HILLSIDER 76 / “YOL”culuk Zamanı – Metin Hara

h76 kapak_CON4 sene önceydi. Annemi doktora götürdüğüm bir kış günü, bekleme salonunda birçok farklı derdi olan insanla birlikte doktorun nerede kaldığını düşünürken, bir taraftan da kulaklıklarımın arkasına saklanmış facebookta geziniyordum. Beyaz gömlekli birine çarptı gözüm. Kızıl saçları vardı. Yüzünde huzur… O ışıklı ifade, bir televizyon programı videosunun dondurulmuş görüntüsünden bana kadar ulaşıp, gülümsememe neden olmuştu. Düşünmeden programı seyretmeye başladım. Saba Tümer’in sohbet ettiği kişinin adı Metin Hara’ydı. 1982 yılında genetik bir hastalıkla doğduğunu, 1200’ün üzerinde uyarana alerjisi olduğunu, bu nedenle çok zor ve yorucu bir çocukluk geçirdiğini, 12 yaşlarında ellerini koyduğunda ağrılarını azaltabildiğini, hastalıklarını kontrol altına alabildiğini fark ettiğini anlatıyordu. 15 yaşında bir arkadaşının annesi bu özelliğini keşfetmiş ve eğitim alması için profesyonel uygulamalara yönlendirmiş onu. Zaman içinde kendi üzerinde çalışmalar yaparak genetik hastalığının düzeldiğini, alerjilerinin de geçtiğini görmüş. Üsküdar Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra insanların tedavilerine destek olup, hayatlarına yardımcı olabilecek bazı uygulamalar yapmaya başlamış. Onları dinleyip, Hillsider 76 baskı 1problemlerinin zihinsel nedenlerine ulaşarak bunları nasıl çözebilecekleri konusunda fikirler veriyormuş. Tam o dönemde babası çok ağır bir trafik kazası geçirmiş ve 1 yıla yakın hastanede kalmış. Bütün bu gelişmeler Metin Hara’nın mühendis olmak isterken Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon okumaya karar vermesine neden olmuş. Sürekli kendini geliştirerek seminerler vermeye, kanser hastalarının tedavilerine destek olmaya ve dünyanın birçok yerinde değerli hocalardan spiritüel eğitimler almaya devam etmiş. Bu uzun yolculukta öğrendiği en önemli bilginin ise insanın kendine ve içindeki ustaya güvenmesi olduğunu anlamış. Ve İstanbul Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitayon Bölümü’nü bitirdikten bir süre sonra İnsana Güven projesini hayata geçirmiş. Burada verdiği eğitimler ile öğrendiklerini insanlara aktarıyor, hastaların tedavilerine destek olmaya ve diğer çalışmalarına devam ediyormuş…

Sıramızın geldiğini söyleyen hemşire, annemin beni telaşla dürtmesine neden olmuştu. Videoyu kapattım ve annemin arkasından doktorun odasına girdim. Eve doğru giderken, Metin Hara’nın eğitimlerine gitmem gerektiğine karar vermiş, videonun geri kalan son kısmını seyretmek için sabırsızlanır haldeydim.

Ama o ‘son kısmı’ ancak aylar sonra seyredebildim. Tabii programın tamamını seyretmeden, eğitime de gidemezdim. Belli ki; yıllardır özenle ördüğüm kozamın içinden çıkmamak için, geçen aylar boyunca bir sürü bahaneler bulmuş, kendimi oyalayıp durmuştum bir güzel. Ama gel gör ki; bir kere karar vermişti gönül. Caymadı. 2011 Eylül ayında Metin Hara’nın verdiği İllüzyonu Aşmak eğitimine katıldım.

Matrix filmini sinemada ilk izlediğim günü hiç unutmam. Filmin sonunda, akan yeşil yazılara öylece bakakalmış, belki de hayatımın ikinci ‘ayma’ anını yaşamıştım. O gün bir illüzyonun içinde yaşıyor olabilme ihtimalimiz beni dehşete düşürmüştü. Kendi illüzyonumda yaşıyorsam, gerçek neydi? Kırmızı hapı yutarsam, göreceklerimi idrak edebilir miydim, yoksa bir hayal olduğunu bile bile kurulmuş düzenimden, sahip olduğumu sandıklarımdan vazgeçmemek adına sıkı sıkıya tutunmaya, illüzyonumun içinde yaşamaya devam mı ederdim? Filmden her ne kadar etkilenmiş de olsam zaman her şeyin ilacı. Hem de mavi olanından… Var olan düzenime daldım, oynaya oyalana akıp gittim.

İllüzyonu Aşmak eğitimine gitmeye karar vermem, sanırım o yıllarda açılmış bu hesabın kapanması içindi. Zihnimin içinde kendi algıladığım ve kurguladığım dünyadan çıkıp, gerçekle yüzleşmek için.

8 hafta her Pazartesi İnsana Güven’in ofisine gittim. ‘Dünyada var olan her şey, algıdan ibarettir. İşe önce; algınla hakikat arasındaki uçurumu azaltmakla başlayacağız’ diyerek eğitimi başlatmıştı Metin Hara. Bu sürenin sonunda uygulaması çok kolay yöntemlerle daha sakin, keyifli ve sağlıklı bir şekilde yaşayabileceğimi, bedenimi dinlemeyi, hastalıklarımın ardında yatan zihinsel nedenleri bulup, onları şifalandırabileceğimi, bakış açımı değiştirip zaten hep orada olanı görebileceğimi, dengenin ama her şey için dengenin önemini, algım değiştiğinde hislerimin, hislerim değiştiğinde tepkilerimin, tepkilerim değiştiğinde ise deneyimimin değiştiğini fark ettim ve düzenli egzersizlerle bu bilgileri hayatıma geçirdim. O kadar iyi geldi ki İllüzyonu Aşmak, biter bitmez hiç ara vermeden İç Benle Tanışmak eğitimine devam ettim. Son bir eğitim daha olacak. Onun gerçekleşmesini de hasretle bekliyorum.

Hillsider 76 baskı 1Ve birkaç ay önce İllüzyonu Aşmak eğitiminde verdiği bütün bilgileri bir kitap haline getirdi Metin Hara. Aşkın İstilası – YOL, eğitim üçlemesinin ilk kitabı. Kitap öyle güzel yazılmış ki, okuyan kişi anlatılan bütün teknikleri kendi üzerinde rahatlıkla uygulayabilir, öğrendiklerinin karşında aklında oluşan sorulara ilerleyen satır veya sayfalarda cevap bulabilir, tam anlamadığını düşündüğü noktada aralara serpiştirilmiş kıssalar ile konuyu pekiştirebilir. YOL o kadar “canlı” ki, eğitime gitmek ile kitabı okumak arasında neredeyse hiçbir fark yok.

Sanırım Metin Hara her eğitimini bir kitap olarak sunacak bize. Böylece verdiği bütün bilgileri isteyen herkesle, her an, her yerde paylaşabilecek. YOL, şu birkaç ayda sanırım on binlerce kişiyle buluştu bile. Çıktığı günden beri çok satanlar listesinde. Bu beni gerçekten mutlu ediyor. Çünkü bu kitap kimbilir kimlerin içindeki sıkıntı bulutunu dağıtacak, zihninin içinde dönüp duran sorulara cevap olacak, kimbilir kimlerin yılardır kapalı kalan gönül panjurlarının, üstündeki tozları havaya savura savura açılmasını sağlayacak. Hakikat tek! Bazen birinin ağzından, bazen bir sinema perdesinden ya da bir kitap sayfasından ulaşıyor bize. Duymak, görmek ve bilmek isteyene…

Ve kitabı henüz okumayanlar için ben de bir vesile olmak istedim. Kendi deneyimim, kitabı anlatmanın esas YOL’u oldu benim için. Ama bir de Metin Hara’nın yazdıklarını ekleyerek 407 sayfalık kitabın ön sunumunu okumanızı istedim. Birçok lezzeti içinde barındıran harika bir yemeğin rastgele bir ucundan azıcık bir çatal almaya benzeyecek ama yine de yemeğin tamamı hakkında az da olsa bir fikir verecek.

Seçim sizin! Her zaman.

Şimdi kısa bir YOL’culuk zamanı….

Aşkın İstilası – YOL ( Kapak yazısı)

metin hara -yol“YOL’ bir aşk yolcuğu… Kendinde başlayıp yine kendinde biten…

Bir çırağın yola düşmesi,

Bir neyzenin nefesi,

Bir aşığın kalp atımı,

Bir çocuğun gülümsemesi,

Bir tohumun toprağa kavuşması…

Kalbinin derinliklerinde hayalini kurduğun bambaşka bir dünyanın yol haritası…

Bu bir bilgi kitabı değil. Bu satırlar yaşamını değiştirmek için tasarlandı. Kendi başına yapabileceğin pratik uygulamalardan, nefes egzersizlerine, chi enerjisinin kullanımından yeteneklerini hayallerinin ötesine taşıyacak ödevlere, yüzünde gülümsemeyle okuyacağın sayfalardan hüngür hüngür ağlayacağın hikayelere kadar her şey senin için titizlikle toparlanıp kaleme alındı…

Bu kitap; senin gözyaşlarınla ıslanacak, kahkahalarına tanıklık edecek, uyanışına YOL olacak…

Ciğerine çektiğin her nefes kalbinden çıkan kana kavuştuğunda, ayakların seni bir adım daha ileriye taşıyacak. Her yeni adımında cennet biraz daha yaratılacak.

Kalbin atmak için doğru nedeni bulduğunda,

İnsanoğlunun uyanışına tanık olduğunda,

Benimle beraber bu YOL’a çıktığında,

Yaşam ilk kez seninle anlam bulacak.

Aşkın istilası başlıyor… YOL’a çıkıyoruz! Hazır mısın?

Metin Hara

HILLSIDER 75 / SİHİRLİ DÜNYALARIN KADINI LÜSET KOHEN FİNS

H75 türkcell_1“Hayatımın geri kalan kısmını kurgu roman yazarı olarak geçirmek istiyorum ve bu yolculuğa hazırım.”

Lüset Kohen Fins

Gözünüze baktığında kalbinizi okuyabilen, dopdolu, rengarenk ve bambaşka bir kadın Lüset Kohen Fins… 1997 yılından itibaren tam 9 sene City Plus İstanbul dergisini, hemen ardından da 4 sene New York’ta NYC Food & Mood isminde şehir rehberini çıkardı. Köşe yazarlığı, röportajlar ve gezi yazılarının yanı sıra deneme ve gözlem yazılarından oluşan yüzlerce çalışmadan sonra roman yazmaya karar verdi. İngilizce yazdığı ilk romanı ‘On Derin Ayak İzi’ ile 2013 yılında Uluslararası HarperCollins Authonomy ödülünü kazandı. Artık tek yapmak istediği roman yazmak ve tecrübelerini başkalarıyla paylaşmak… Biz de onu yakından izliyoruz.

İpek Kigan: Ne kadarlık bir süre aldı ‘ On Derin Ayak İzini’ yazmanız?

Lüset Kohen Fins: Bu kitap toplam iki senelik bir çalışma sonucu ortaya çıktı. Buna altı H75 türkcell_1ay süren Türkçe’ye çevirme sürecini de dâhil edersek, rahatlıkla iki buçuk yıl diyebiliriz. Türkçe’ye uyarlama aşaması ise benim için başlı başına farklı bir yolculuktu. Orijinali de tercümesi de günahıyla sevabıyla bana ait olsun istedim.

Önce İngilizce yazıp, sonradan Türkçe’ye bizzat kendinizin çevirdiniz o zaman. Neden ilk başta İngilizce yazmayı tercih ettiniz?

Bugün her alanda olduğu gibi edebiyat dünyasının da evrensel dilinin İngilizce olduğunu göz ardı edemeyiz. Bu yüzden risk alıp, biraz da şartları zorlamak istedim. Hedefim, 518 sayfalık bir metropol romanını 72 millete hitap edebilecek ve Edirne sınırlarını rahatlıkla aşabilecek bir konuma getirmekti.

Kitabınızı henüz okuma fırsatı bulamadım ama kitabın kahramanı Wen Bao Zhu ile ilk karşılaşmam Facebook’ta oldu. Gerçekten çok etkilendiğim bir sözünü paylaşmıştı bir arkadaşım. Bu kim acaba diyip, sonra da çok beğendiğim için ben de sayfamda yayınlamıştım. Hakkınızda araştırma yaparken kurgusal bir kahraman olduğunu öğrendim. O etkileyici sözün sahibi sizsiniz o zaman. Kitapta geçen başka sözleri de okudum. Zhuizm isminde kurgusal bir felsefe akımı ve yine kurgusal bir lider yaratmak ve bunun altını doldurabilmeniz çok ilginç ve etkileyici geldi bana. Bu romanın alt yapısı sizin hayatınızda nasıl oluştu?

On Derin Ayak İzi’nin alt yapısı gözlem, empati ve hayal gücüne dayanıyor diyebilirim. Hayat ile ilgili tecrübelerimi ve fikirlerimi aktarabilmek için bu yolu seçtim. Kurgu roman yazmak, deneme veya düzyazı gibi peş peşe düşünce aktarmaya benzemiyor. Birbirinden farklı karakterler oluşturmak, olaylar örgüsünü amaca yönelik diyaloglarla desteklemek ve konuya uygun bir atmosfer yaratmak zorundasınız.

Kişisel gelişim veya spiritüel konulara ilginiz olduğunu düşünüyorum. Doğru ise bu yolda giderken nerelerden geçtiniz? Hangi eğitimler, hangi kitaplar, hangi felsefeler sizi etkiledi?

İstediğiniz kadar kişisel gelişim veya felsefe kitabı okuyun, hiçbir şey gerçek hayat tecrübesi kadar etkili ve öğretici olamaz. Bu kitap biraz da bu gerçekler üzerine kurulu.

Yazma istediği ilk ne zaman düştü gönlünüze?H75 türkcell_1

On altı yaşımdan beri kısa hikâyeler yazıyorum. Düzenli olarak yazı yazmanın faydalarını 1997’de yayıncılık mesleğine ilk giriş yaptığım yıllarda gördüm. 2009 yılına kadar hem Türkiye’de hem de Amerika’da üç dergi çıkardım. Köşe yazarlığı, röportajlar ve gezi yazılarının yanı sıra deneme ve gözlem yazılarından oluşan yüzlerce çalışmam var.

Birçok yazar yazarlık ile ilgili olan eğitimlere karşı çıkarlar. Ama siz bu fikri bence çürütmüşsünüz.  Online yaratıcı yazarlık eğitimlerine katılıp, sonrasında da hep hayaliniz olan bir işi başarıp, ilk romanınızı yazmışsınız. Üstelik romanınız uluslararası bir platformda ödül almış. Belki birçok insan negatif fikirleriyle size köstek olmaya çalışmıştır. Sizi yolunuzdan döndürmeyen ve bu kadar ilgi gören bir roman yazabilmeye götüren dürtünüz neydi?

Yazarlık ile ilgili eğitim almanın yanlış olduğu fikrine katılmıyorum. Her yetenek gibi yazı yazma kabiliyeti de gelişim gösterebilmek açısından kontrol edilmelidir. Sebebine gelince, teknik bilgi ve gerekli donanım ile beslenmeyen bir yetenek yok olmaya ve körelmeye mahkûmdur. Sorun, bu gerçeği kabul edememekte… Egonun devreye girdiği her sanat dalında bu tür önyargılara ve bilgi kirliliğine rastlamak mümkün. Bu yüzden, herhangi bir teoriyi çürüttüğümü sanmıyorum. Sonuçta, On Derin Ayak İzi yılların birikimi ve iki yıllık titiz bir çalışma sonucu ortaya çıktı. Ben de her idealist yazar adayı gibi usta kalemlerden eğitim aldım ve acı dolu evrelerden geçtim. Acıdan kastım, bedel ödemek…  Günde en az sekiz saat çalışıyorum ve kendimi geliştirebilmek için sürekli hareket halindeyim. Zihinsel hareketlerin yazıya dönüşmesi de belli bir evreden geçmek zorundadır. Bu gerçekleri göz ardı etmeden olaya bakabilmek gerekiyor. Diğer konuya gelince, bu süreçte bana destek veya köstek olan hiç kimse olmadı desem yalan olmaz. Sonuçta kırk yaşını geçmiş, ne istediğini bilen ve çalışma azmine sahip bir kadını desteklemek de kösteklemek de hiçbir işe yaramaz. Hayatımın geri kalan kısmını kurgu roman yazarı olarak geçirmek istiyorum ve bu yolculuğa hazırım.

Türkiye’deki yayıncılık sektörü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’deki yayıncıların çoğu ya çok ünlü yabancı yazarların eserlerini yayınlıyorlar ya da risk almamak adına telif hakkı pahalı olmayan kitaplara yöneliyorlar. Ortası pek yok. Hâlbuki her sene dünyada birçok yeni yazarın eserleri yayınlanıyor ve topluma lanse ediliyor. Maalesef sadece yabancı dil bilenler ve bu romanların tercüme edilip raflara girmesi sürecini beklemek istemeyenler yeni çıkan kitapları günü gününe takip edebiliyorlar. Son yıllarda Türk halkının Türk yazarların kitaplarına yönelmesinde sinema filmlerinin oldukça büyük bir etkisi olduğunu gözlemledim. Bundan beş on yıl öncesine kadar, sinema salonlarında ekseriyetle yabancı filmler gösterime girer, dönemin Türk filmlerine pek rağbet edilmezdi. Bu tespit edebiyat dünyası için de geçerli. Eskiden kitapçılarda hep dünyaca ünlü yazarların eserleri sorulurdu, oysa son yıllarda Türk yazarların kitaplarına büyük bir ilgi var. Gözlemlediğim kadarıyla, bu bir arz talep meselesi.

2014 yılının Mayıs ayında Yaratıcı Yazarlık Atölyesi adında bir platform kurdunuz. Bu süreç nasıl oluştu, hedefleriniz neler?

Hedefim, Türkiye’deki yazar adaylarının gerçek potansiyellerini açığa çıkarmak, yaratıcılıklarını ve yazı tekniklerini geliştirmelerini sağlamak. John Grisham ve Stephen King gibi dünyaca ünlü yazarların çalışma koçlarından 14 ay boyunca pratiğe dayalı özel bir eğitim aldım. HarperCollins Authonomy altın madalya ödülünü kazandıktan sonra da jüri locasına transfer olup uluslararası kitap eleştirmenliği yapmaya başladım. Bilgi ve birikimlerimi Yaratıcı Yazarlık Atölyesi kapsamında çağdaş edebiyata gönül vermiş kişilerle paylaşmak istiyorum ve sırf bu yüzden kendi anektodlarımla birleştirdiğim yepyeni bir temel eğitim programı hazırladım. Hayatının herhangi bir döneminde öykü, roman veya otobiyografik hikâyesini yazmak isteyenlere yol göstermek ve onların her açıdan donanımlı birer yazar olmalarına yardımcı olmak istiyorum.

H75 türkcell_1City Plus İstanbul Dergisi ilk çıkardığınız dergi sanırım. 1997 yılında öyle bir dergi yapmak nereden aklınıza gelmişti?

İnanmayacaksınız belki ama çocukluğumdan beri kendimi hep günlük hayatta İngilizce konuştuğum ortamlarda hayal ederdim. Bu ilgim zamanla beni gizliden gizliye evde İngilizce olarak hazırladığım dergi maketlerini sürpriz yapma amacıyla aileme ve arkadaşlarıma göstermeye kadar gitti. İş hayatına atıldığım alan da zaten bu yönde oldu. İlk başta hedefim İstanbul’a gelen yabancılar ve şehirde yaşayan yabancılar için İngilizce bir dergi çıkarmak ve bunun için İngilizce makaleler yazmaktı. Birkaç sayı sonra kendimi İstanbul’un muhtelif semtlerinde fotoğraflar çekerken, şehrin tüm restoranlarını ve sanat galerilerini gezerken buldum. Beni heyecanlandıran şey meğer yeni insanlarla tanışmak ve onları gözlemleme içgüdüsüymüş. Bunu yıllar sonra anladım.

Bu dergi sayesinde İstanbul’u karış karış öğrenmişsinizdir. En sıkıntılı olduğunuz anda İstanbul’da hangi mekan veya yer size iyi gelir? Kısaca İstanbul’daki sığınağınız neresidir?

Evimi çok seviyorum ve en çok zaman geçirdiğim yer de burası. İyi gelir diyorlar fakat sıkıntılı olduğum zamanlar sahilde yürüyüş yapmak aklıma bile gelmez. Üzerinde etraflıca düşünmem gereken bir konu veya kafamı meşgul eden bir şey olduğunda Beşiktaş’tan vapura atlayıp Kadıköy’e geçer, çarşı pazar dolaştıktan sonra eve dönerim. Kalabalığa karışmak ve tanımadığım insanların arasında gezinmek bana tarifsiz bir huzur verir, yaratıcı çözümler bulmamı sağlar. Ayrıca Arnavutköy ve Şişhane semtlerinde tek başıma kahve içip, aklıma gelen düşünceleri el yazısıyla not almaktan çok zevk alırım.

City Plus İstanbul’dan sonra New York’ta da benzer bir deneyim yaşamışsınız. NYC Food & Mood  isimli bir şehir rehberi çıkarmışsınız. Hatta bu şehir rehberi o dönem New York’ta en çok satılan dergiler arasına bile girmiş. Neden Amerika’da böyle bir rehber çıkarmak istediniz? New Yorklu olmayan, hatta Amerikalı bile olmayan biri olarak sizce çıkardığınız dergi nasıl böyle bir başarı yakaladı?

Bence buradaki en önemli nokta istemek ve eyleme geçebilmek… Bahsettiğim gibi, çocukluğumdan beri arzu ettiğim bir şeydi bu. Nedense yayıncılık tecrübelerimi Amerika’da daha verimli bir şekilde devam ettirebileceğimi ve buna hazır olduğumu düşündüm. Sonuçta aklın yolu bir; hem turistlerin, hem de şehirde yerleşik bir düzene sahip olanların rahatlıkla başvurabilecekleri life-style tadında bir bilgi bankası herkes için caziptir. İster bu işi Afrika’da yapın, ister Amerika’da… Güncel makaleler, büyüleyici görseller ve iyi bir dağıtım kanalıyla istediğiniz her kitleye ulaşırsınız.

Zaman makinem olsaydı, sizi hangi zamana götürmemi isterdiniz? Gittiğiniz yerde değiştirmek istediğiniz bir şeyler olur muydu?

Zaman makinesi fikri bana hep macerayı ve bilinmezliği çağrıştırır, dolayısıyla bu herkes gibi beni de heyecanlandırır. Farklı bir zaman dilimine yolculuk yapacaksam, gelecekten ziyade geçmiş bir döneme gitmeyi tercih ederdim. Mesela, İtalya’nın Campania bölgesindeki Napoli kenti yakınlarında bulunan antik Pompei şehri kalıntılarının bulunduğu yere, Milattan Sonra 79 yılına gitmek istedim. Fakat tek bir şartla; Vezüv Yanardağı’nın patlamasından birkaç ay önce gidip, oradaki insanların nasıl yaşadığını gözlemledikten sonra, şehrin bir toplu mezara dönüşmesinden birkaç saat önce tekrar bugüne dönebileceksem…

Muhtemelen seyahat etmeyi seviyorsunuzdur İstanbul’dan başka yaşamak isteyeceğiniz yer neresi?

Farklı düşünce yapılarına sahip insanlarla bir arada olmak ruhumu besleyip, hayal gücümü geliştirdiği için bu soruya New York diye cevap veresim geliyor fakat orada yaşamak benim için her mevsim keyifli olur diyemem. İklim ve hava şartlarının ruh hâlimi etkilediğini biliyorum, bu yüzden birkaç farklı şehirde yaşamak isterdim desem… Yapı olarak, şehir hayatını sevdiğim kadar doğal ve sessiz mekânlarda yaşamaktan da hoşlanıyorum. Mesela, Yunanistan’ın Kalambaka Kasabası yakınlarındaki 300 metrelik kayaların tepesine kurulmuş olan Meteora Bölgesi’ndeki manastırlarda birkaç ay rahatlıkla yaşayabilirim. Meteora’nın kelime anlamı ‘’gökyüzünde asılı’’ demek… Ortodoks keşişler inzivaya çekilmek, Tanrı’ya daha yakın hissedebilmek ve dünyevi meselelerden uzaklaşmak amacıyla bu büyüleyici manastırları inşa etmişler. Etrafımda heyecan verici bir manzara, yeterli miktarda yiyecek ve su olduktan sonra neden olmasın?

Dünyada görmeyi en çok istediğiniz yer neresi?

Pasifik okyanusundaki Galapagos Adası’nı karış karış gezmek ve tanımak isterdim.

Sizde iz bırakan 3 kitap ismi söyler misiniz?

Emile Zola’nın Germinal ve Ivan Goncharov’un Oblomov adlı eserinin yanı sıra Paolo Coelho’nun Simyacı romanı bende iz bırakmış kitaplar arasındadır.

Vazgeçilmezleriniz nelerdir?

Dostlarımla fikir alışverişi yapmak benim için vazgeçilmez bir tutkudur.

Yaşamınızda yapmaktan keyif aldığınız başka neler var?

Farklı kültürlerden yeni insanlarla tanışmaktan, antika ve baharat pazarlarını gezmekten çok keyif alırım.

Hayatınıza bir isim vermenizi istesem, bu ne olurdu?

Deneme-yanılma tahtası.

Yeni bir roman geliyor mu yakında?

Evet, altı ay önce Enginar Mevsimi adında yeni bir roman yazmaya başladım. Bu aralar hazırlıklarım hep bu yönde, çünkü bu kitabın 2015 yılının Ocak ayında okuyucuyla buluşmuş olmasını hedefliyorum.

HILLSIDER 74 / MASAL TADINDA BİR HAYAT … AYŞE KUCUROĞLU

h74 KAPAK - son yeniHayatın tam içinde. Dolu dolu yaşıyor. 5 çocuğu, Happily Ever After isminde harika bir restoranı, gazetede çıkan yazıları, hobileri, aktif bir sosyal yaşamı, bütün bunların hepsiyle ince ince ilgilenebilecek kadar zamanı, hünerlerini kullanabilmek için büyük bir gücü, yaşama ve eşine karşı bitmek bilmeyen kocaman bir aşkı var. Benim gözümde adeta bir masal kahramanı! Zaten bütün bunları aynı hayatta nasıl bir araya getirebiliyorsunuz diye sorduğumda “ Biraz plan, biraz da sihir.” diye cevap verdi

İpek Kigan : Çocukken yaşam sizin için ne ifade ediyordu hatırlıyor musunuz?

Ayşe Kucuroğlu: Çocukken yaşam benim için en çok kız kardeşlerim ve ailemle bir arada olmaktı. Sokakta oyun oynamak, lastik oynamak, bazen de patenle kaymak demekti! Anneme seslenip, sepetle aşağı su göndermesini istedikçe annem çıldırırdı. Çocuk olmak, hem de o yıllarda, sanki bambaşkaydı. Bugüne bakınca, sokakta oynamak en büyük özgürlükmüş meğer.

Hangi aile büyüyünüz sizin kahramanınızdı?Hillsider 74_türkcell_1

Sanırım dayım! Şimdi hayatta değil. Çok cesur, eğlenceli ve bizimle çok vakit geçiren bir dayıydı. Tommiks, Teksas severdi. Öğle yemeklerinden, akşam yemeklerine uzanan bir masa keyfi vardı. İlk şarabı onunla içtim. Bir de Bodrum’a ve Amerika’ya bayılırdı.

Kalabalık bir ailenin içinde mi büyüdünüz?

Kız kardeşlerim Ülkü ve Sinem olduğunda kalabalık sayılabilir. Tam bitişiğimizde, artık aile olarak kabul ettiğimiz Begüm ve Evren otururdu. O gün, bugün hiç ama hiç ayrılmadık. Şimdi Happily Ever After’da Sinem ve Ülkü ile beraber çalışıyoruz.

En sevdiğiniz aile ritüeliniz neydi?

Annemin Samatya’da bir eczanesi vardı. Nilay Eczanesi. Tüm Yedikule ve Samatya halkı annemi çok sever ve tanırdı. O zamanlar eski İstanbullular oldukça yerleşikti. Gerçek bir semt kültüründe büyüdüm. Kendimi şanslı sayıyorum. Kilisenin papazından, hemşire Bayan Lili’ye, Foto Cevdet’ten, çerçeveci İhsan Bey’e… Eczanenin üst katında annemin arkadaşı otururdu. Sevgili Uğur Dündar’ın kız kardeşiydi. Beklerdim ki Uğur Dündar gelsin de ve onu göreyim diye. O kadar maviydi ki gözleri…Çocukken aşık olmuştum ona.

En sevdiğim ritüel sanırım okul çıkışı eczaneye gelip, yan kahveden bir çay söyleyip, sokak simidi yemekti. Onun keyfi başkaydı. Eczane de otururken, tüm semt sakinlerinin en ufak sağlık sorununda anneme koşup, gelmelerini seyretmek hoşuma giderdi.

Nerelerde yaşadınız üniversite çağına kadar?

Ben doğduğumda Bakırköy’de oturuyormuşuz. Annemin eczanesine yakın diye sonra Yedikule’ye taşındık ve çocukluğum orada geçti. Sonra Florya’ya taşındık. Bizim Florya oldukça sessiz olduğundan arkadaşlarımla genellikle Yeşilköy’de bir araya geliyordum. Dilim Pizza, Yeşilköy Spor Kulübü, Çınar Otel’in havuzu beni büyüten yerler.

Üniversitede de Çin Dili ve Edebiyatı okumuşsunuz. Neden Çin dilini öğrenmek istediniz?

Lisede yabancı dili sevmiştim. İngilizcede çok iyiydim. Aslında psikoloji okumak çok istemiştim. Ama o bölüm için 40 matematik sorusuna doğru cevap vermem gerektiğini öğrenince lanet olsun deyip vazgeçmiştim. Matematik insanı değildim! Ama günlerce yazı yazıp, edebiyatın içinde kaybolabilirdim mesela. Lise sonrası bir arkadaşımla Tayland’a gitmiştim. Tek bir sırt çantası alıp gittiğim bu seyahat sonrasında Uzakdoğu ile ilgili bir şeyler okuyabileceğimi hissetmiştim. O yıl tek bir bölüm yazıp o bölüme girdim. İstanbul’da tek bir yerde, Fatih Üniversitesi’nde Çin Dili ve Edebiyatı vardı. Tam aradığım lezzetteydi. Yabancı dil ile ilk sıralamalara girerek hem burslu, hem de ödüllü bir biçimde bölümü kazandım. 4 yılda bitti ama ben de bitmiştim.

Çince öğrenmek size ne gibi değerler kattı?Hillsider 74_türkcell_1

‎Bana bende olmayan bir şeyi öğretti Çince; sabretmeyi… Yoksa yazınız güzel olmaz ve okunmaz. Sakinlik ve dinginliği öğrendim. Aileye düşkünlükleri, kadına gösterdikleri saygıları, yaşama verdikleri önem, bir çay demlemedeki ritüel her şeye değerdi. Tezim Çin Seddi’nin çevresindeki yeme içme kültürleriydi. Bakın o zaman bile yemeğe ilgim varmış 🙂

Hiç Çin’e gittiniz mi?

Evet gittim.

Ülkenin en çok nesini sevdiniz?

‎Bu kadar büyük bir meydan görmedim hiç. Herkesin, su yerine yeşil çay tükettiği bir ülke. Çok sigara içiyorlar. Çin Seddi çevresindeki el yapımı halılar harikadır. Dünyanın en iyi mutfaklarına sahipler. Yıllarca Mao’nun gölgesiyle o kadar titrekler ki; yolda birine saati sorunca hala kaçan insanlar var. Bir ülkeyi tanımak isterseniz ya düğününe ya da pazarına gidin der yolculuk terapisti arkadaşım Zeynep Boneval. Gelinlikler kırmızı. Hala bu geleneği sürdürüyorlar. Çok mahremdir evleri ama evlerinde o kadar misafirperver olurlar ki; mahcubiyetten ölürsünüz.

Happily Ever After’dan önce nerelerde çalıştınız?

Açıkçası okudum, gezdim, dolaştım. Ciddi anlamda çalışmadım. Bu benim ilk girişimim oldu.

Happily Ever After nasıl doğdu?

Happily Ever After çok tatlı bir girişimle hayat buldu. Bebek’te evimizin karşısında bulunan küçücük cep kadar dükkanı emrivaki ile kiralayarak işe koyulduk. Beni yerimden kaldırıp ‘hadi’ diyen Ceren Büke olmuştu. Birlikte başladık, bana çok yön kazandırmıştır. Sonra ben tek başıma devam ettim.

Restoranınızı farklı kılan sizce nedir?

Farklı tarafı bence el bebek gül bebek günden güne büyümesi. Müdavimleri arttı. Bir bebek gibi büyüdü. Bu yıl 9 yılı geride bırakmış oluyoruz. Sürekli orada bulunmak işin yarısı. Ayrıca bir aile işi haline geldi. Umarım ki çocuklarımdan biri devam eder. Bebek Badem Ezmecı Sevim Ablamız gibi olmak isterim. Ve ismi de farklı taraflarından biri bence. Eşim Taner’in bulduğu dâhiyane fikirlerinden biri.

Hillsider 74_türkcell_1Happily Ever After’da yapmayı en çok sevdiğiniz şey?

En çok bakery ürünlerini yerleştirmek. Günün yemeklerini belirlemek. Taze ekmek kokusu ve fonda çalan güzel bir caz müzik…

 

Bebek semtinde yaşıyor ve çalışıyorsunuz. Hayatınızın çoğu orada geçiyor. En çok nesini seversiniz Bebek’in?

Dünyanın neresine giderseniz gidin Bebek’i özlersiniz. Sabah erken saatlerde kuş cıvıltıları,  taze park kokusu. Bebek Kahve’den Özcan’a sataşmak. Santral Şarküteri’den peynir almak. Pasajdaki gazetecimden gazeteleri almak, bir de yanında bir buket çiçek… Daha ne olsun.

Aralarında çok az yaş farkı olan 5 harika küçük çocuğunuz var. Evlisiniz, haftanın muhtemel 7 günü açık ve gece de açık olan, bizzat başında durduğunuz bir restoranınız var, Vatan gazetesinde yazılarınız çıkıyor, moda ile ilgileniyorsunuz, spor yapıyorsunuz,  çok aktif bir sosyal hayatınız var. Hepsini dengeli bir şekilde nasıl yürütebildiğinizi, zamanınızı nasıl efektif olarak kullanabildiğinizi açıkçası oldukça merak ediyorum. Varsa bu işin bir püf noktası, paylaşırsanız çok sevinirim. 

İşin içinde biraz sihir, biraz plan var:) Önce planlı kısmı anlatayım. Evimiz ve işimiz alt alta üst üste. Bu çocuklarım için bir şans, bizim içinse ömür uzatma aslında. Birçok yere yetişebilmek ya da anında restoranında olmak için tek yol. Sihir kısmına gelince, sanırım o şiirin adı aşk olsa gerek. Eşim Taner’e duyduğum bitmez aşkım! Bir de ondan öğrendiğim hayat pratikliği ile kazandığım hız. Karar alırken, yazarken ya da yürürken hep desteğini omzumda hissettiğim, hep bizimle olan iyi bir sevgili ve harika bir baba Taner. Böylece her bir tarafa yetecek enerjiyi biriktirebiliyorum. Haftada bir sefer kız arkadaşlarımla yediğim güzel bir yemek, içtiğim bir kadeh içki, çocuklarımdan aldığım onca ses ve güzellik hayatımı çevirmeme yetiyor. Dışarıdan çok ortada gözüksem de, evde küçücük, modern konservatif bir aileyiz.

Bütün doğumlarınız için Amerika’ya gitmişsiniz sanırım. Neden Amerika’da doğum yapmayı tercih ettiniz?

Evet,  tüm doğumlarımı harika doktorum Lemi Ergin İbrahimoğlu takip etti. Ve doğru zamanda Kaliforniya’ya yolcu etti. Hayatımın en önemli insanlarından biridir doktorum Lemi. Her zaman doğru yönlendirmeler ve iyi destek ferahlığı ile benim gibi hafif pimpirikli bir kişiye 5 bebek taşırken en büyük yardımcıydı. Sonrası San Diego, La Jolla’da normal doğum.

Buradan uzak kalmak, hamileliğin en sonlarına doğru bire bir doğacak bebeğe konsantre olup,  ılık güneşte uzanmak gibisi yok. Tabii ki çocuklarımızın ikinci bir şansları olmasını da düşündük. Bu sayede Amerika’daki farklı üniversite eğitimlerinden faydalanabilirler. Ayrıca  biz zaten yazları orada olmayı seven insanlarız. O kültürü, yaşamı, hayat stilini de seviyoruz.

Anne olmak yaşamınızda neleri dönüştürdü?

Bir kere sırt çantası ile basıp bir yere gidemeyeceğimi artık biliyorum:)

Sonra çocuklar yüzünden arabam da değişti:)

İlişkimiz daha güçlendi, ufak tefek kıskançlıklar geride kaldı. İnsan rahat rahat depresyona da giremiyor‎. Hep bir hareket. Ama kalabalıklık güzel şey. Melankoliyi pek severdim, en çok onu özlüyorum, ama arada kaçamak yapıyorum:)

Kalabalık aile olmanın en güzel yönü nedir sizce?

Bir kere demokrasi var sonuna kadar! Sonrası onlara bırakabileceğimiz en büyük miras kardeş! Kalabalık aile olmak demek kocaman bir masa demek, kocaman bir gürültü demek! Daha ne olsun!

Bu temponun sizi çok yorduğu anlarda nereye kaçmayı, neler yapmayı tercih edersiniz?

‎Ahhh! Olmaz mı… Gün içerisinde ise tabii ki Sanda Spa Etiler. Alo Okan demem yeterli. O bana en iyi masajı dizayn eder. Kız arkadaşımla bir akşamüstü buluşması beni motive eder. Ama beni deniz aşırı gitmek paklar. Günün geceye, gecenin de güne ters düştüğü yerde, ne gazete, ne tv, ne de yüksek topuklu ayakkabılarım! Burası San Diego. Gerçek ülkeden kaçış budur!

Hillside City Club-Etiler üyesisiniz. Neler yapıyorsunuz Hillside’da ?

Hillside City Club’ta  -her hamilelikte 30 kilo alınca insan- toplam 150 kilo bıraktım. Tüm misafir ilişkilerinin bana katlanması, sevgili cross fit antrenörüm Noyan Dülek, Sanda Spa ‘da Okan, her yerde olan Kler, benim bu kulüpteki program ortaklarım. Onları seviyorum. Zaman zaman yorulduğumda, beni yeniden motive ettikleri için teşekkür ederim. Hillside dolap sisteminde sürekli dolabımın şifresini seslendirip, çevreyi rahatsız eden bana dayanan, koşup gelen güler yüzüyle karşılayan Havva hanım… Hillside City Club-Etiler gerçek bir hayat paylaşım yeri aslında. Hangimiz günlük stresini orada bıraktık ve hangimiz sıradan endişeleri sporla yendik. Ve hepimiz daha iyi hissettik. Onlar bunu biliyor.

Rock müziği sevdiğinizi okudum. Rock müzik neden vazgeçilmez sizin için?

‎Rock müzik bir başkaldırı, düzen içinde bir anarşizm! Çocuklarla da arabada benim yıllardır sevdiğim albümleri dinleriz.

Yaşamanızdaki başka neler sizin için vazgeçilmezdir?

Annem, La Jolla, kuaförüm Yıldırım Özdemir, La Praire Caviar el kremi, yüksek topuklu ayakkabılarım.

Bir gün kitap yazmayı hayal ediyor musunuz?

Bir gün kitabım olsun isterim. İçinde yer yer yemek tarifleri de olan. Neden olmasın! Bir İkizler burcu olarak bu soruyu cevapladıktan sonra düşünmeye başlayacağım!

Geleceğe doğru baktığınızda kendinizi, eşinizi ve çocuklarınızı neler yaparken görüyorsunuz?

Upuzun bir masada, tüm çocuklarım ve  onların sevgilileri ya da eşleriyle birlikte yemek yerken… Pek tatlı olur.