HILLSIDER 29 / NESLİHAN SADIKOĞLU

26 yaşında. CNN TURK’ün iletişim direktörü. Görevi daha çok yeni ama  o 3 senede bu noktaya gelebilecek kadar başarılı. Mesleğinden olsa gerek konuşmayı ele aldığında araya girmek pek mümkün olmuyor. Beline kadar uzanan sarı saçları ve parlak mavi gözleri var. İşine olduğu kadar, spor yapmaya da tutkun. Öğretim hayatı Fransız ekolunun içinde geçiyor. Üniversitenin son yılında bütün kader sistemi onun  CNN TURK’e girmesi için çalışıyor. Lise 1’den itibaren sadece  iletişim okumak ve sadece Galatasaray Üniversitesi’nde okumak istiyor. Ve başarıyor da…

 İpek Kigan:İstediğiniz hedeflerin hepsine ulaşmayı başarmışsınız. Bu sistem içinde gerçekten zor olan bir şeyden bahsediyoruz.

Neslihan Sadıkoğlu: Aslında Galatasaray Lisesi’ne hem ÖYS’den giriliyordu,  hem de Fransız Lisesi mezunları için yapılan özel bir sınavla.  Bu yüzden ben ÖYS’ye hiç hazırlanmadım. Fakat bu özel sınavdan iki gün önce 40 derece ateşle hastalandım. Bu benim tek şansımdı. Kontenjan sınavına bir daha girme hakkım yoktu. İlaçlarla, iğnelerle sınava girdim. Yedek olarak listeye girmiştim. Tam ümidimi kesmişken iletişim fakültesinde asıl listeye girdiğimi öğrendim. Burada geçirdiğim 5 sene hayatım en önemli yılları oldu her zaman.

İ.K: CNN TURK’e girmeniz nasıl oldu peki?

N.S: 1999 yılında CNN TURK yeni açılmıştı. Gümbür gümbür Türkiye’ye geliyordu. Annem benim burayla gidip konuşmamı çok istiyordu. Fakat ben kesinlikle medyada çalışmayı düşünmüyordum. Üstelik 1 senem daha vardı, okulumun bitmesine. Ama annem o kadar ısrar etti ki bir gün okula gittiğim de iletişim dekanın yanına gidip, “ Biliyorsunuz CNN TURK  açılıyor, nasıldır acaba, ne dersiniz?” diye sordum. Tabii sadece sormuş olmak içindi aslında. O da bana   “dersten çıkınca gel de bir araştıralım bakalım” dedi. Ben de dersime girdim. Sınıfa girdiğimde  halkla ilişkiler hocam beni yanına çağırıp,  CNN  TURK halkla ilişkiler müdürünün eleman aradığını ve kendisine benim ismimi verdiğini söyledi. Ne olduğunu anlayamadan hemen  ertesi gün görüşmeye gittim ve 15 dakika sonra işe başladım.

İ.K: Medyada çalışmak istemiyordunuz. Nasıl 15 dakikada ikna oldunuz?

N.S: O atmosfere girince çok etkilendim. Çok genç ve dinamik bir ekipti. Oradaki enerjiyi hemen hissediyorsunuz zaten. Müdürüm ile de aramızda çok pozitif bir elektrik oluştu. Hemen başladım ve öyle de kaldım. Asistan olarak başlamıştım, 3 senenin sonunda bu noktaya geldim.

İ.K: Kısa sürede çok yol kat etmişsiniz. Büyük şirkette çalışmanın avantajları bunlar herhalde?

N.S: Büyük şirkette çalışmanın çok avantajı var tabii. Ayrıca yöneticiler müthiş. Herkes çok genç ve dinamik. Çalışanına çok değer veren bir şirket. Bizden çok az insan ayrılır. Çekirdek grubumuz kolay kolay değişmez. Baktığınız zaman hep aynı kişilerdir. Haber müdüründen, istihbarat şefine, program yapımcılarına, yönetim kurula kadar hep aynı kişilerdir. Ya konumu değişmiştir, ya aynı yerde kalmıştır. Ama isimler aynıdır. Bir de şirket yönetimi içimizdeki insanları yetiştirelim, parlatalım düşüncesindedir. Bir müdür ayrıldığı zaman dışardan transfer etmek yerine, şirket içinde o kişiyle beraber çalışan, kurumu tanıyan, bu işi çok iyi hazmetmiş olan insanları getirmeyi öncelikle düşünürler. Ben de o insanlardan biriyim.

İ.K: Bir medya kuruluşunda halkla ilişkiler yapmanın bazı farkları var mı? Sonuçta arkanızda büyük bir medya grubu var.

N.S: Herhangi bir kurumda yapılan halkla ilişkilerden farklı bir halkla ilişkiler yapmıyoruz. Tabii biz medyayız ve medya halkla ilişkilerde büyük bir araç ama bizim de gelmek istediğimiz noktalar var, onlar için oluşturduğumuz bir iletişim stratejisi var. Ve iletişim stratejisinde kullandığımız araçlardan biri de basın. Hiçbir zaman biz Doğan Medya Grubuyuz diye sadece onlarla yürütmedik işlerimizi. Her zaman her basın kuruluşu ile eşit durduk. Sadece kendi kuruluşlarımızı değil, diğer bütün basın kuruluşlarını da kullanıyoruz.  CNN TURK olarak hedef kitlemiz doğru, tarafsız, ilkeli, hızlı, güvenilir haber almak isteyen herkestir.   Herkese ulaşmak istiyorsak, her basın mecrasında yer alabiliriz. Nasıl yer alacağımız, neler yapacağımız tabii ki medya planı ve belirlediğimiz stratejilerle oluyor.

İ.K: Çok mu yoğun çalışıyorsunuz?

N.S: Sabahları saat 8:00- 8:30 gibi işte olurum. Erken gitmeyi seviyorum gerçekten. Gazetelerimi okuyup,   daha sakin kafayla o gün ne yapacağımı düşünmeyi sevdiğim için erken gidiyorum. Çıkış saatim çok belli olmuyor ama genelde en erken çıkışım 19:30’dur. Yoğun bir işim var tabii. Ama bir gün bile çok sıkıldım demedim açıkçası. İşimi çok severek yapıyorum çünkü. Ortamı ve çalıştığım insanları çok seviyorum.

İ.K: Özel hayatınızı ne kadar etkiliyor bu yoğunluk?

N.S: Tabii eve yorgun dönüyorum. İlk açıldığı zaman her hafta sonu çalışıyordum bir de. Şimdi planladım bazı şeyleri. Evden de yapabiliyorum. Böylece her hafta sonu gitmem gerekmiyor. Ya da az kalıyorum. Özel hayatım için çok zamanım kalmıyor. Ama bu yoğunluk aile ilişkilerimi etkilemiyor. Yorgun ve geçte dönsem eve, annem, babam ve kız kardeşimle mutlaka ilgilenmeye, onlarla sohbet etmeye özen gösteriyorum. Aslında babam  basketbol antrenörü olduğu için aile içinde hep bir hareket  ve tempo içinde yaşamaya alışmıştık biz zaten.

İ.K: Babam basketbol antrenörü dediniz. Spora olan düşkünlüğünüz buradan mı geliyor?

N.S: Kesinlikle, babam milli takımın antrenörlüğünü yaptı, kendisi milli oyuncuydu, yıllarca Beşiktaş’ın erkek ve kız takımlarını çalıştırdı. Dolayısıyla ben de 3,5 yaşından itibaren sporun içinde büyüdüm tabii.

İ.K: Hangi sporları yaptınız?

N.S: Ağırlıklı basketbol diyebiliriz. Bir dönem tenis oynuyordum ama sırtımdaki bir problemden dolayı tenis yasaklandı bana. Aslında tenisi çok severek oynuyordum. Bir de 3,5 yaşından itibaren kanınıza giren bir şey olduğu için vazgeçemiyorsunuz. Top benden büyük, elimde basketbol topu formalarla resmim var evde. Babam 1980’de Beşiktaş’ta yanılmıyorsam ilk basketbol okulunu kurmuştu. Onunla gidip geliyordum o yaştan itibaren. Ve hep devam ettim. Bazen iki- üç antremana birden sokardı beni. Sonra bir noktaya geldim ve düşünmeye başladım. İyi bir oyuncuydum ama karar verdim; ben basketbolcu olmak istemiyordum. Ve  basketbolu bıraktım ama üniversiteye girdiğimde üniversite takımında oynadım,her yaz mutlaka basket oynarım arkadaşlarımla en sevdiğim şey. Bir de Hillside City Club’a devam ediyorum.

İ.K:Ne zamandan beri ?

N.S: Üniversite zamanında başlamıştım.  Biraz ara verdiğim zamanlar oldu. Ama başka bir kulübe hiç üye olmadım. Ben burayı çok seviyorum. Atmosferini seviyorum. Sakin, çok temiz, hocalar çok ilgili. Bilmiyorum ben çok alıştım buraya. Başka bir yer düşünemiyorum. Sanırım benim aidiyet duygum çok fazla. Bir şeye alıştığım zaman vazgeçmeyi çok sevmem. İşime de yansıyor bu aslında. Hep aynı yerlerle çalışmayı tercih ederim mesela. Arkadaşlarımda hep aynıdır. Bir bağ kurarım ve o bağ oluştuktan sonra koparmayı sevmem.

İ.K: Aile yaşamına çok önem verdiğinizi düşünüyorum anlattıklarınızdan. Peki kardeşinizle aranız nasıl?

N.S: Aramız çok iyidir. Biraz farklı iki karakteriz aslında. O daha neşeli, hareketli, ben biraz daha ağırbaşlıyımdır. Ama gerçekten biz çok iyi arkadaşız. 3,5 yaş fark olması öyle iyi ki, bir zamandan sonra birbirinizin en iyi arkadaşı oluyorsunuz. Sadece kardeşimle değil annem ve babamla da çok iyi anlaşırım. Benim için ailem çok önemlidir gerçekten. Ben hayatımda onlardan bir şey gizleme ihtiyacı hiç duymadım. Tabii babamın yaptığı işle de çok ilgisi var. İnanılmaz bir öğretmen olarak görürüm ben onu. Çocuklara tapıyor. Öğretme kabiliyeti ve çocuklar ile kurduğu  ilişki mükemmel. Tabii bizimle olan ilişkisi de. Çok rahatız biz evde. Bu yüzden 26 yaşında olmama ve kendi paramı  kazanmama rağmen bir gün bile ayrı evde yaşamayı düşünmedim.

İ.K: Size “tatil” dersem ne dersiniz?

N.S: Göcek derim. Çünkü benim için tatil bir yere gidip deli gibi eğlenmek, kalabalıklar içinde olmak değil. Benim için tatil, yeşillikler arasında, denizle iç içe ve doğanın sessizliği ile birlikte olmak demek. O zaman tatil yaptığımı anlıyorum ve gerçekten sıfırlayıp dönüyorum.

İ.K: Başka favori yeriniz yok mu?

N:S: Olmaz olur mu ? Paris, benim için bir rüya.Tarihiyle, hikayesiyle,  herşeyiyle beni büyüledi Paris.  Bir de Prag ve  İtalya’yı çok görmek istiyorum.

İ.K: Hayattan beklentileriniz neler? Nelere göz koydunuz?

N.S: İşimi çok daha iyi öğrenmek istiyorum. çok hareketli bir sektörde çalıştığım için her gün yeni bir şeyler öğreniyorsunuz. Zaten kendinizi sürekli yenilemezseniz ve sadece  “ben biliyorum” derseniz, bu işte ilerleyemezsiniz. Halkla ilişkiler öyle bir şey ki muhakkak satır aralarını okumak gerekiyor. Ben her gün, her gazeteyi okuyorum, okumak zorundayım. İyi bir ekiple çalışıyorum. Bunun beni daha ileriye götüreceğine inanıyorum. Aslında 3 senede iyi bir noktaya geldim. Bu daha ileriye gidecektir diye düşünüyorum.

İ.K: İlerde kendi işinizi kurmayı düşünür müsünüz?

N.S: Olabilir. Kurmak isterim gerçekten. Bir de şu var; Çok yoğun çalışıyorum, 26 yaşındayım. Çok kısa vadedeki  düşüncelerim değil bunlar ama deminde konuştuğumuz gibi benim için aile kavramı çok önemli. Hayatımın her anında ailem var. Önce  ailem, ilerde de kendi kuracağım ailem var. Ama ben sabah 8:00’lerde evden çıkan akşam saat 21:30’larda eve dönen bir anne olamam 35 yaşında. İyi bir aile kurmak ve çocuk sahibi olmak istiyorum. Aslında çocukları o kadar seviyorum ki, 3 tane bile  doğurabilirim.

İ.K: Birincisini hele bir yapın, tekrar konuşalım sizinle sonra…

N.S: Hiçbir şeyin planlı, programlı olacağına inanmıyorum ben hayatta. Çok yaşadım. Yarın ne olacağını bilmiyorsunuz. Çok uzun vadede planlar yapmak, bunlar olacak demek istemiyorum ama iyi bir ailem, çocukları, mutlu bir hayatım olsun istiyorum tabii. Bir de bir gün mutlaka bir çiftlik evim olsun istiyorum.

İ.K: Kadere inanıyor musunuz?

N.S: Şöyle söyleyeyim, hayatta yaşanılan her şeyin mutlaka bir nedeni olduğuna inanıyorum. Kötü şeylerin de,  iyi şeylerin de.  Tabii ki hayattaki işaretleri görmek çok önemli, okumak lazım hayatı. Önünüze gelenleri ve yaşadıklarınızı. Ben bazen saatlerce düşünürüm tek başıma, çözmeye çalışırım. Hayatı okuyabildiğiniz  zaman sebeplerini ve ondan sonra neler yapmanız gerektiğini daha iyi çıkarabiliyorsunuz. Her şeyden mutluluk duyacağım bir şeyler çıkarırım ben. O yüzden hiçbir zaman  çok büyük mutsuzluklar yaşatmadım kendime. Yeni bir kitap okuyorum. Önsözünde Orson Welles’in bir sözü var. İşte benim yaşam felsefem: ” Bu günlerdeki yalnızlığımızı sadece aşk ve arkadaşlık dolduruyor. Mutluluk herkesin hakkı değildir.  O, her günün bir savaşı aslında. Eğer size kendini gösteriyorsa sanırım ki onu yaşamayı bilmek lazım. “