarak çalışırlar. Ay tutulmaları, Güneş tutulmalarının hayatımızda başlattığı şeyin sonuçlanması için gereken gelişmelerin açığa çıkmasına neden olur. Tabii etkilerinin 6 ay kadar devam ettiğini unutmamak gerekir.

Bu dönemde stres düzeyi yüksek olabilir. Duygusal dengeyi sağlamak zordur. Bu nedenle önemli kararlar almak için uygun zamanlar değildir. Biraz içe çekilmek iyi hissettirebilir.

Tabii Ay Tutulması da özellikle doğum haritamızda önemli bir noktayı tetikliyorsa bu konular yaşamımızda deneyim olarak karşımıza gelecektir.

Astrolojide tutulmalar kadersel süreçleri anlatır. Rolünün gelmesini perde arkasında bekleyen bir aktör gibidir. Zamanı geldiğinde sahneye çıkacak ve olması gereken olmaya başlayacaktır…

 

2020 Tutulmaları

26 Aralık 2019                                     Güneş Tutulması               04 derece Oğlak Burcu

10 Ocak 2020                                        Ay Tutulması                     20 derece Yengeç Burcu

5 Haziran 2020                                    Ay Tutulması                     15 derece Yay Burcu

21 Haziran 2020                                 Güneş Tutulması                00 derece Yengeç Burcu

5 Temmuz 2020                                  Ay Tutulması                      13 derece Oğlak Burcu

30 Kasım 2020                                    Ay Tutulması                      08 derece İkizler Burcu

14 Aralık 2020                                     Güneş Tutulması               23 derece Yay Burcu

 

İDEALİST RUH ECE ÇİFTÇİ

Hillsider Magazine 95 - Ece Ciftci_1

Şimdi bir çocuk düşünün. 14 yaşında yaşam amacının farkına varıyor. Ve o andan itibaren bu amaç için yaşamaya başlıyor. Üniversite zamanı geldiğinde  Sosyoloji okumaya başlıyor ve bölümünü 3 senede bitiriyor. Oxford ve Harvard üniversitelerinden yüksek lisans için kabul edilmesine rağmen ülkesinde kalıp, çocuklara fayda sağlamak tüm gücüyle çalışmaya devam ediyor.

23 yaşında,  genç kadınların ülkelerindeki kadın sorunlarını aktarıp çözümler geliştirdiği  G20 ülkelerinin katılımıyla yapılan Genç Kadınlar Zirvesi’nde Türkiye’yi temsil ediyor. NYU, Sorbon gibi üniversitelere konuşmacı olarak çağrılıyor. Amerika Dışişleri Bakanlığı tarafından seçilen Sivil Toplum Kuruluşlarının en önemli 10 kişisi tarafından ödüle layık görülen ilk Türk oluyor. Avrupa Parlamentosu tarafından davet ediliyor ve sadece bir kaç hafta önce ise eğitimi ve eğitim girişimcilerini uluslararası zirve ile Dubai’de buluşturan GFEL tarafından ödül alan ‘en genç’ eğitim ve sosyal girişimçi oluyor.

Ama en önemlisi kurduğu SosyalBen Vakfı ve SosyalBen Akademi ile bugün 72 ilde, 10 topluluğu, yüzlerce gönüllüsü ile 11 ülkede 35.000 çocuğun hayatına konuk oluyor.

Bunca işi, hizmeti yapan, çocukken içinde büyüyen duyguya sımsıkı tutunarak toplumsal kalıpları, olması gerekenleri önemsemeden binlerce çocuğun gönlüne ulaşıp, onların da kendilerini var edebilmeleri için kocaman dev bir kanal yaratan Ece Çiftçi bugün sadece 26 yaşında! Ve hepimize temiz ve iyilik üreten bir kalbin, geniş bir vizyonun, idealist ve kendine inanan inatçı bir ruhun yaşı kaç olursa olsun dünyayı değiştirebileceğini hatırlatıyor!

Bence çocuk denecek yaşta, genç; genç denecek yaşta olgun bir yetişkin olmuşsunuz. Çocukluğunuzu doya doya yaşayabildiniz mi?

Evet, hem de inanılmaz bir çocukluk yaşadım. Belki de çocukluğumu bu kadar derin ve özgür yaşadığım için insanların “çocuk” baktığı yaşta fikirlerim ortaya çıktı. Eğer o dönemi yaşayamasaydım belki de fikir ileride çıksa bile onu dikkate almayacaktım. Çocukken de hep duyarlıydım, bu bence hem öğretilebilir hem de biraz içten gelen bir şey. Herkes içinden geçen ilgi alanını bulduktan sonra bu dünyada düzeltemeyeceği şey yok diye düşünüyorum. Ama bunun da en önemlisi her açıdan sağlıklı bir çocukluk geçirmek. Çocuklukta aslında birçok kimlik özelliklerimiz kodlanmaya başlıyor. Bu kod doğru işlenirse en basiti ama en önemlisi “mutlu” bireyler ve vatandaşların olduğu bir toplum inşa etmiş oluyoruz. Ben bu anlamda hep şanslıydım. Doya doya yaşadığım bir çocukluk dönemim oldu. Ama bunu yaşarken de her zaman etrafımdaki diğerlerinin farkındaydım. Bu da benim çocuk yaştaki farkındalığımı güçlendirdi.

Nasıl bir çocuktunuz? Sizi tanıyanlar ilerde böyle lider ve fayda üretecek bir projenin mimarı olabileceğinizi tahmin eder miydi?

Hatırladığım kadarıyla hareketliydim ve hep girişkendim. Ben başkasından beklemeden gider diğer çocuklarla konuşur ve oyunu kurardım. İleride lider olur derler miydi onu çevreme sormak lazım ama duyarlılığım ve sosyalliğimden yola çıkarak insanlarla birlikte, onlara dokunarak bir iş yapacağımı hep ön görmüşler. İlkokul ve ortaokulda tiyatroyla ilgileniyordum, o da benim insanlarla olan iletişimime çok şey kattı. Ama ben dahil kimsenin aklında SosyalBen yoktu. Doğru gözlem, doğru farkındalık ve doğru zamanda adım atmak bugün beni ve SosyalBen’i buluşturdu. İyi ki de buluştuk J

Size baktığımızda ilk çağrıştırdığınız duygu “idealizm”. Bu yapınızı besleyen ve büyüten rol modelleri kimlerdi?

Ben bir kişiyi rol model almak yerine tanıştığım her kişinin beğendiğim bir özelliğini kendime rol model alıyorum. Böylece birden fazla konuda birden fazla rol modelim oluyor, bu çeşitlilik de beni besliyor. Benim her zaman yaptığım en temel hareket, tıkandığım veya hayata geçirmek istediğim bir konuda her adımı etrafımdakilere mutlaka sormak.  Herkesin farklı bakış açısı ve yorumu üzerinden konuyla ilgili ortak bir nokta çıkarıp, onun üzerinden işi tekrardan tasarlar veya tasarladığım yerden daha derin ilerlemeye başlarım. Yeni bir adım atarken mutlaka onlardan hem eleştiri hem de öngörü almayı tercih ediyorum. Böylece hem hata oranı azalıyor, hem de o işe, projeye başlamadan önce büyük resmi kuşbakışı görmek iyi bir yol haritası oluyor.

Mesela SosyalBen’in her sürecinde başta ailem, arkadaşlarım, heyet üyelerimiz, destekçilerimiz ve gönüllülerimiz olmak üzere bütün hedef kitlemizden akıl aldım. Çünkü bu süreci yürütenlerle bunu yaşayanların ortak dilde konuşması ancak işi büyütüp verimini arttırabilirdi. Ama tabi ki bazı kişilerin süreçteki etkisi apayrı benim için. Örneğin, sivil toplum yönetimi konusunda her zaman İbrahim Betil’in kapısını çaldım, çalmaya da devam ediyorum. Girişimcilik, kadın liderlik ve sürdürülebilirlik konusunda Emine Sabancı Kamışlı’nın bana tavsiyeleri her zaman kulağımdadır.

Sizi araştırırken 14 yaşında dinlediğiniz bir konferansın bakış açınızı değiştirdiğini okudum. O kadar küçük yaşta size bu kadar büyük ve geniş bakış açısı kazandıran konferansın konusunu ve sizi neden etkilediğini anlatır mısınız?

Hiçbir zaman çok çalışsam da, matematik ve geometriden yüksek not alamadım. Bir gün yılsonu gösterisi için keman çalarak sahneye çıktığımda şunu fark ettim ki; iyi matematik yapan arkadaşım da sahneye çıktı, ben de! O da alkışlandı, ben de! O zaman kendimce, başarının sadece matematik yapabiliyor olmaktan geçmediğini anladım.

Sonra okulumuza Nepal’den aktivist bir profesör geldi ve başkalarına yardım etmeyle ilgili çocuklara yönelik yaptığı projeleri anlattı. İlk defa başkaları için bir şey yapan ve uluslararası alana taşımış birini tanımıştım ve çok etkilendim. Bizi de projesi için davet ettiğinde, nasıl dâhil olabilirim diye düşünmeye başlamıştım. 9’uncu sınıftaydım, tabii ki aileme sorduğumda gitmeme izin vermedi. Ama o dönemler benim fikrimin kuluçka zamanıymış, sadece haberim yokmuş! Sonra okulumuzda var olan müzik, fotoğraf gibi atölyelerimizi imkânsızlıklar nedeniyle ulaşamayan çocuklara götürmek için bir proje yapmaya karar verdim ve tüm yolculuk bu farkındalıktan sonra başladı. SosyalBen’in temellerini atmaya başladım.

Hillsider Magazine 95 - Ece Ciftci_2

Genç yaşlarda işinize karar verip, harekete geçtiğinizde çevrenizden nasıl tepkiler aldınız?

Bir hayal için yola çıkarken aslında ilk adım, hayalinize önce kendinizin inanması.Kendiniz gerçekten güçlü bir şekilde buna inanıyorsanız bir süre sonra insanları ve çevrenizi buna dahil etmek bence daha hızlı ilerleyen bir süreç oluyor. Hızlı ama kolay olmayan. Ben biraz daha belki şanslıydım, bunu da her zaman söylerim, ailem en başından beri beni en çok destekleyen ve hayallerime ilk inanan kişiler oldu. O yüzden SosyalBen Vakfı bugün 72 ilde, 10 topluluğu, yüzlerce gönüllüsü ile 35.000 çocuğun hayatına 11 ülkede konuk olduysa bu sadece benim değil ailemin de bana olan desteğinin başarısı diye düşünüyorum. Çevremdekiler yaptıklarımızı hep değerlive önemli buluyordu ama ilk yurtdışı ödülü ve ülke temsiliyetlerim başladıktan sonra sivil toplumun ve sosyal girişimciliğin bir projeden daha çok profesyonel bir iş ve hatta uluslararası kamuoyunda yer edinebilecek bir değer olduğunu fark ettiler. Özellikle Harvard ve Oxford’a gitmemeye karar verdikten sonra ailemden daha çok çevrem tepki gösterdi, o dönemi yönetmek benim için de biraz sıkıntılı ve zor olmuştu.

SosyalBen ismini nasıl ve neden seçtiniz?

SosyalBen ismi yarışma formunu doldururken aklıma geldi. Daha öncesinde o yarışmaya başvururken, başvuru formunu ilk açtığımda ilk soruda elendiğimi düşünmüştüm, çünkü bir adı yoktu projenin. Sonrasında NYU’da aldığım bir eğitimde iyi fikrin herkesin bilinçaltında olduğunun ve bu doğru zamanda ortaya çıktığında başarılı fikirlerin başlangıcı olduğunu söylemişti bir hocamız. Benim de yarışmada formu doldururken yaptığım projeye “SosyalBen” adını vermekle iyi fikrim ortaya çıktı. SosyalBen çocukların bizim eğitimlerimizi aldıktan sonra kendini değerlendirme süreci. “Evet, ben yeteneklerimin farkındayım, sosyal kimliğimi keşfettim.” deme süreçlerine ben ‘SosyalBen’ ismini verdim.

Çalışmanızda hedefi olarak neden  7-13 yaş dezavantajlı çocukları seçtiniz? Burada ‘dezavantajlı’ olarak ifade etmek istediğiniz tam olarak nedir?

 7-13 yaş grubu alt yapı, konservatuvar, dans akademileri gibi yetenek bazlı yönlendirme adına en önemli yaş aralığı o yüzden bu grupla çalışıyoruz. Bizim öğrencilerimiz ekonomik ve sosyal anlamda bir dezavantaj yaşıyorlar. Taşımalı eğitimde öğrenim gördükleri için kendi yeteneklerini keşfetmeye yönelik herhangi bir sosyal aktiviteye ekonomik ve coğrafi şartlardan dolayı katılamıyorlar. Taşımalı eğitim köyleri il ve ilçelere 1.5, bazen 2 saat uzaklıkta oluyor. Bu da aile ekonomisi için ulaşım ücreti demek, bu ücretinde çoğu zaman aile ekonomisine olumsuz etkisi oluyor. Diğer bir dezavantajda çocukların köy okulları merkezden uzak olduğu için servis saati ile etkinlik saatlerinin örtüşmemesi yine çocuğun bu çalışmalara (ücretsiz de olsa) katılması önünde ket oluşturuyor. Biz de bu noktada devreye giriyoruz. Köy enstitülerinin modern hali olarak düşünebilirsiniz bizi. ‘Çocuk ulaşamıyorsa biz ona getirelim’ diyoruz. Bu ilk hedefimiz bu.7-13 yaş arasında ekonomik anlamda dezavantajlı olanaklara sahip çocukların yeteneklerini keşfetmek ve geliştirmek için atölye ve eğitim programları gerçekleştirmek

İkinci hedefiniz nedir?

İkincisi, ülkemizde ve dünyada gönüllülüğün yaygınlaştırılması. Store ve Akademi, Vakfı fonlamak için oluşan sosyal girişim modelidir. Store kısmında anlaşmalı olduğumuz e-ticaret ve perakende zincirlerinde karı vakfa aktarılan kırtasiye ürünlerinin satışını ve ürün tedariğini gerçekleştiriyoruz. SosyalBen Akademi ile gönüllüğü, eğitim kurumları, kurumsal firmalar ve bireysel öğrencilere öğretiyoruz.

Bu çalışmaların sağladığı faydayı somut olarak görebiliyor musunuz?

Bu çalışmalar doğrultusunda aldığımız çıktılar gerçekten çok mutlu edici. Mesela dans yeteneğini keşfettiğimiz bir SosyalBen Çocuğu şu an Tan Sağtürk Akademi’de eğitimine devam ediyor. Bir de Spor Atölyesi Destekçimiz Özge Kırdar ile birlikte hayata geçirdiğimiz SosyalBen Vakfı Voleybol Takımı var. Bu takımda bulunan 12 kızımız voleybol kulüplerinin alt yapısında. Gönüllü elçimiz Yalın ile birlikte sahneye çıkan müzik grubumuz var. Onlar bu sene yetenekleri doğrultusunda yönlenecek. Destekçi oyuncularla düzenlediğimiz oyun atölyelerimiz var, oradaki öğrenciler de Mart 2020’de Mardin’de birlikte yaşamaya yönelik büyük bir oyun sergileyecekler. Somut faydayı hem sahada, hem de sonrasın da yönlendirmelerimiz ile görmek bizi çok duygulandırıyor. 2020’de SosyalBen çalışmalarının çocuklar üzerindeki etkisini anlatan bir araştırma da yayınlayacağız. Destekçilerimiz ve gönüllülerimizle yaptığımız SosyalBen saha çalışmalarını daha görünür kılmak istiyoruz.

Çocuklar için çalışmak, onlarla iç içe olmak size neler kazandırdı?

Benim çocuklardan öğrendiğim en temel şey küçük şeylerden mutlu olmak. Hepimizin aradığı şey aslında mutluluğun kendisi. Başarı da o yüzden bizi mutlu ediyor.

Çocuklarla sahada olmak, onlarla zaman geçirmek, onlara konuk olmakta bana ufacık şeylerden mutlu olmayı ve bunu bir hayat felsefesi haline getirebilmeyi öğretti. Bu da bütün beklentileri aslında sıfıra indiriyor.

‘Toplumsal fayda’ gerçekten tam olarak nasıl sağlanır sizce? Bu sadece gönüllük ilkesi ile yürüyen bir fayda türü mü olmalıdır? 

Gönüllük aslında bir vatandaşlık görevi. Gönüllü olan ve olmayan diye ben iki ayrı grup kabul etmiyorum. Çünkü bu yapmamız gereken. Bu topraklardan aldığımızı, bu topraklara geri verme süreci. Paylaşım ekonomisi aslında. Bu sadece gönüllülükle olur mu, olmaz mı tartışılır. Aslında gönüllük bunun bir üst boyutu. En temelde bu bir vatandaşlık görevidir. Nedir mesela yere çöp atmamak, sokaktaki hayvana mümkünse yemek verebilmek, veremiyorsak zarar vermemek. Çok basit şeylerden  bahsediyoruz. Mesela giymediğimiz eşyaları çöpmüş gibi kampanyalara vermek değil de özenli ve temiz bir şekilde verebilmek. Sokağa tükürmemek gibi. Bunlar aslında bizim yapmamız gereken vatandaşlık görevlerimiz. Ahlaki görevlerimiz. Gönüllük bunun biraz daha kurumsal hali.  Orada spesifik bir dert belirleyip ona kafa yoruyoruz. Toplumsal fayda için illa bir dernekte, bir STK’da, bir kulüpte çalışmak gerekmiyor. Herkes bir şey yapmalı bu gezegen için. Benim altını çizmek istediğim diğer konu ise bu dertler sadece ülkenin, şehrin, mahallenin sorunu değil. Bunlar yaşadığımız gezegenin sorunu. Bunlara daha bütünsel baktığımız bir süreç aslında gerçek toplumsal fayda.

Nerelere gittiniz bu proje kapsamında?

Yurtiçinde hemen hemen  bütün illerine gittim. Vakıf ile birlikte 72 ile gittik. Uluslararası alanda da gelişmekte olan ülkelerde bunu yapıyoruz. Yani yine aslında sıkıntının nitelikli eğitime erişmek olan yerlere gidiyoruz. Mesela -27 derece de Moğolistan’da çalıştım. Afrika’da Gambia da, Hindistan’da, Makedonya’da, Nepal’de, Kamboçya’da çalıştım. Buradaki modelin aynısını götürüyoruz. O yüzden diyorum bunlara sınırlayıcı olmayan bir perspektiften bakmak gerekiyor. Bu dert Hindistan’da da aynı, Moğalistan’da da aynı, burada da aynı. Buna doğru çözüm önerileri ile gidildiğinde sürdürülebilir bir toplumsal faydadan bahsediyoruz.

Arzu edenler SosyalBen projesi için ne şekilde destek verebilir?

SosyalBen Vakfı’nın iki grup destekçisi var. Birincisi gönülleri. Onlar 18-25 yaş arası üniversiteli gençler. Oradaki derdimiz aslında öğrenci çalışma hayatına atılmadan, arka mahallede neler oluyor, ülkesinde neler oluyor bunu görmesi. Hayatında en az bir kere tam anlamıyla gönüllük çalışması yapması.

 Bir seferlik gelip katılabiliyorlar mı?

Üniversite birinci sınıfta gelen gönüllümüz, 4. Sınıfa kadar bizimle.  Sonra bir yol ayırımına geliyor. Ya vakfımızda çalışıyor, ya da destekçimiz oluyor. İkinci grup sahada bizimle olamayıp, 25 yaş üstü ama SosyalBen olmak isteyen kişiler. Bu kişiler bizimle çok şey yapabilir. Atölye koçumuz olabilirler, ilgi alanları doğrultusunda 8 atölyeden birini seçip bunu güçlendirmeye yönelik bizimle çalışabilirler. Sosyalben Store için ürün tasarlayıp, kapasite geliştirmemize destek olabilirler. Gönüllerimize uzmanlık alanları doğrultusunda eğitim verebilirler. Bu bir zincir. Maratonlarda bizimle birlikte koşabilirler.

 Bağış yardımı yapabilirler mi peki?

Tabi ki yapabilirler. Ama benim SosyalBen de en çok sevdiğim şey kişiye özgü destek modelinin çıkıyor olması. Böylece destekçinin özelliği ile yani ‘sosyal benliği’ ile faydası da aynı şekilde örtüşmüş oluyor.

Aldığınız sorumluluk büyük. Bunun altında yorulduğunuzu hissettiğiniz zamanlar oluyor mu?

Tabi ki yorulduğum zaman çok oluyor ama yorulmadan da bir şey olmuyor. Yorulmak bence hayalinize giden yoldaki, amacınız doğrultusundaki olmazsa olmaz takım arkadaşınız. Bazen insanlar hayattaki amaçlarını, tutkularını bulamadan, keşfedemeden bu hayattan gidiyorlar. Çok sevdiğim bir söz var; “Herkes varlıklı olabilir ama herkes var olamaz.” Ben bu yolculukta çok yorulsam da “var” olabildiğim için kendimi şanslı hissediyorum  ve yorulduğum anlarda bunu kendime hatırlatıyorum.

Hillsider Magazine 95 - Ece Ciftci_3

Bu yolda ulaşmak istediğiniz hedefleriniz ve gerçekliğe dönüştürmek istediğiniz hayalleriniz neler?

Bundan 10-15 yıl sonra SosyalBen Çocukları’nın yetenekleriyle ülkesine katma değer sağlayan vatandaşlar olarak görmeyi ve alkışlamayı hayal ediyorum. Benim hikayem ve SosyalBen modeli üzerinden gelecek nesillere rol model olmayı ve daha fazla Ece’lerin daha fazla SosyalBen gibi girişimlerin olmasını istiyorum. Bunun için sosyal girişimcilere mentorlük yaparak bireysel olarak ta destekliyorum.             SosyalBen’in büyümesi adına sahada çalışan 1000 gönüllü olmayı, SosyalBen’in uluslararası alanda da çok konuşulan bir STK olmasını hayal ediyorum. Yetenek temelli öğrenme merkezimizin olmasını hayal ediyorum. Bunlar bu arada bizim için çok uzak hayaller değil, şimdiden çalışmaya başladık.

Yolculuklar, yeni kültürler, dünya insanı olma hali size nasıl hissettirir?

Her konuda bir işin yolunda olmayı yani sürecinde olmayı çok seviyorum. Yani ödül almak, alkışlanmak, başarı veya başarısızlık bir sonuç ama oradaki süreç beni çok besliyor. O yüzden her türlü ben yolda olmayı seviyorum, varmayı değil. Yolculuklarımda da  aynı duygu hakim. Nereye gitmişsem, oradayerel halkın gittiği yerleri gezmeyi çok severim. Hindistan’a gittiğim zaman o bir haftayı Hintli gibi yaşamayı tercih ediyorum. Kültürlerine saygı gösteriyorum ve onlar gibi giyinip, onların yediklerini yemeyi istiyorum. Mesela Güney Afrika’ya gittiğimde bir kabilenin etkinliğine katılmıştım. Yani gittiğim yere bürünmeyi severim.

İşte bütün bunları deneyimleyerek yolda olmak bence çok öğretici.

Ben Sosyoloji okudum, üstüne Sivil Toplum Yönetimi, şimdi de Antropoloji doktorası yapıyorum. Aslında kültürleri çalışıyorum. Ama bu öyle okunarak anlaşılacak bir şey değil. Bunu yaşamak, hissetmek , dahil olmak apayrı bir şey. O yüzden ben her zaman süreç insanıyım, sonuç değil.

Sizi heyecanlandıran şeyler nedir?

Savunduğum bir şeyi aynı şekilde çürütmeye bayılıyorum. Mesela sivil toplum örgütlemesini  1 saat anlatır sevdiririm, sonra 1 saate bunun aslında yapılacak iş olmadığını anlatırım size. Bu özelliğim benim büyük resmi görmemi sağlıyor. Daha rahat oyunlaştırabiliyorum. Bir şeyi yapıyorsam da eksilerini de bilerek başlıyorum. O benim daha rahat adım atmamı sağlıyor. Bu hoşuma gidiyor. Ayrıca kitap okumayı çok seviyorum. İlgimi çeken her şeyi okuyabilirim. Mesela şu anda çocuk bakımı ile ilgili bir kitap okuyorum ama aslında anne olmak üzere olan birinin okuması gereken bir kitap bu. Mesela felsefe kitaplarını özellikle Nietzsche okumayı çok seviyorum.Mutlaka her seyahate gittiğimde bir kitap okurum. Sonra düşünülmüş her şey beni çok heyecanlandırıyor. Anısı olan, anlamı olan… Mesela bana bir telefon hediye edilmesinin hiç bir anlamı yok. Ama kabını siz yaptıysanız veya üzerinde size ait bir anı varsa bu benim için çok değerli. O beni heyecanlandırır. Bazen hediyeden daha çok üstündeki nota takılırım. Mesela çocuklardan aldığım mektupları evde klasörler içinde saklarım. Benim için en değerli hediye onlar. Yaşanmışlıklar ve samimiyet var içlerinde.

Keşfetmek istediğiniz neler var bu yaşamda?

Avustralya’ya gitmeyi çok istiyorum. Orada çok ciddi bir fon kapasitesi var. Onu araştırmak, o ülkede neler olduğunu anlamak istiyorum. İlk keşfetmek istediğim şey o. İkincisi uzmanlaşamaya çalıştığım alan sayesinde kültürleri daha eşitlikçi bir bakış açısıyla anlamak istiyorum. Bizim kültürümüzde doğru olan şeyin bütün dünya ülkelerinde güzel olması, doğru olmasını istiyoruz ama o öyle değil. Biraz daha eşitlikçi bir şekilde bu konuda derinleşmek istiyorum. Zaman bulabilirsem oturup bir şeyler yazmak ve kendi yolculuğumu insanlara anlatmak istiyorum.  Diğer yandan da  ‘Hadi, hemen olsun’ diyen biriyim. Belki biraz sakinleşmeyi keşfetmem iyi olurJ

Hem anne-babalara, hem  gençlere ve aslında hala kendini arayan herkese içindeki beni ortaya çıkarabilmeleri için neler yapmasını önerirsiniz?

Çocuklarını ‘varlıklı olmaları’ için yetiştirmesinler. ‘Var olmaları’ için yetiştirsinler. Var olmak kolay bir şey değil. Günün sonunda doktor, mühendis bir şey oluyorlar ama var olamıyorlar. Kimlik olarak var olamıyorlar. Evet bu iniş çıkışlı, zor bir yol. Ama bence her anlamda çok zenginiz. Kendini keşfeden herkes için geçerli bu. Çünkü niçin var olduğumuzu biliyoruz. Bu da deneyimle oluyor. Tutkuları keşfetmeye destek vermek gerekiyor. Bir de bence herkesin önce kendi kurduğu hayale inanması gerekiyor. Siz inanacaksınız ki, herkese inandırın. Bunun arkasında durmak için o tutkunun  bir o kadar da güçlü olması gerekiyor. Bir de başarısızlığı da normalleştirmek. Başarı ve başarısızlık birlikte güzel. İkisinin ele ele tutuşması lazım ki birbirlerini besleyerek ilerlesinler. Ben kendi hayatımda böyle yaptım ve yapmaya da devam edeceğim. Belki bunlar başkalarının hayatları içinde bir tüyo olabilir.

HILLSIDER 94 / ELEMENTLERİN GÜCÜ ADINA!

Hillsider Magazine 94 - Elementler 1

Geçen sayıda Hermes ile gerçekleştirdiğim röportajın etkisindeydim hala. Kolay mı, binlerce yılın bilgesiydi O. Yanıma geldiğinde dünya üzerindeki her bir uygarlıktan esinti getirmiş, zamansızlığın büyüsüyle beni sarhoş etmişti.

Bir sonraki buluşmam Güneş Tanrısı Apollo ve Ay Tanrıçası Artemis ile olacaktı. Ve ben Hermes’in baş döndürücü rüzgarının etkisinin altındayken bu birbirinden önemli Olimpos kardeşlerine nasıl dikkatimi verecektim, bilemiyordum. Şu bir gerçekti; bu işi yapacaksam, bu insanüstü karakterlerin çekim alanlarına girmemem gerekiyordu! Mümkün müydü? Cevap belliydi ama hepimiz cevabını bildiğimiz bir çok sorunun peşinden gitmemiş miydik! Tabii ben de bile bile gidecek, beni nereye götürürse götürsün bu sihirli bulutun içinde olmaya devam edecektim.

Apollo ve Artemis görüşme için beni Atina’ya çağırmışlardı. Akropolis’te çok önemli bir toplantı olduğunu ancak oraya gidersem -o da belki- benimle kısa bir süre görüşebileceklerini söylemişlerdi. Tabii Hermes ile haber göndermişlerdi demek daha doğru!

Ne yapalım, el mecbur dedim, atladım bir uçağa Atina’ya gittim. Çok ama çok sıcak bir gündü. Akropolis’e çıkmak da görüldüğü kadar kolay değildi, hem de güneş en tepedeki yerinden buram buram kavururken! Muhteşem tarihi yapıların yanından geçerek yavaş yavaş yukarıya doğru tırmanmaya devam ediyordum.

Athena ile Poseidon’un Atina şehrini almak için mücadele ettikleri tapınağın önüne gelmemi söylemişlerdi. Güneşin sıcaklığı bedenimin ısısını çok yükseltmişti. Fantastik Dörtlü’deki Alev Adam gibi alev almama ramak vardı diyebilirim:) Yerler kuru topraktı ve çevrede bir ağaç bile yoktu. Güneş o kadar tepedeydi ki; arada soluklanmak için bir gölge aradığımda bulamıyordum. Bir taraftan susuzluk, bir taraftan topraktan yükselen ve bütün bedenimi saran ateş, diğer taraftan bitmek bilmeyen tırmanış sanki artık hava almamı da engelliyordu.

Buluşma yerine gelmek üzereyken arkada saklanmış bir çeşme olduğunu fark ettim. Suya doğru nasıl koştum; içtim mi yoksa yıkandın mı hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde 5 dakika sonra kuruyacak kadar sırılsıklamdım ve biraz olsun düşünebiliyordum.

“Bu tanrılar benimle oyun oynuyorlar herhalde.” dedim kendi kendime. Şu perişanlığımı seyredip, “Zavallı ölümlü insanlar!” diyerek eğleniyorlardır. Çeşmenin yanında bitkin bir şekilde otururken ‘tanıdık bir rüzgar’ esti. Saatlerdir aradığım gölge, üstüme düştü sonra. Başımı kaldırdığımda Hermes o yaramaz çocuk bakışlarıyla bana bakıyordu. Kocaman bir gülümseme belirdi dudaklarımda. Kalkıp sarılmamak için kendimi zor tuttum. Zaten sarılamaya kalksam başarabilir miydim onu bile bilmiyordum. Bana Apollo’dan bir haber getirmişti! Görüşme başka bir zamana ve yere ertelenmişti. Sözü sözdü ama şimdi zamanı değildi. Buraya kadar çok yorulduğum için bana bir hediye vereceğini de söylemişti. Ben;  “Ama bunca yolu boşuna mı geldim, Hillsider’ın sonbahar sayısına yazmam gerekiyor bu röportajı, yapmayın etmeyin…” derken bir an nefessiz kaldım, başım döndü. Hermes’in gözlerindeki ışıltıydı galiba o son gördüğüm. “Merak etme” dedi fısıltıyla, “Zamanı geldiğinde senin için her şey çok daha iyi olacak. Sadece şu an sorgulamayı bırak ve olanı kabul et!”

Oturup kaldığım toprağın sertliği yoktu sanki artık. Sıcaklık derimi yakmıyordu. Gözümü yavaşça açtım ve evimde, koltuğumun üstünde oturduğumu fark ettim şaşkınlıkla! Nasıl olabilirdi, yoksa her şey bir rüya mıydı, bu insanüstü varlıklar beni deli etmeye mi çalışıyorlardı! Bacaklarıma bulaşmış kuru, sarı toprak ve hala sırılsıklam olan bluzum olmasaydı rüya gördüğüme inanacaktım.

Apollo’nun hediyesi bu olmalı herhalde, diye düşündüm. Neyse en azından eve gelmem sadece 1 saniye sürmüştü. Sıcaktan ve susuzluktan hayati tehlike atlatmış bile olsam her şeye değerdi bu anları yaşamak. Gerçek dünyaya dönmüştüm ve çok acil yetiştirmem gereken bir yazı vardı. Üstelik yeni bir şeyler bulmalıydım. Hermes’in dedikleri içimi rahatlatmıştı. Mutlaka bir gün Apollo ve Artemis ile buluşacaktım. Belli ki çok daha farklı ve güzel şeyler olacaktı. Boşuna “Zamanı geldiğinde her şey senin için çok daha güzel olacak.” dememişti büyük bilge! Sözünü dinledim ve hiç bir şeyi didiklemeden kendimi olasılıklar nehrine bırakıverdim…

Ama tabii hala yeni bir astroloji yazısı yazmam gerekiyordu:) Ben de Akropolis’te en çok hissettiğim şey üzerine yazmaya karar verdim: 4 Element!images1

Astrolojide 4 Element

Birçok şeyde olduğu gibi astrolojide de 4 element çok önemli rol oynar. Yaşamın kaynağı ateş, hava, toprak ve su! Astrolojide doğum haritasındaki gezegenlerin bulundukları burçlara göre belirlenen element dağılımı karakterimizin de belirleyicilerindendir.

Yükselen, Güneş ve Ay’ınızın hangi burçlarda olduğu element dağılımının en önemli belirleyicilerinden olsa da, bunlarla birlikte gerçek sonucu Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn ve haritanın tepe noktasının da bulunduğu burçların elementsel toplamı oluşturur.

Eğer bir kişinin haritasında herhangi bir element, belli bir oranın üzerindeyse veya altındaysa – ki bu oranı % 70 ve üstü veya % 15 ve altı diye tabir edebiliriz- o zaman kişinin üzerinde zorlayıcı etkiler olarak kendini göstermeye başlayabilir. Bu durum, elementlerin dengeli dağılımına göre çok daha önemlidir. Kişi bunun üzerinde farkındalık sahibi olursa kendini dengeleyebilmesi için yapması gerekenleri de bilecektir!

Bu 4 elementin varlığı, vurgusu veya eksikliği astrolojik olarak insan üzerinde ne gibi etkiler mi oluşturuyor? Merak ettiyseniz biraz anlatayım…

Ateş Elementi

Ateş elementine sahip burçlar tahmin edebileceğiniz gibi Koç, Aslan ve Yay’dır. Ateş elementi canlılığı, heyecanı, hevesi ve dünyaya renk getiren enerjiyi anlatır. Yaşam enerjisi, cesaret, motivasyon ateş elementinin tariflerindendir.

Bu yüzden ateş burçları enerjik, dürüst, hayata bağlı, coşkulu, çocuksu ve iyimserlerdir. Kendilerini seven ve özgüvenleri yüksek bir yapıları vardır, egoistliğe doğru meyil edebilirler.  İyi niyetli olmalarına rağmen, bazen istekleri çok yoğun ve hatta zorlayıcı olur ki; bu diğerlerinin duygularını incitebilir. Fiziksel aktiviteden, eğlenceden ve özellikle spor yapmaktan keyif alırlar.

Ateş aşırı vurgulandığında yani doğum haritasındaki gezegen ve kişisel noktalarının çoğunluğunun ateş burçlarında olması durumunda kişi fazla hareketli, huzursuz, hayata karşı ısrarcı, sürekli bir şeyler yapmakla meşgul olur. O kadar ki bu aşırı hareketlilik ve isteklilik hali kendilerini yakacak düzeye ulaşabilir. Güçleri kontrol dışına çıkabilir, sabırsız, kavgacı, düşüncesiz, aşırı bencil kişiler olabilir. Egolarının çok yüksek olması, başkalarını küçümsemeyi; fazla iyimser ve özgüvenli olmaları ise hayal kırıklıklarını getirebilir.  Aşırı ateşi dengelemek için soğuk ve nemli besinler, tahıllar, kök bitkiler ile beslenmek, papatya çayı gibi sakinleştirici ve uyku düzenleyici çaylar tüketmek iyi gelebilir. Ayrıca Thai Chi, Qi-gong gibi yavaş, nazik hareketlerle ve özel nefes teknikleriyle yapılan çalışmalar da tercih edilebilir.

Eksik olan ateş elementi ise çok önemlidir. Çünkü ateş canlılık kaynağıdır. Ateş burçlarında çok az veya hiç gezegeni olmayan kişiler fiziksel olarak güçsüz ve enerjisiz olurlar. Cesaretsiz, yaşama karşı güvensiz, iyimserlikten uzak bir yapı sergilerler. Güzel haber ise ateşin eksikliği, dengelemenin en kolay olduğu elementtir. Çünkü sadece spor yapmak veya düzenli fiziksel egzersizler bile ateşin yükselmesini sağlayacaktır. Ya da benim gibi Ağustos ayında ve özellikle saat 12’de Akropolis’e çıkabilirsiniz!J

Hava Elementi

Sevgili İkizler, Terazi ve Kova burçları hava elementinde olan burçlardır. Hava elementi iletişimi, sosyalliği, zihni ifade eder. Merak etmek, objektif olmak, olayları her yönüyle değerlendirebilmek, her şeyi önce düşüncede var etmek ve öğrenmek hava elementini anlatır.

Dolayısıyla hava burçları da bu özellikleri taşır. Doğum haritasında hava elementi yüksek olan kişiler genellikle entelektüel kapasitesi yüksek, konuşmayı seven, rahat iletişim kuran, mantığını kullanabilen, zeki, hareketli, analiz yeteneği olan, meraklı kişiler olurlar.

Ama her elementin olduğu gibi haritadaki aşırı hava vurgusu da bir dengesizliğe yol açar ve kişilerin üzerinde yıpratıcı etkileri olabilir. Öncelikle zihinlerinin aşırı çalışması çok yorucudur, ortaya kafasının içinde yaşayan bir kişi çıkabilir. Düşündüklerini hayata geçirmekte zorlanabilirler. Aşırı hava vurgusu bazen kişiyi düşüncelerine hapsedebilir! Sinir sistemleri çok hassas ve aktif olabilir.

Dingin ve sakin müzikler dinlemek, meditasyon ve yoga yapmak bu aşırı vurguyu dengelemek için çok faydalı olacaktır.

Eksik hava elementi ise en anlaşılamayan eksikliktir. Çünkü doğum haritalarında hava burcunda gezegenleri ve kişisel noktaları az olan veya hiç olmayan kimseler, kendi düşüncelerini çok beğenir, en mantıklı ve objektifi aramakla uğraşmayıp sadece bildiklerini yoldan ilerlerler, tabi bunun en doğru yol olduğunu düşünerek! Dolayısıyla kendilerindeki eksikliği anlamaları çok da mümkün değildir. Bazen hava eksikliği kişiye içe dönük ve suskun bir yapı da verebilir. Bu kişiler sürekli anlaşılamadıklarını düşünebilir veya kendini bir türlü ifade edemediklerini hissedebilirler.

Hava elementini dengeye getirmek için çözüm yolu ateş elementindeki kadar kolay değildir. Ama insanlar genellikle kendilerinde eksik olan elemente doğru çekilirler. Doğal bir tamamlanma hali. Eş ve arkadaş seçimleri ve iletişim ağırlıklı meslek seçimleri ile farkında olmadan kişi kendini dengelemeye çalışıyor olabilir. Ayrıca dışarıda yapılan düzenli günlük yürüyüşler oksijen alımını artırarak, zihin yenilenmesine yardımcı olacaktır.

Hillsider Magazine 94 - Elementler 2

Toprak Elementi

Zodyak’ın en ayağı yere basan, toprak elementinin hakimiyetindeki burçlara ‘Merhaba’ diyelimJHangileri mi diyorsunuz, tabii ki Boğa, Başak ve Oğlak!

Ne istediklerini bilen, çalışkan, kararlılık ve sabırla adım adım hedefe ilerleyen, yaşamlarındaki her şeyde güven ihtiyacı duyan, olayları somutlaştırıp ortaya çıkaran, fiziksel duyularıyla ve maddi dünyanın gerçekliği ile iç içe olan toprak enerjisi.

Toprak elementi kendine ait olanı koruyan, tutan, biriktiren, toplayandır. Elle tutulur, gözle görülür yani somut olanla ilgilidir.

Toprak vurgusunun yoğunluğu hayal gücü eksikliği, kıpırdayamama, sıkıcı ve monoton bir hayat, fazla gerçekçi, katı ve depresif bir yapı getirebilir.

Harekete geçmekte, hareket etmekte zorlanabilirler. Bu nedenle metabolizmaları ve sindirim sistemleri yavaş çalışır. Hafif beslenme tarzını tercih etmeleri, düzenli egzersiz yapmaları – ki yapmamak için her zaman çeşitli bahaneleri hazırdır- toprak fazlalığının getirdiklerini dengeleyebilir.

Eksikliği ise fiziksel beden ihtiyaçlarını fark edememe, olayları somutlaştıramama, düzenli ve takip edilmesi gereken işlerde sorun yaşama, muhasebe tutmak, ödemeleri planlamak  gibi konularda sıkıntı, rutin işleri pratik şekilde tamamlayamamak gibi zorluklar getirebilir. Bıraksan yemek yemeği bile unutabilecek kadar her türlü fiziksel ve bedensel ihtiyaçlarını göz ardı etmeye meyilli oldukları için düzenli yemek yemek, su içmek, uyumak, dinlenmek gibi konulara ayrıca özen göstermeleri gerekir.

Toprak eksikliğini dengelemenin en kolay yollarından biri toprak ile temas etmek – mesela arada ayakkabıları çıkarıp çime, kuma, toprağa basmak-  seramik, bahçe, peyzaj türü hobiler edinmektir. Ayrıca zaten toprak elementi yüksek kişileri hayatlarına almış veya mühendislik, bankacılık gibi işleri yaşamlarına katarak toprak enerjisini dengelemeye çalışmış da olabilirler.

Su Elementi

Su elementi tüm evreni severek kucaklamaktan, saplantılı takıntılara, nefes aldırmayan korkulardan, derin ve boğucu hissiyatlara kadar tüm duygusal tepkileri temsil eder.

Su burçları Yengeç, Akrep ve Balık’tır. Su elementi burçları derin hisselere sahip, empati kurabilen, karşısındakinin ihtiyaçlarına duyarlı, evrenin bilgeliğine karşı farkındalıkları yüksek olan burçlardır. Suyun soğuk ve karanlık tarafını da belirtmek lazım tabi! Gizem, manipülasyon, saplantı, düş dünyasında kaybolmak, sınırları çizememek, gerçeklerden kaçmak su elementinin bünyeye gizlice yayılan etkileridir.

Doğum haritasında gezegenlerinin ve kişisel noktalarının büyük çoğunluğu su burçlarında yerleşen kimseler su elementi aşırı vurgulu kimselerdir. Ve bu dengesizliğin en belirgin özelliği kişinin kendisini büyük bir okyanusta dümensiz, küreksiz, pusulasız bir teknede sürükleniyor gibi hissetmesidir. Hayal güçleri çok yüksek ve sezgileri çok keskindir. Spritüel ve okült konulara doğal yetenekleri vardır. Bir kişiye ve konuya kendilerini samimiyetle adayabilecek kadar verici ve cesur olabilirler. Ama aşırı hassas, kırılgan, gerçeklerden kaçmaya müsait yapıları dolayısıyla buna yardım edebilecek alkol ve uyuşturucu gibi maddelere karşı da eğilimli olabilirler. Su elementinin aşırı yüksekliği bazen çekingen ve fazlasıyla içe dönük bir yapı verebilir. Mantıktan uzak ve sübjektiftirler. Olayları konuşarak, ortaya çıkararak halletmek yerine daha sinsi ve gizliden ilerlemeyi tercih edebilirler. kapak_baski*1 copy

Ödeme meyilli olan bedenlerini dengeye getirmek için sıvı alımı azaltılmalı, fesleğen, kekik ve maydanoz gibi ödem giderici bitkiler tüketilmeli ve gerçeklik algısından uzaklaştıran, bağımlılık geliştiren her türlü maddenin kullanımına karşı çok dikkatli olunmalıdır.

Su vurgusu eksikliği ise psikolojik, fiziksel ve duygusal sorunlara neden olabilir. Kendi duyguları ile temasa geçmekte zorlanan bu kişiler için duygularını ifade etmek oldukça zordur. His dünyası yabancı gelir. Empati kurmak ise neredeyse imkansız! Çoğunlukla soğuk ve mesafeli kişiler olur. Duyguyu korkutucu ve tehlikeli olarak algılarlar. Bu kişiler otomatik olarak duygularını rahat ifade eden insanlara çekilir, kendilerini bu şekilde dengeye getirmek isterler. Ayıca karşısındakini anlamaya odaklanacakları öğretmenlik, psikologluk gibi meslekleri tercih ettikleri de görülür. Bütün bunlar kişinin kendindeki eksik elementi dengelemeye çalıştığı bilinçdışından gelen doğal itilimlerdir.

Su ile temas edilmesi, bol su içilmesi, deniz kenarında vakit geçirilmesi, meditasyon ve özellikle yin yoga yapılması da su eksikliğini dengeye getirmek için kullanabilecek yöntemlerdir. Sanatsal faaliyetler; resim, müzik, yazı yazmak gibi duygularını dışarıya ifade edebileceği alanlara yönelmek de iyi gelecektir.

Elementlerimizin dengelenmesi temennisi ile, bir sonraki sayıda görüşmek üzere..