HILLSIDER 56 / ZEYNEP ATILGAN BONEVAL:

H56-kapak-yuksekSeyyah, kaşif, bilinmeyeni bilmeye, denenmeyeni denemeye meyilli. Ruhu ve bedeni hep yollarda, bitmek bilmeyen yolculuklarla hayat buluyor. Arayış duraklarından biri Bebek’teki ‘Hepsi Hikaye’. Cesur, hatta gözü kara. 4500 mt yükseklikten atlarken ya da okyanusun ortasında şişme bir botla tek başına ilerlerken, dünyayı köşe bucak dolaşırken ya da başarılı profesyonel iş hayatını bir çırpıda arkada bırakıp, yeni ufuklara yelken açarken bütün derdi ruhunda ve gönlünde açılacak yeni kapılar.  Bu kapıları açmanın verdiği ifade edilemez haz ve berraklık…

Aylar önce bir broşür geçti elime. Üzerinde Hepsi Hikaye yazıyordu, meraklı yolcu durağı… İlgimi çekti tabii. Gidip bu durakta soluklanmak istedim. Neymiş, kimmiş, nasılmış bu hikayeler öğrenmek istedim. Dayanamadım hemen telefon açtım. Yumuşak ve çok heyecanlı bir ses karşıladı beni. Adının Zeynep olduğunu öğrendim. Bana birçok konuda atölyeler, söyleşiler düzenleyeceklerini, ruhunu biraz olsun serbest bırakmak isteyen, beyninde açlık çeken herkesin bu platforma katılabileceğini söyledi.  İçimde kelebekler uçuştu. Çünkü eğer zaman ve sorumluluklar biraz olsun yakamı bıraksaydı, bugüne kadar bir atölyeden diğerine koşardım ben de. Bir kurstan, öbürüne… Hep öğrenci olarak kalırdım.  İlgimi çeken her konunun öğrencisi olarak.  “Tam bana göre bir yer” dedim. Farklı konularda atölyeler vardı. Öncelikle birini hedefledim. Her şeyi planlamıştım ki, hepsi hikaye oldu! Bilinen öncelikler,  sürpriz önceliklerle birleşti, başka işler yapar oldum. Zamanımın içinde yine yer kalmadı. “Başka bahara” dedim her zamanki gibi. Yürümeye devam ettim…

Haftalar sonra birden aklıma düştü Zeynep. Sesindeki heyecanı hatırladım. 8 yıldır çalıştığım  işimden, ‘gerçek beni’ bulmak için ayrıldığım şu günlerde aradığım sorunun cevabını onun sesinde bulacakmışım gibi geldi. Gerçekten yapmak istediği işi, yaşamak istediği hayatı bulmuş olmanın ferahlatıcı sesinde… Ona gönlümce soru sorabilmenin en kolay yolunu seçtim ve bu röportajı yaptım…

Zeynep A. Boneval: “Hepsi Hikaye” ismi iki yıl önce Alaçatı’da sabahın 6’sında güneşin ilk ışıkları ile uyanıp bahçede günün uyanışını dinlerken, elime aldığım – eşimle gittiğimiz ıssız plajımızda topladığım- çakıl taşlarına bakarken geldi aklıma. Hepsi birbirinden farklıydı taşların. Şekilleri, büyüklükleri, renkleri…Ve onları hem bir arada ve hem de tek tek güzel yapan bu farklılıklardı, hepsinin ayrı birer hikayesi vardı. Aynı olmayan hikayelerin, başkalıkların kabulü duygusu içimi ısıttı, hepsi hikayeydi…Aslında bizlerde belli kalıplara girmeye çalışsak bile, hepimiz biricik hikayeleriz ve hepimizi değerli kılan bu özgün, benzemez hikayelerimiz. Hemen bir kalem ile taşlardan birinin üzerine Hepsi Hikaye yazdım. Ve tabi bir de hoşuma giden ironik anlamı vardı ki; ne kadar çabalarsan çabala, ne kadar planlarsan planla, hepsi hikaye, eninde sonunda sadece basit ve ölümlü birer insanız. Ne yaparsak yapalım, nelere sahip olursak olalım, hepimizin sonu çıplak…”

İpek Kigan: Sizin ilk hikayeniz nasıl başladı?

14 Ocak 1974’de Ankara’da başladı, Bursa’da devam etti, şimdi İstanbul ve Alaçatı arasında geçiyor. Bursa gibi doğaya ait bir sürü seçenek sunan bir yerde büyümek, ormanda ve dere kenarlarında piknikler, dağda kayak, denizle iç içe olmak hayatımda doğanın vazgeçilmez bir parça olmasını sağladı. Ayrıca, tüm kapıları açık apartmanımızdaki sıcak komşuluk ilişkileri sosyal ortamlarda rahat olma duygumu geliştirdi. Çalışan bir anne ve babanın tek çocuğu olmak ise sürekli hikayeler yazan, oyunlar yaratan hayal gücü yüksek ve kendi kendine yeten bir kişi olmamı sağladı.

Alaçatı’ya sık  gider misiniz?

Evet. Alaçatı 8 yıl önce keşfettiğim bir yer. Eylül ile Haziran arası çok az kişinin yaşadığı ve bildiği bir Alaçatı var ki; Ali Abi’nin köy kahvesinde ayvalık tostu ve tavla, vahşi lodos fırtınalarında uçuşan yapraklar, Deveci’nin el emeği göz nuru bağlarında gün batımları, Orsa’ya uzanan bisiklet rotaları, Agrilia’nın şömine sıcağında kekreli (gelinciği literatüre sokan kişi Melih’tir) votkası, müthiş leziz dinlendirilmiş etleri, Sailor’s Bahçe ve Alaçat Kır evinde harika kahvaltılar, Taş Otel’de limonlu kek, Köşe Kahve’de sıcak şarap, ASPC’de sörf, dostlarla geçirilen yılbaşları, yazın ise evde bahçede çiçeklerin büyüyüşü, kelebeklerin dansı, biberlerin rüzgarla sallanışı, yasemin kokusu..

Çocukluk yıllarında yaşadığınız en büyük macera neydi?

11 yaşımda yaz tatilinde, bir okul gezisi sayesinde 1.5 ay otobüsle Avrupa’yı dolaştım. Her ülkedeki kültür, mimari, mutfak, medeniyet, peyzaj farklarının beni ne kadar etkilediğini hala çok net hatırlıyorum. Her bir ülke hatta her şehrin kendine özgü bir kimliği olması, dünyanın geriye kalanıyla  ilgili içime büyük merak tohumları attı, sanki ben hep yolda olmalıydım gibi hissetmiştim. Aslında  yolculuk kavramı içime daha çok küçükken düştü. Hatırlıyorum; okuduğum kitaplardaki başka diyarlar, yaşamlar, mekanlar, kültürler, insanlar, hikayeler beni hep büyülerdi. Fiziksel olarak gitmeden çok önce başladı içimdeki yolculuklar. İlkokulda kayak, voleybol ve folklor ekipleriyle, lisede okul gezileri ile başlayan dünya keşifleri hiç tükenmedi, tükenmesin de…

Biraz büyüdünüz veee üniversite yılları…?

Boğaziçi Üniversitesi’nde okumak, harika bir arkadaş grubu ile gençliğin heyecanlarını ve keşiflerini paylaşmak, hem akademik hem de profesyonel hayattan gelen hocalardan teorik altyapı ve hayat ipuçları almak çok değerliydi. Sonra yüksek lisans için Kaliforniya’ya gittim. Bu gelecek kariyerim için iyi bir adımdı, ama asıl farklı ve güzel olan orada tek başına tüm şartlanmışlıklardan ve sosyal yüklemelerden ayrı yaşamak oldu. Kendimi, arzularımı ve tutkularımı fark edebilmek ve yaşayabilmek için özgür bırakabildim, bir sürü keşif çıktı. Yolculuk merakı zaten içimdeydi, neredeyse tüm Kuzey Amerika’yı, Meksika’yı, Bahamalar’ı, Karayipler’i, vs. gezdim, tek başıma da olsa atlayıp gitme cesaretim olduğunu gördüm. Farklı üzümleri tada tada şarap tutkum başladı, kurslara gittim, şarap vadilerini gezdim. Anları yakalamayı ve kendime saklamayı sevdiğimi fark edip, fotoğrafa merak saldım. Dans ve müziğin hayatımın vazgeçilmez parçası olduğunu keşfedip dans kurslarına gittim. Ve tabi bir yandan okudum, bir yandan asistanlık yaptım, daha sonra asistanlığını yaptığım hocalarımın pazarlama danışmanlığı şirketinde çalışma fırsatını yakaladım. Starbucks, TGI Fridays, Coca Cola gibi markalar için geliştirilen innovasyon projelerinin içinde soluma şansına sahip oldum.

Türkiye’ye dönünce nerelerde, hangi görevlerde çalıştınız?

Amerika her ne kadar kendini yaşama ve keşfetme için özgürlük ve pazarlamanın merkezi olarak iş tatmini açısından sonsuz fırsatlar sunsa da, Türkiye özlemi 3.5 yıl sonra dönmemi sağladı. Dönünce tek arzum uluslararası bir şirkette innovasyon projelerinde çalışmaktı. Unilever’de Yeni Projeler Müdürü olarak 3.5 yıl çalıştım. Unilever tam bir pazarlama okulu idi. Fikir üretme, proje geliştirme, planlama, operasyon yönetimini sağlam bir sisteme oturtmamı sağladı. Tabi önce içimdeki merak ve keşif tohumları beni 2 yıl Advantage’a taşıdı. Sonra tek başınalık dürtüsü 3 yıl süren freelance pazarlama danışmanlığına götürdü. Ardından concierge ve seyahat firması Be Quintessentially’nin önce danışmanı, sonra genel müdürü olma teklifini aldım. Tutkum olan seyahat ile o güne kadar edindiğim pazarlama ve iş geliştirme tecrübesini bir potada eritebileceğim bu fırsat kaçınılmazdı.  4.5 yıl BE’nin kuruluşu ve gelişimi sürecinde rol oynamak, Türkiye’ye çok yeni olan concierge kavramını getirmek ve yerleştirmek, A’dan Z’ye bir işletmenin sorumluluğunu almak, şirketin geçtiği her farklı evreyi yönetmek, 5 kişi ile başlayan ve  60 kişiye çıkan harika bir ekibin gelişimine şahit olmak, hem de seyahatin arka planına expose olmak eşi bulunmaz bir tecrübeydi. Sınırları net belli olmayan bir sektörde binlerce farklı müşteri talebine memnuniyet sağlamak adına hizmet sektörünün farklı dinamiklerini öğrenmek çok zorlayıcıydı.  Fakat ekipçe büyük inancımız ve inanılmaz istekli ruhumuz vardı ve bu telefonun ucundaki tüm müşterilerimize geçerdi. Hayatımın en yorucu, en stresli, en talepkar bir o kadar da besleyici ve öğretici iş tecrübesiydi.

Size bu kadar keyif  ve başarı getiren iş hayatınızın içinde “ İyi de benim istediğim bu değil ki!” duygusunu tam olarak hangi anda hissettiniz?

Hep kendi işimi yapacağımı biliyordum ve başka şirketin doğumu, gelişimi, çiçek açması evrelerini geçirmesini sağladıktan sonra meyve döneminde ayrılacağımı da biliyordum. Benim merakım yeni projelerdi. Başlangıç evresinin yaratığı belirsizlik ve gerilim benim en büyük motivasyonum oldu. Bilinmezde ve görülmezde ‘0’dan bir oluşumu hayal edebilmek, ona inanabilmek ve baştan yaratıp ruh verebilmek hayattaki tutkum. Ayrılmadan 6 ay önce yumuşak geçiş yapmak için her şeyi planladık ve  görevimi şirketimizin seyahat müdürüne devrettim. Ve sonra doğru kendi yoluma…

Bu sonucu fark ettiğiniz de, gerçekte ne yapmak istediğinizi de biliyor muydunuz? Bulmak nasıl bir süreçti sizin için?

Ayrılmadan önce ne yapacağımı planlamamıştım, bildiğim tek şey; insanları bir araya getirecek, adı Hepsi Hikaye olan bir platform mekanım olacaktı. Mekanı 1.5 yıl önce tutmuştum. Eğer tutmazsam,  kendi bebeğim gibi büyüttüğüm ve gönülden bağlı olduğum işimden hayatta ayrılamayacağımı biliyordum. 1,5 yıl bomboş durdu orası ama orada var olduğunu bilmek bana kendi hayallerime birgün dalacağım inancını ve cesaretini verdi. Tabi her ay ödediğim kira da biriktikçe, başlamak için ayrı bir motivasyon oldu. Ayrıldım, 2 ay ne yapmak istiyorum diye düşündüm. Tüm bu yoğun iş hayatımda bana dayanma gücü veren ve beni besleyen bir seyahatlerim vardı, bir de 8 yıldır içine daldığım fotoğraf, psikoloji, felsefe, edebiyat, sinema gibi alanlarda okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, takip ettiğim kurslar… Bugüne kadar bana nefes aldıran, içimdeki bitmez tükenmez merakın sonsuza dek keşif fırsatı bulabileceği alanlar çıkış noktam oldu. İstedim ki; hem koşuşturmalı ve rutine oturmuş hayatlarında biraz farklı sohbetler, konular ve etkileşimler arayanlar için bir paylaşım platformu olsun, hem de farklı atölyeleri ile benim yeniyi keşfetme merakıma hep çanak tutsun. Böylece Hepsi Hikaye doğdu.

Hepsi Hikaye’de tam olarak neler var?

Hepsi Hikaye, meraklı herkesin kendi ilgi alanı ya da merakına göre bir konu seçebileceği; sinema, felsefe, sanat, edebiyat, fotoğraf, seyahat ana konu başlıkları altında farklı alt başlıklar üzerine yapılan dönemsel, birkaç haftalık ya da tek seferlik sohbet ve atölyelerden oluşuyor. Konusunda uzman kişilerin moderatörlüğünde o günün konusunda hem bilgi sahibi oluyoruz, hem de sorularımız ile deşiyoruz, tartışıyoruz.  Bir de mekanda tasarım objeler de sergiliyoruz.

Kimler gelsin buraya?

Hepsi Hikaye, hayatında entelektüel paylaşım ve sosyal etkileşimin eksikliğini hisseden, iş, kariyer, çocuk, aile derken bölünen yaşamında biraz da kendine vakit ayırmak, rutinden çıkmak ve ilham almak isteyen herkes için. Bir de çalışanlarına sadece kendi iş dalında değil de, kültürel ve sosyal farklı alanlarda donanım kazandırmak, onları geliştirmek ve onların farklı hikaye anlatıcıları olmasını sağlamak isteyen  kurumlara da imkanlar sunuyoruz. Ya da müşterilerine entelektüel konularda soyut değerler sunmak isteyen kurumlar için sohbetler organize ediyoruz.

Bugüne kadar platformunuza gelen katılımcılar, yaratılan ortam hayal ettiğinizi size verdi mi?

Hepsi Hikaye yaşama geçmeden bir arzum vardı.  Her ne kadar kendime ait hayallerim ve yaşamak istediklerim olsa bile, burası herkesin kendi anlamını yükleyebileceği bir yer olsun istedim. Bu yüzden 15 yıllık pazarlama tecrübeme rağmen ne pazarlama planı yaptım, ne fizibilite, ne de markalaşmak için çabalar sarf ettim. Özgür bırakmaya çalıştım. Hepsi Hikaye ruhunu katılımcılardan alan, onlarla anlam kazanan bir yer olsun istedim.  Nitekim ok yaydan çıktıktan sonra her kapıdan giren kişinin ayrı bir hikayesi, ayrı bir geliş sebebi, kattığı ayrı bir ruh ve anlam oldu buraya. Zamanla hem ben çok değerli, yepyeni insanlar tanıdım, hem de Hepsi Hikaye çok farklı sorulara,  tartışmalara, etkileşimlere şahit oldu.

Yapmak istediğiniz tek ve son şey bu mu? Yoksa arayış devam ediyor mu?

Hepsi Hikaye benim bugüne kadarki hayatımın bir sentezi, belki de farkına bile varmadan yolda topladıklarımın zamanla pişerek bugün ve şimdi beni getirdiği nokta. Yapmak istediğim tek ve son şey diyemem, o zaman yaşamaya dair bir merak kalmamış olurdu ve hayatın bir anlamı kalmazdı. Şimdi buradayım, Hepsi Hikaye’ye dair bir çok hayallerim ve arzularım var. Zamanı geldikçe hayata geçtiklerini görmek isterim, ama yarının sentezi ne olur bilemem. Zaten hayatı yaşamaya değer kılanda bu bilinmezliğin büyüsü ve ne kadar plan yaparsanız yapın asıl plansız gelenin şaşırtıcılığı değil mi?

Sürekli sormaya ve sorgulamaya ne zaman başladınız? Hayata dair bunca sorudan çıkardığınız sizce en kesin yanıt hangisidir?

Tek çocuk olarak daha çok küçük yaşta öğreniyorsunuz ki; bu hayatta ayakta kalabilmek için iyi bir gözlemci, soru sorucu ve katılımcı olmanız lazım. Kendinize bir dünya yaratmanız lazım, bu da ancak kendi kendinize bile olsa soru sorarak olabilir, hayal gücü çalışmalı. Cif, Omo ve silgi karışırsa muhteşem bir temizlik malzemesi ortaya çıkar mı? Buz kabına dilinizi dayarsanız ne olur? Küçük Prens başka neler yapar? Afrika’da insanlar nasıl yaşar? Kendi kendinize oyun yaratabilmeniz için her şeyi merak etmeniz lazım. O gün, bugündür soruyorum.  Bugüne kadar algılayabildiğim kesin ve net bir şey varsa, o da kendini, başkalarını, hayatı keşfetmenin sonu olmadığı.

Gezmek ve keşfetmek yaşam biçiminiz. Sizinle aynı gözlükten bakan bir eş bulabildiniz mi?

Evet, hem bulunduğum yerde ve anda, hem de fiziksel olarak yolda yolcu olmak bir yaşam biçimi oldu artık. Eşimi de yolda tanıdım. Birlikte yol arkadaşı olduk; birbirimizi, değişimlerimizi, dünyayı keşfe çıktık. Zamanla daha iyi anlamaya başladığım çok güzel bir sözü var ‘hayata atabileceğin en büyük kazık ondan keyif alarak yaşamaktır’.

Dünyada gezdiğiniz ve sizi gerçekten etkileyen yerler hangileri? Her biri size neler kattı?

Son 7 yıldır beni büyüleyen 3 kıta Afrika, Asya ve Güney Amerika… Botswana, Namibia, Kenya, Güney Afrika’da safari, Bhutan, Vietnam, Kamboçya, Laos, Çin, Sri Lanka’da budist kültür, Arjantin, Brezilya, Uruguay, Peru’da hem Inka ve Aztek kültürleri, hem de doğa harikaları… Biraz da Mezopotamya’ya merak saldım, Mısır, Ürdün… Bir de adalar, tüm okyanus ve denizlere, tüm büyük kıtalara rağmen tek başına ayakta durmayı ve kendi kurallarını oturtmayı başaran adalar; Avusturalya, Yeni Zelanda, Aeolian, Balear ve Yunan Adaları… Tabi pist dışı kayarak keşfetmeye çalıştığımız yüce dağlar, ufak haftasonu kaçamakları ile yeni Avrupa şehirleri… Bunlar son 10 yılın keşifleri… Her yerde ayrı şaşırıyorsunuz, bence seyahat etmek hem tüm algılarınızı açıp tamamen o ana kitlenmenizi ve de kendinizi duyumsayacaklarınıza özgür bırakmanızı sağlıyor, hem de ruhunuzun yaşlanmasını önlüyor. Her bir seyahat doğası, manzaraları, insanları ile bambaşka etkiler bırakıyor.  Seyahatlerde yaşadıklarımı ve hissettiklerimi yazıyorum.

Gelecek seyahat listenizde hangi ülkeler ve macera etkinlikleri var?

Şimdi sırada Yemen, Burma, Guatemala, Tanzanya, Hırvatistan var… Birkaç yıla yayılan macera hayallerimde Hindistan’da Kailash Dağı’na tırmanmak, Antartika’da Beyaz Çöl keşif ve kampını yapmak, Kuzey Kutbu’na kayakla ulaşmak, Easter Island’da kamp ve Galapagos’da katamaran yapmak,  Moğolistan çöllerini geçmek, Rwanda’da yürüyerek Goril safarisi yapmak var…

Başka yerlere gittiğinizde ne yapmayı seversiniz?

Gittiğim her yerde oranın hikayesini, insanların oluş biçimini, yaşam motivasyonlarını, ortaya çıkardıkları eserleri anlamaya çalışırım. Tüm tatları, kokuları, renkleri, sesleri, şekil ve biçimleri algılamaya bakarım. Önyargısız ve açık bir şekilde içime çekerim, hissetmeye bırakırım, yeteri kadar bırakırsanız oranın zamanına ve ruhuna geçiyor insan…

Paraşütten atlamak, bilinmeyen yerleri görmek, dünyayı gezmek, çöllerde çadır kurmak, buz dağlarına tırmanmak, kısacası biraz olsun çizgi dışı yaşamak, bütün bunlar içinizdeki hangi parçaları tamamlıyor? Neden bu şekilde yaşamayı tercih ediyorsunuz?

Genelde gittiğimiz her yerde biraz macera, biraz adrenalin, biraz risk alıyoruz. Bir uçaktan atlayıp 4500mt yüksekten düşerken, 3000mt’ye oyulmuş bir tapınağa tırmanırken, bir çadırda vahşi dünya ile aranızda sadece bir bez parçası varken, ufacık bir şişme botla bomboş denizde sadece siz, eşiniz ve 70 tane yunusla seyrederken, etrafta başka hiçbir insan görmediğiniz bembeyaz tepelerde belinize kadar el değmemiş pamuk gibi karlardan kayarken hayata bakmak, hem kendinizde çok farklı duyguları, hem de dünyaya ve insanlara çok başka bakış açılarını keşfetmenizi sağlıyor. Hepsi birer deneyim. Bu hayata; olabildiğince farklı şeyi deneyimlemeye, onların kendimizde uyandırdığı, alevlendirdiği duyumsamaların farkına varıp, sınırlamadan, yargılamadan, kategorize etmeye veya istiflemeye çalışmadan yaşayıp, bize gelmelerine ve bizden akıp gitmesine izin vermeye geldik diye düşünüyorum.  İnsan olarak algılarımız, bilincimiz ve idrak yeteneğimiz herhalde bu yüzden var diye inanıyorum…