HILLSIDER 66 / EMRE SAYIN

kapak_sonTurkcell’in Bireysel Pazarlama ve Satış Grubu Genel Müdür Yardımcısı. Şirket takımında basketbol oynuyor. Motosiklete biniyor, fotoğraf çekiyor, çeşit çeşit spor yapıyor, seyahat etmeye bayılıyor. “Yüzünüzün asık olduğu bir anda, sizi gülümsetebilecek şeyler nedir?” diye soruyorum.  “Kızım, deniz kokusu ve sakızlı dondurma.” diyor. Bütün röportaj boyunca verdiği cevapların hepsi bu kadar samimi ve içten.

Çocukluğundan bugüne, gizlenmeden, saklanmadan, samimiyeti sayfalardan kalbinize geçen kelimelerle işte Emre Sayın…

İpek Kigan: Çocukluğunuza doğru gitsek, aklınıza ilk gelen görüntüler neler olurdu?

Emre Sayın: Küçüklüğüm Pendik’te geçti. O zamanlar Pendik, Erdek, Ayvalık benzeri bir sayfiye kasabası gibiydi. Muhteşemdi benim için. Bütün gün sokakta oynamak, meyve bahçelerine dalmak, kafamıza estiği an buruna gidip denize atlamak… Huckelberry Fin tip bir hayat anlayacağınız.

O dönemi düşününce aklıma ilk olarak hızla yaklaşan kaldırım ve deniz görüntüsü geliyor. Bizim evin yanından aşağı inen çok dik yokuş vardı.  Sürekli oradan aşağı go-kartları salardık.  Kaldırıma çarpıp duramazsan denizde bulurdun kendini.

Bir de buğulu bir camdan deniz ve balıklar.  Yazın her gün saatlerce denizde kalırdım. O zamanlar güneş kremi, ozon deliği dertleri filan da yoktu.  Tek dert suda büzüşmekti. Dolayısı ile 4-5 saat çıkmadan deniz maskesi ile balıkları seyretmek, hatta bu şekilde balık tutmak en büyük zevkimdi.  Yaz sonunda marsık renginde olduğum için annemin arkadaşları tanımazdı beni.

Biraz daha büyüdüğünüzde…

Ortaokul ve lise yıllarımı yatılı olarak okuduğum İstanbul Erkek Lisesi’nde geçirdim. Bu döneme de Hababam Sınıfı Dönemi diyebiliriz. Zamanımın yarısı basketbol takımı ile antrenman ve maçlarda geçiyordu. Sonra etütler, dersler, yatakhane muhabbetleri, şakalar, kız arkadaşlar…

Lisenin son yılında ise Amerika’daydım. Connecticut’ta 6 kasabanın ortak gittiği 600 kişilik yemyeşil bir okulda. O yıl basketbol, atletizm ve Amerikan futbolu takımlarına girdim.  Amerikan futbolu takımında ilk 11’e çıkmam öğretmenlerim tarafından büyük başarı sayılmıştı. Biz Türkiye’de spor yaptığımız için övgü almaya pek alışık değiliz ya; çok şaşırmıştım. Basket sezonu başlayınca takıma kaptan oldum. Okul ilk defa eyalet seçmelerine katılınca gazeteye haber yaptılar. Sonra Hallowen haftasında hocalar dâhil tüm erkekler kadın, tüm kadınlar erkek kıyafeti ile okula gelince hafif çatlak olduklarına tümden kanaat getirip, ben de uyum gösterdim. Harika bir yıldı. Bu arada oraya bir kelime İngilizce bile bilmeden gittiğimi ve 5 çocuklu bir ailenin yanında kaldığımı belirtmeliyim.

Gerçekten çok renkli bir seneymiş… Sonra Boğaziçi Üniversitesi… Çimlerin üzerinde mi geçti o yıllar, yoksa kitap başında mı?

Kız yurdunun önünde, orta kantinde ders çalışarak, Sosyete’de (diğer kantinin ismi) goralı yiyip,  ayılmaya çalışırken, İsviçre’de, havuzda, sualtı kulübü odasında, yurtta king oynayarak. Hiçbir şeyden geri kalmadan, her şeyi deneyerek, dolu dolu geçti.

Endüstri Mühendisliği eğitiminin size kazandırdığı ve en çok kullandığınız özellik hangisi?

Optimizasyon mantığı.  Hayatta maksimum ve minimum diye bir şey olmadığının farkında olmak.  Farklı kişi ve durumlar için optimumun farklı olabileceğini bilmek. Sadece işin değil, hayatın da denge ve trade-off üzerine kurulu olduğunu öğrenmek. Geçmişi bırakıp, geleceği iyileştirmeye odaklanmak.

Sizce çocukluğunuzdan bugüne yaşamınıza bugünkü yönü veren kilit seçimler hangileriydi?

Çok yönlü olmamı ve hayatın değişik yönlerini kucaklamamı sağlayan seçimler: Alman okulunda okumama rağmen AFS ile Amerika’ya gitmem. Mühendislik okurken, ayrıca işletme dersleri almam. Bir taraftan derslere asılırken, diğer tarafta 2. Deplasmanlı ligde basket oynamaya devam etmem.  Her türlü insanla fikir alışverişinde bulunup, kimseye karşı önyargılı olmamam.

Değiştirme imkanı olsaydı, bunlardan hangisine nasıl bir farklılık getirirdiniz?

Hepsinden daha fazla yapardım.

2 sene Amerika’da yüksek lisans yapmışsınız. Nasıl hatırlıyorsunuz o günleri? 

Reuters ve Princeton Üniversiteleri’nden dersler alarak Sistem Mühendisliği konusunda MS yaptım.  Çok iyi hocalar vardı, iş dünyası ile bağlantılar da harikaydı. Aynı zamanda öğretim asistanlığı yaptım.  Mezun olduktan sonra da Meral Lynch’te çalışmaya başladım.

Unilever, Microsoft, Kodak, Evyap’da üst düzey görevlerden sonra Türkiye’nin en büyük firmalarından Turkcell’de, genel müdür yardımcılığını yürütmek hangi yönlerinizi güçlendirdi?

Jonglörlük, suflörlük, orkestra şefliği, yazarlık ve düşünürlük, sahne sanatları.

Süper bir cevap. Sadece bu cevap üzerine upuzun bir metin yazılır, ayrı bir röportaj konusu olur aslında… Ama biz dağılmayalım; altınızda çalışan eleman sayısı kaç? Bu kadar insanın kontrolü, verimi, şikâyeti, memnuniyeti… Bütün bunları en doğru şekilde yürütebilmek için kullandığınız yöntem nedir?

Turkcell kadrosunda 500, tüm mağazaları sayarsak 8000, cari merkezlerimizde direkt bireysele hizmet eden arkadaşları da katarsak sayı 10,000’i aşar. Böyle büyük grupları iyi yönetmek için kullanabileceğiniz yöntemlerle ilgili bence fazla seçeneğiniz yok. Öncelikle iyi yöneticiler seçmeniz, iyi bir ekip kurmanız lazım. Çünkü ancak iyi insanlar, iyi insanları seçer ve iyi yönetir. Dolayısı ile 10,000 kişiyi iyi yönetmenin yolu 7 kişiyi iyi seçmek ve iyi yönetmekten geçiyor.

İkinci önemli konu ise örnek liderlik. Lider ne kadar net, tutarlı, inançlı ve heyecan verici olursa fikirleri ve vizyonu o kadar yayılıyor. Bir de olduğun gibi görünmek, göründüğün gibi konuşmak, konuştuğun gibi olmak var. Tutarlılık ve güven ancak böyle sağlanıyor büyük organizasyonlarda. Bu sayede siz orada olmasanız da, fikirleriniz ve değerleriniz olabiliyor.

Diğer konu da iletişim. Duruma göre doğru mesajı seçmek ve mesajı iletmek için doğru yöntemi bulmak önemli. Biz bu konuda ciddi gayret harcıyoruz. Bunun için direktörlük seviyesinde bir iç iletişim departmanımız var. Bazen bütün ekibin cebine benim veya CEO’muzun mesajı video olarak gidiyor, bazen 5000 kişilik toplantılar yapıyoruz, bazen ise sosyal medyayı kullanıyoruz.

Rekabetin yüksek olduğu, taklitlerin çok olduğu bir sektörde sürekli yeni fikirler yaratmak zorunluluğunun sizdeki karşılığı nedir?

Müşteri, yaratıcılık ve gençlik. Müşteriden başlayıp düşünmek, inovasyona ve yaratıcılığa önem vermek ve desteklemek (hataları da desteklemek) ve genç düşünmek. Bundan kastım şu: Hani gençler bir şeyin neden yapılamayacağını bilmedikleri için bahane uydurmazlar ya… Kariyer korkuları yoktur ya…  Olayı dolandırmazlar ya… İş dünyası bürokrasisi sözlüğünü daha hatmetmemişlerdir ya… Enerji doludurlar ya… İşte böyleyseniz bu rekabette taklitlerin sürekli önünde olmak için genç olmanıza gerek yok. Allahtan bizde herkes genç zaten.

Bugüne kadar yapılmış en sevdiğiniz Turkcell reklamı hangisi?

En sevdiğim Öztürk’ün kısa mesaj ile fatura uyarı ve Afrika yurtdışı paketi reklamları. Ama en beğendiğim ‘ Hayat paylaşınca güzel’ reklamımız.  İletişimin ve Turkcell’in, Türkiye için ne ifade ettiğini ancak bu kadar güzel anlatabilirdik diye düşünüyorum. Üstelik bu kadar kötülüğün, acının konuşulduğu bir yerde 22 milyon insanımızın birbirine sevgi sözcükleri göndererek katıldıkları bir mekanizma ile.

Araştırmalarıma göre Turkcell’in şirket basketbol takımında yer alıyorsunuz. Hala baskete devam öyle mi?

Evet, takımda da 4 yıldır ileri uç oyuncusu pozisyonunda ve ‘Emre Bey’ olarak oynuyorum. Bir türlü Emre dedirtmeyi beceremeyince bütün ligde Emre Bey diye tanınıyorum. Maçta koçun ‘Emre Bey, 7 numaraya dikkat’ diye bağırması hala çok komik geliyor bana ama yapacak bir şey yok!

Başka hangi sporları yapmayı seviyorsunuz?

Snowboard, kayak, wakeboard, surf, zaman bulabilirsem kite surf, squash, scuba, yüzme, mümkün olursa motoruma binmek. Fırsat bulursam rafting ve trekking de seviyorum. Gençken kaya tırmanışı, geçen sene de buz tırmanışı yaptım. Bir ara Muay Thai denedim 1.5 sene kadar. Arada spor salonuna gidiyorum dememe gerek var mı?

Yaptığınız işten adrenalinin verdiği hissi sevdiğinizi düşünüyorum. Yüksek heyecan, risk, hız. Sanırım motora binme nedeniniz de bu, öyle mi?

Tam tersi, motora binme sebebim kullanırken hissettiğim sakinlik, dinginlik ve trans hissi.  Çevreyle, yolla bir olmak, yolun kıvrımlarını, gölgenin serinliğini, yeni kesilmiş çimin kokusunu almak. Araba yolculuğu bir an önce bitsin istersin, motorla ise yol hiç bitmesin diye dua edersin.

İş dışında seyahat etmeyi sever misiniz?

Evet, hem de çok. En son kızımla Hindistan’a gittik beraber. Toplam 1200 fotoğraf çekmişiz. Asya dönmemeye karar verdi, zor ikna ettim.

En çok gitmek istediğiniz yer neresi?

Yeni keşfedilen bir gezegen. Ama bu olmazsa Avusturalya, Kamboçya ve Peru var gönlümde.

Gittiğiniz yerler içinde kendinize en yakın hissettiğiniz?

İtalya’da Napoli ve Roma, bir de Rio diyebilirim. Oralarda kendimi gerçekten evimde gibi hissediyorum.  Bir seferinde Rio’nun semtlerine Türkçe isimler bile taktim. Lapa Beyoğlu, Leblon Nişantaşı, Santa Theresa da Cihangir.

Macera, keşif, dinlenme, eğlenme, alışveriş… Hangisi seyahat etmenizin ana tetikleyicisi?

Alışveriş, tatile gitmeden önce hazırlık için, dinlenme ise döndükten sonra kendine gelmek için yapılmaz mı?

Fotoğraf çekmek de hobilerinizin arasında… Seyahat ederken mi çekmeyi seversiniz, yoksa hayatının her anını görüntülemeyi tercih edenlerden misiniz?

Aslında hayatın her anını görüntülemek isterim ama ancak seyahat ederken çekmeye fırsat bulabiliyorum şimdilik.

Fotoğraf çekmek neden keyif veriyor?

Farklı bir bakış açısı sağladığı ve herkesin sadece bakıp geçtiği bir görüntüden bir şey yaratma fırsatı verdiği için.

En hoşunuza giden fotoğrafçı kim mesela?

Türkiye’de erken dönem Ara Güler’in fotoğraflarını seviyorum. Herkesin bildiği çok klasik İstanbul fotoğraflarını değil de, röportaj ve gezi fotoğraflarını çok beğenirim. Ama Ara Usta bunları kendi müzesinde saklıyor ve sadece sevdiklerine gösteriyor.

Klasik bir soru ama baba olmak mı zor, yoksa binlerce kişiyi yönetmek mi?

Baba olmak hiç zor değil. İyi baba olmak çok zor. Binlerce kişiyi yönetmekten de daha zevkli. Üstelik işinizi iyi yaparsanız inanılmaz gurur verici ve maaşınızı sevgi olarak alıyorsunuz.

Kızınızla neler paylaşırsınız? Birlikte yapmaktan en çok zevk aldığınız şey nedir?

Kızımla seyahat etmekten, arkadaşlarımızla olmaktan, alışveriş yapmaktan, fotoğraf çekmekten, dertleşmekten hatta bazen matematik çalışmaktan bile zevk alıyoruz.  Çin yemeği yemek,  yabancı dizileri seyretmek, beraber mutfakta ufak tefek şeyler yapmak, evrimden, uzaydan veya teknolojiden bahsetmek gibi ortak zevklerimiz var.  Nadiren de olsa iş seyahatlerine götürüyorum Asya’yı.

Mutluluk deyince aklınıza gelen ilk 3 şey nedir?

Sevgi, saygı, bilgi.

Şu anda; yaşamınızda karşılaştığınız önemli olaylarda farklı olasılıkları seçmiş ve yaşayan başka bir Emre Sayın daha olsaydı neler yapıyor olurdu sizce?

Biyolojik sistemleri ve sürü davranışını inceleyen bir biyolog, genetik mühendisi, deneysel aşçı ve işletmeci, Expedition tur rehberi, teknoloji deneyimleri tasarımcısı, bilimkurgu yazarı veya bunlardan birkaçının kombinasyonu.