HILLSIDER 45 / TANSU YEĞEN

1985’de Alman Lisesi’ni, 1989’da ise o dönem Türkiye’nin en iyi ilk 50 öğrencisinin girebildiği Boğaziçi Üniversitesi Elektrik–Elektronik Bölümü’nü bitirdi. Marmara Üniversitesi’nde 1 yıl  İşletme masterı yaptıktan sonra 4 yıl Digital Equipment Corporation, 4 yıl Hewlett Packard ve 7 yıl boyunca Microsoft Türkiye’de çalıştı. Çocukluğunda oyuncakların içini açmaya, gençliğinde ise teknik kitaplar okumaya bayılırdı. Bir gün bilgisayarla tanıştı ve bitmeyen aşkı böyle başladı. İş hayatına girdiği andan itibaren birçok ödül aldı. Son 2 yıldır da Apple Türkiye’nin (ya da Bilkom Bilişim’in diyelim) genel müdürlüğünü yapıyor.

İpek Kigan: Size bir şans daha verilse ilerleyeceğiniz yollar aynı mı olurdu?

Tansu Yeğen: Evet. Hayatımın akışının her aşamasında verdiğim kararlardan çok memnunum.

O zaman BÜ Elektrik–Elektronik bölümü de arzu ettiğiniz bir bölümdü, değil mi?

Kesinlikle. Aslında bilgisayar mühendisliğini daha çok arzu ediyordum. Ama sonra bilgisayar bölümündeki konuları ek dersler alarak kapatabileceğimi düşündüm. En başından beri merakım vardı bu konuya. Lisedeyken ilk olarak Specturm bilgisayarlarla tanıştım. İlk oynadığım oyunu bile hatırlıyorum. Sadece 48 KB belleği vardı!

Specturm bilgisayarın evinize girmesi ile başladı bu aşk anlaşılan.

Küçüklüğümden beri ailem hep şikayet ederdi. Ne zaman bana elektronik oyuncaklar alsalar, ben hep içlerini açarmışım. O ilk bilgisayarda da birkaç oyun oynadıktan sonra makinenin içini açmaya başladım. Sonra oyunların nasıl yazıldığına, bizim onları ekranda nasıl oyun olarak gördüğümüze takılmaya başladım. Bunun üzerine asembre programlama dilini öğrenmeye başladım. Gençliğimde sosyal bir adamdım ama deniz kenarında bu programlama dilini okumaya başladığım zaman “Ne zevk alıyorsun sen bundan?” derledi. İnanılmaz zevk alıyordum. Bu benim hobimdi yani. Bu yüzden kendi hobisini meslek olarak yapan şanslı azınlıktan biri olduğumu düşünüyorum.

Gerçekten bu iş sizin içinizde varmış.

İlk IBM bazlı bilgisayarla tanıştığımda tek düşündüğüm şey program yazmaktı. İlk yazdığım program bir iskambil oyunu olan king idi. Okulda cafelere gittiğim zaman insanlar hep king oynuyordu. Birkaç seyretmeden sonra nasıl oynandığını öğrendim ve King’in programını yazdım.

Yazmış olduğunuz programı kullandırdınız mı birilerine?

Çevremde bazı arkadaşlar kullandı. Ama tamamen amatörce bir çalışma olduğu için şu anda kodu bile yok bende. Oturup yeniden yaz deseniz, o da çok zor. Çünkü bilgisayar programlama dili bence hayattaki en nankör şeylerden biri. İlkokulda öğrendiğiniz matematiği hiçbir zaman unutmuyorsunuz. Ama bilgisayar dili analitik dil ve hatırlanmıyor. Devamlı çalışmak gerekiyor.

Teknik adam olarak başladığınız iş hayatınızı –alt yapınız ve yeteneğiniz bu kadar iyiyken- neden pazarlama ve satış alanına kaydırdınız?

Hikayesi şöyle: Üniversite biter bitmez, Siemens’in fabrikasına gittim. İnsan Kaynakları Departmanı’na çıktım ve “Almanca biliyorum ve Türkiye’de teknik konuda çalışabileceğim tek şirket sizsiniz.” dedim. Ama askerliğimi yapmadığım için benimle görüşmediler bile. Bunun üzerine hemen askerlik yapmaya karar verdim. Bir de bu araya işletme masterı sığdırdım. Geri döndüğümde bilgisayar sektörünün çok gelişmekte olduğunu fark ettim. Ve tereddütsüz olarak Digital şirketinde IT Bilişim Uzmanı olarak işe girdim. Digital, o dönem piyasanın parlayan yıldızıydı. Sonra Compaq Digitial’ı, ondan sonra da Hewlett Packard Compaq’ı satın aldı. Her iki şirket de bugün yok. İşe girdikten sonra baktım sürekli kullanıcılardan şikayetler geliyor, ikinci haftanın sonunda bütün şirket çalışanlarına o günkü unix sistemlerde kullanılan yazılımların eğitimlerini verdim. Benim için kompüter kitabı okuyup anlamak gerçekten keyifli bir şey.

Niye verdiniz çalışanlara bu eğitimi, hem de kimse size yap demeden!

Çünkü kullanıcılar devamlı sorular soruyorlardı. Böylece bütün ekip bu sorulara cevap verebilsin, hem de kendileri de sorularına cevap bulabilsin diye verdim. Üçüncü hafta baktım, kullanıcılardan hala şikayet gelmeye devam ediyor. Şikayetlerini iletebilecekleri ve takip edebilecekleri bir sistem geliştirdim. Sonra bu sistem çalışmaya başladı. 9.ayda bütün genel müdür ve genel müdür yardımcılarına bir sunum yapmak istedim. Geçtim hepsinin karşısına “Bakın!” dedim, “Satıcılar yanlış sunum yapıyor. Bundan sonra artık power point teknolojisi ile sunum yapmamız lazım.”

O zaman daha power point kullanılmıyor yani!

Tabii, asetatlar ile yapılıyordu sunumlar. Neyse bir yılın sonunda şirket toplantısında bütün müdürler kendi departmanlarının yaptığı ciroları ve başarıları söylüyorlardı. Satış müdürü cirosunu söyledikten sonra “Teknik departmanın bu ciroları yapmasının nedeni biziz. Biz müşterileri bağlamasaydık, onlar bu ciroları yapamazlardı.” dedi. O anda durumun farkına vardım. Gelecek satış- pazarlamadaydı. Ve o gün şirket toplantısından sonra istifamı verdim. Boşa kürek çektiğimi hissetmiştim. 3 ayrı müdür istifam üzerine benimle konuştular. Şirkette yeni kurulan PC departmanı için gelen teklifi kabul ettim. Ve pozisyon değiştirerek aynı şirkette bir süre daha devam ettim.

Alt yapınızın teknik bazlı olması, yazılım ve servis tarafını çok iyi biliyor olmanız, bu sektörde satış-pazarlama yaparken de avantaj sağlamıştır?

Sağlamaz mı? Hemen bir örnek vereyim. HP’deyken Yapı Kredi Bankası’nda 600 serverlik bir ihale vardı ve ben satıştan sorumlu kişiydim. Çantamda tornavida gibi çeşit çeşit alet edevat vardı. Hem üst yönetimle satışı konuşuyor, sonra da teknik kadroya makinenin içini açarak neler yapacağımızı anlatıyordum. Nasıl bir avantaj olduğunu anlatabilmişimdir umarım.

Sektörün en büyük firmalarından Hewlett Packard’a geçişiniz beklenmedik bir teklifle mi oldu, yoksa siz mi başvurdunuz?

O süreye kadar Digital’daki pozisyonumdan çok memnundum. O zaman şirketin genel müdürü Şahin Tulga idi – şimdi  HP’nin genel müdürü – ve her konuda çok iyi anlaşıyoruz. HP’den ilk teklif geldiğinde Türkiye ofisi ile görüştüm. Beni çok beğenmişler ama inanın düşünmedim bile teklifi. Çünkü şirketimi seviyordum. Görüşmeye de meraktan gitmiştim açıkçası. Sonra bir gün 39,5 derece ateşle evde otururken bir telefon geldi. HP’den arıyorlardı. “1 saat içinde burada olman lazım, seni başkan yardımcısı ile görüştüreceğiz.” dediler. “Çok hastayım, gelemem.” dedim. Ama o kişi ile görüşebilmem için uygun günün sadece bugün olduğunu söylediler. İkinci görüşmeydi. Sorumlu hissettim kendimi, atlayıp gittim. Ertesi gün şöyle bir mektup geldi. “HP’ye olan girme isteğiniz ve 39,5 ateşle gelip bizimle bu görüşmeyi yaptığınız için çok teşekkür ederiz. Bizim sizin gibi çalışanlara ihtiyacımız var. Muhakkak sizinle çalışmak istiyoruz.” yazıyordu. Bunun üzerine “Belki HP benim için doğru hareket olur.” dedim kendi kendime. Böylece 94 Kasım’ında HP’de işe başladım.

Peki Microsoft’a geçişinizde yine böyle bir hikaye var mı?

Evet. HP’ye Pazarlama Müdürü olarak başladığımda marka 5 numaradaydı. Sonra kısa bir süre içinde 1 numaraya yükseldi. Keyfim inanılmaz iyiydi. 93 yılında Emre Berkin beni Digital’de bırakıp Microsoft’a geçtiğinde açıkçası biraz bozulmuştum. Geçerken “Sen de gel.” dedi ama ancak teknik bir pozisyona geçebilecektim. Çünkü satış ve pazarlama ile ilgili pozisyonlar doluydu. Oysa ben satışa geçebilmek için teknik pozisyonumu bırakmıştım zaten. O zaman onunla gitmedim ama Emre Berkin ile her zaman iyi bir ilişki içindeydik. 98 yılında Microsoft’ta çalışan bir arkadaşım “Ben Suudi Arabistan’a gidiyorum. Yerime de senden başkasını düşünemem.” dedi. HP de o kadar iyi bir kariyer devam ettiriyordum ki; önce çok sıcak bakmadım ama Microsoft’a hayır demek çok zordu tabii. Sonra kabul ettim.

İş hayatınız boyunca elde ettiğiniz birçok ödül var. Bu ödüller nasıl geldi?

Ödüllerin nasıl geldiğini inanın bilmiyorum. Genelde gelen bütün ödülleri hep sonrasında öğrendim. Hiçbir zamanda ödül almak için özel bir çalışma yapmadım. Ama ilk iş hayatına başladığım günden, genel müdür oluncaya kadar ödülsüz senem yok diyebilirim.

Bu ödüllerin içinde sizi en çok mutlu eden hangisi oldu?

Microsoft’un düzenlediği, 245 bölgenin katıldığı bir yarışmada benim projemin birinci gelmesi. Bill Gates’in ve 10.000 kişinin önünde sıralamayı açıklarken, -hiç unutmuyorum- birinci sırada dediklerinde on bin kişi “Türkiye” diye bağırıyordu. Gerçekten çok önemli bir başarıydı benim için.

Microsoft gibi dünya devi bir şirket, 7 yıl genel müdür yardımcılığı, dünyanın en başarılı iş adamı Bill Gates ile yüz yüze görüşmeler… Bir çok insanın hayal bile edemeyeceği bir iş hayatı… Neden Microsoft’tan ayrıldınız?

Microsoft’tan ayrılmamda, daha doğrusu Apple Bilkom’a geçmemde iki şey çok etkili oldu: Bir tanesi Koç, diğeri de Apple markası. Apple Türkiye’de faaliyetlerini Koç Holding bünyesinde sürdürüyor. Apple gerçekten dünyanın tüketicileri etkileyen bir numaralı markası. Bunu söylerken birçok bağımsız kuruluşun yaptığı araştırmalara dayanarak söylüyorum. Teklif geldiğinde bu şirkete katkıda bulunabilecek birçok birikimim olduğunu düşündüm. 2 yıldır buradayım. Ve kararımdan hiç pişman değilim. Çok uzun bir yol kat ettik.

Neler yaptınız 2 yılda?

Apple mağazaları açmaya başladık. Bugün itibarıyla 6 adet mağazamız var. Kullanıcılara Apple markasını tanıtabilmek adına çok yoğun Apple etkinlikleri yaptık. Teknik desteğin kalitesini en üst düzeye çıkardık. Şimdiki hedefimiz ve projelerimiz, açıkçası Apple markasının çok yoğun bir şekilde pazarda görünmesi üzerine. Pazarlama çalışmalarında çok yoğun aktiviteler olacak. Mağazaların sayısı önümüzdeki yıl sonu itibarıyla 12’ye çıkmış olacak .

I-podlar var bir de. Sanırım Apple’in en çok satan ürünü.

I-pod dünyada ve Türkiye’de bir aşk markası oldu. Son 5 yılda 60 milyon adet i-pod satıldı. Sony Walkman 1979 yılında çıktı ve bugüne kadar 300 milyon adet satıldı bütün dünyada. Şu anda tüketici elektroniğinde i-pod bir tarih yazıyor. O kadar ilginç bir tarih ki bu, senin i-podun ne kadar diyenler, i-poduna isim takanlar… Rakipler geliyor. Buna rağmen herkes i-podu arzuluyor.

Rakip ürünlerin i-pod’un etkisini düşüreceğinden korkuyor musunuz?

Hayır. Geçenlerde Steve Jobs’un aynen böyle bir soru karşısında verdiği cevap şöyle: “Bu sorduğunuz soru çok mantıklı değil. Bu soru başkalarının dudakları var diye, sevgilinizin dudağını öpmemek ile aynı anlama gelir.” Gerçekten i-pod içinde yaşadığımız senelere damgasını vuran bir ürün. Türkiye’de bazı kişilerin 27 adet i-podu var. Bir tanesine klasik müzik yüklüyor, diğerine pop müzik.

Yönetici olarak en beğendiğiniz özelliğiniz hangisi?

Ne olursa olsun ekibimi dinlemeye çalışmak ve onlardan geri bildirim almak.

Bugünkü Tansu Yeğen’i oluşturan etkenlerin içinde en önemlileri sizce hangileri?

Eğitimim, arkadaşlarım, çalıştığım iş yerleri, askerlikte yaşadıklarım…

Çocukken teknik kitaplardan başınızı kaldırıp, spor yapabiliyor muydunuz?

Nerdeyse 12 yaşımdan beri basket oynuyorum. Aslında bir takıma girmeyi düşündüm ama eğitim tarafı her zaman biraz daha ağır bastı.

Şimdi spor yapıyor musunuz?

Hillside’a teşekkür borçluyum. Trio’daki kapalı basketbol salonu yüzünden… Basketbol oynamayı çok kolay bir hale getiriyor. Önceden grup ayarlamanıza gerek yok. Hillside’a gittiğiniz zaman tek başınıza olsanız bile, orada bulunan diğer insanlarla basket oynayabiliyorsunuz.

Sadece basketbol mu oynuyorsunuz?

Basketbol ve squash oynuyorum. Özelikle yeğenimle çok sıkı maçlarımız oluyor squashta. Hillside öyle bir şey yapıyor ki devamlı getirdiği yeniliklerle hiç aklınızda yoksa bile, aklınıza sokmayı başarıyor. Yenilikçiliğini çok takdir ediyorum. Haftada iki kez Hillside’a gidiyorum, iki kez de açık havada yürüyüş yapmaya çalışıyorum. Eğer ekstra bir vakit bulursam yüzmeye gidiyorum.Yazın Hillside’ın ortamını çok seviyorum. Bir sebeple Hillside’a getirdiğim yabancı misafirlerimin hepsi buraya vuruluyor. Böyle bir tesisin yurtdışında olmadığını söylüyor hepsi. Gerçekten çok imreniyorlar.

Yapmaktan keyif aldığınız başka neler var?

Film seyretmek.

Sinemaya mı gitmek, yoksa evde mi seyretmek tercihiniz? Eminim evinizde son sistem her tür teknolojik alet edevat vardır.

Tabii, tabii. Evimde o konuda ne ararsan mevcut. Bol bol LCD ekranlar, plazma televizyonlar var. Müzik sistemi bile tamamen görüntülü müzik sistemi. Ama yine de sinemanın yerini hiçbir şey tutamaz.

Ne tarz bir tatil anlayışınız var?

Genelde yılda 2 kere yurtdışı, bir kere de bir tatil köyü. Her iki yılda bir de muhakkak Hillside Beach Club, Fethiye. Her iki yılın birinde de “Neden Hillside Fethiye’ye gitmedik” diyerek serzenişte bulunmak… “Mutlaka başka bir yerler olması lazım” diyor insan. Ama bir türlü o “başka yeri” bulamadık biz.

Evlisiniz sanırım, çocuğunuz var mı?

11 yaşımda kızım ve 1 yaşında oğlum var.

Tansu Yeğen nasıl bir baba?

Sadece Pazar gününü kaliteli şekilde ailesine ayırabilen ve bu kadar az vakit ayırabildiği içinde üzülen bir baba…

Çok yoğun 5 gün ve sonra hafta sonu. Yine de yapılacak bir sürü iş var. Spor, çocuklar için organizasyonlar, eşinizle yapmak istedikleriniz, alışveriş, koltukta uzanıp zap yapmak v.s…. Hafta sonu hayatınızı yönlendiren siz misiniz, yoksa çocuklarınız veya eşiniz mi?
Hafta sonunu tamamen eşim ve çocuklarım yönlendirir, kontrolü onlara bırakmaya bayılıyorum. Hatta bu sayede kendimi çok iyi hissediyorum.

Kızınızı teknolojiye ve bununla ilgili mesleklere yönlendiriyor musunuz?

İstediğim kızımın gerçekten arzu ettiği işi yapması ve benim de bu konuda onu yönlendirebilmem. Ama ister istemez kızımın da teknolojiye ilgi duymasına neden oluyorum. Teknolojiye yönlendirmiyorum ama teknolojinin içinde büyüyor zaten.

Korkusu yoktur ki! Ola ki yanlış bir şey yapsa printerı bağlarken nasılsa babası düzeltir. Bu cesaretle rahat öğreniyordur bence.

Doğru valla. Bazen çok önemli bir toplantının ortasında arıyor mesela. Ya bilgisayar çalışmıyor, ya internete bağlanamıyor; bir sorunu var ve beni arıyor. Diyorum ki; “kızım çok önemli bir toplantıdayım, şirketten yardım alsan”. O zamanda diyor ki; “baba sen yardım etmezsen, bana kim yardım edecek? Ama açıkcası Mac bilgisayara geçtiğimizden beri çok rahat ettik. Her ebeveynin çocuklarına Mac bilgisayar almasını tavsiye ederim. Çünkü Mac bilgisayarda kullanılan ve içinde windows’un çalışabildiği işletim sisteminde virüs falan girmesi mümkün olmadığı için böyle sorunlarla karşılaşılmıyor.

Okumaya fırsatınız oluyor mu?

Çok iyi bir okuyucu değilim maalesef. Okuduğum zaman da iş kitapları okumayı tercih ediyorum. Kendimi daha iyi tanımama destek verecek kitaplar, başkalarının başarı biyografileri üzerine olan kitaplar.

İlerde çok yoğun olmadığınız dönemlerde acaba üniversitelerde birikimlerinizle ders vermeyi düşünür müsünüz?

Aslında şimdi de bilgi ve tecrübelerimi paylaşmamı istedikleri birçok yerde seminerler veriyor, konuşmalar yapıyorum. Mutlu oluyorum açıkçası insanlara bir şeyler vermekten, bilgi aktarımında bulunmaktan, onların geri bildirimlerini dinlemekten. Üniversitede ders vermek, 50’li yaşlarımdan sonra yapmayı gerçekten istediğim şeylerden biri. Bir diğeri de, yeni gelişmekte olan iş adamları ile çalışarak onlara ve ayrıca şirketlere danışmanlık yapmak.

Emeklilik hayalleriniz bunlar mı?

Hayır, gerçek hayalim emeklilik yaşıma geldiğimde Datça gibi bir yere yerleşmek.

Sizce 100 sene sonrasının dünyası nasıl olacak?

100 sene sonrasında, teknoloji hayatımızın bir parçası olacak, belki vücudumuza entegre olacak. Bu sayede birçok iş 2006 yılına göre çok daha hızlı ve verimli yapılacak. Ulaşım gibi bir çok sorun kalmayacak. Ben uzay filmlerinde gördüğümüz gibi abartılı evler, araçlar göreceğimizi beklemiyorum. Tam aksine doğaya daha fazla saygı, doğala daha fazla dönüş olacağına inanıyorum. En büyük tehlikeyi ise, doğanın bu sanayi gelişmeyi kaldıramayacak kadar kirlenmesinde görüyorum.