HILLSIDER 48 / GÖKHAN AVCIOĞLU……… Mimar, gurme, gezgin!

h48-kapak-dusukGökhan Avcıoğlu: Mimarlık benim çocukluğumdan beri istediğim bir işti. Aslında ilkokul çağlarımda Akdeniz ve Ege bölgesindeki antik kentlere yaptığımız yolculuklar mimarlık aşkımın başlangıcı diyebilirim. Antik kentleri gezerken, o alanda eskiden yaşayan bir şehir olduğu öğrenmek beni çok etkilemişti. Sonra o yıkıntılardaki taşları kafamda legolar gibi birbirinin üzerine koyarak kentler hayal etmeye başladım. Tarihi yapılardaki zenginlik, camiler, medreseler, külliyelerin varlığı hayal etmemi geliştiriyordu. Tabii çocukken bu kadar farkında bir bilinçle değil de, biraz içgüdülerle bu işin içine girince, mimar olmadan çıkamadım. Üniversite sınavında 20 tercih hakkım olmasına rağmen sadece 7 tercih yaptım, hepsi de mimarlıktı. En son kendimi Selçuk Üniversitesi’nde buldum. Orada yaşamak Anadolu’yu, özellikle Doğu’yu tanımam için çok iyi oldu. Bu seyahatler ileride profesyonel olarak yapacağım mesleğin pratiklerine konsantre olmamı sağladı.

İpek Kigan: Okul bittiğinde kendinizi mesleki açıdan olmuş ve hazır hissediyor muydunuz?

Okulu 6 sene de bitirdim. Son iki sene Cengiz Bektaş’ın yanında staj yaptım. En az okul kadar o iki yıl içerisinde öğrendiklerim de etkili oldu diyebilirim. 30 yaşıma kadar kendimi zorlamadım. Bir telaş göstermedim. 90 yılında bir arkadaşımla beraber mimarlık bürosu kurduk. İlk işlerimizi, ilk binalarımızı yapmaya başladık. 94 yılında ise ortaklığımız bitti. O günden beri tek başıma devam ediyorum.

Neler yaptınız 94’den bu yana?

Çok bina yapmaktan ziyade, çok proje yapmayı, yavaş yavaş büyümeyi hedefledim. Bir de geriye dönüp baktığımda sağlam bir portfolyom olsun istedim. Memnun olmadığım bir yapı olmasın istedim.

Bugüne kadar bina inşası, Kadıköy meydanındaki tuvaletlerin yapılması, restoran, iç dekorasyon ve showroom gibi farklı farklı projeler yapmışsınız. Peki sizi en çok tatmin eden hangi tarz projeler oluyor?

Aslında hepsi. Ama hiç ortada yokken, yeryüzüne yepyeni bina koymak en güzeli. Tabii var olan bir yapı içerisinde, yeni bir hikaye yazmak da benim için ilginç. Ben yeni bir sayfa açan işleri tercih ediyorum.

Müşteri size geldiğinde, istedikleri aklınıza çok yatmazsa onu nasıl yönlendirirsiniz? 

Orada bir çelişki yaşıyoruz hep beraber. Doğal olarak gördüğümüz bir şeyi isteriz. Çoğu zaman müşterinin aklında bazı imajlar, bazı resimler vardır. Bunlar esasında fiziki fonksiyonlara uymasa da aslında orada çekici olanlar daha farklı şeylerdir. O noktada psikoanaliz yaparız beraber. Çünkü bir bina yapmaya başladığımız zaman, karar verdiğimizden binanın bitişine kadar minimum 1 yıl, bazen 6 yıl geçtiği oluyor. Hala inşa etmek için çok uzun zamanlar harcıyoruz. Dolayısıyla bu zamanı doğru kullanmamız lazım. Çünkü o süre geçtiğinde yaptığımızdan pişman olabiliriz ya da fikren başka bir yerde olabiliriz. Biraz geriden gelen hantal bir iş bu.

Bildiğim kadarıyla üniversitelerde ders veriyorsunuz.

Ben gezici bir hocayım. Önümüzdeki sene Paris’te Fransız öğrencilere ders vereceğim. Daha önce Amerika’da ve bir dönem de İTÜ’de verdim.

Keyif alıyor musunuz bu işten?

Evet. Çünkü öğretirken öğreniyorum. Aslında benim için laboratuar oluyor. Bir konuyu 20 tane öğrenci ile 20 değişik açıdan ele alıyoruz.

Amerika’da bir ofisiniz var. Yurtdışına nasıl ve ne zaman açıldınız?

Artık birçok yenilik ve düşünce Amerika’dan geliyor. Ayrıca çok güçlü bir ülke Amerika. Bütün dünyaya hakim olmak istiyor. 51 eyaletini 251 eyalet haline getirmeye çalışıyor. Bütün bunlar yüzünden Amerika’yı görüp, tanımak istedim.10 sene önce gittim ilk defa. Önce gelip gidiyordum, sonra tamamen o tarafa geçip, 3 sene boyunca orada kaldım. Şu anda Amerika’daki ofisimde çok büyük ölçekli projeler ve teoriler konusunda çalışıyoruz. Amerika’da bina inşa etmenin dışında, insan ilişkilerini inşa etme konusunda da çok bilgi var. Bu çok önemli. Önce müşteri ile aramızdaki ilişkiyi inşa etmemiz gerekir çünkü. Beraber yapmak istediklerimizi, niye böyle bir şeye ihtiyacı olduğu, bunu nasıl inşa edeceğimizi konuşuruz. Önce tasarımın tasarımını yaparız. Bunu yaptığımız zaman başarı şansımız çok yüksek olur.

Ayrıca tasarım ürünlerinin sergilendiği bir yere de ortak olduğunuzu duydum.

2000’li yıllarda yeni tasarım arayışları, yeni tasarım dalgaları için bir buluşma noktası oluşturmuştuk. Genelde küçük parçalar. Mobilyalar, küçük nesneler… Burada çok güzel tartışma ve tanıma olanakları yarattık. Ama artık devam etmiyor maalesef. O zamanlar ofisimiz yoktu. Mimarlık ofisimiz olunca showroom kapandı.

İş için bu kadar yolculuk ediyorsunuz. Peki zevk için seyahat etmesini sever misiniz?

Bayılırım.

Hoşunuza giden, yeni yerler keşfetmek mi?

Yeni yerler de görmek çok güzel, daha önce gördüğün yerleri görüp, bir daha başka bir tarafını fark etmek de güzel oluyor. Dünyanın çok önemli bir bölümünü gördük ama bitirmedik tabii. Daha göreceğimiz çook yer var.

Seyahat ederken mesleki olarak sizi tatmin edecek yerleri mi tercih edersiniz?

Hayır. Özellikle buna dikkat etmem. Ama gezip, görmek, bilgi toplamak beni besler. Gittiğim yerlerde mutlaka kütüphaneleri, kitapçıları, yeni hayatı anlatan trendy yerlerden tutun, en eski, en köklü, oranın karakterini veren en değişmez yerlere kadar hepsini gezerim. Çok ilginç sonuçlar veriyor insana.

En çok etkilendiğiniz şehir hangisi?

Sydney diyebilirim. İstanbul’un 1950’si ile 2020’si gibi bir şehir. Sydney, İstanbul’un 1950’si gibi şehrin içinden hemen denize girebildiğiniz, insanların gün içerisinde yüzmeye gidip, gelip tekrar çalışabildikleri bir yer. Ayrıca her türlü sebze –meyve yetişiyor. Dünyanın en iyi aşçıları Avustralya ve Yeni Zelanda’dan çıkıyor. Fakat çok uzak.

İstanbul’un 2020’si neden peki?

Rahatlık ve modernlik açısından. Oturmuş, kayıtlı ve rahat bir ekonomisi var. Büyük ve keşfedilmemiş bir kıta aslında. Birden bire çok doğal ve sağlıklı bir doğa başlıyor. Değişik hayvan nesilleri var. Avustralya gerçekten ilginç bir yer. Bir de Marakeş ilginç. Özellikle bir çöl şehri olarak çok hoş. Akdeniz şehirleri, Ege adaları da bambaşka bir atmosfere sahip. Okyanus adalarına da gittim. Orada doğa güzel ama bir eksik var. Her şey çok büyük mesela. Balıkları, hatta deniz yıldızları bile.

Tarih, mimarlık, gezmek, görmek…. Size mutlu eden başka ne var?

Aslında mimarlık ile ilgili bunlar. Mimarlığın içinde kültür var, bina var, yiyecek içecek var. Mesela yemek yeme ve içme kültürleri ile ilgili her şey ilgimi çeker. Özel baharatlar, bitkiler, yeni tatlar, saklama teknikleri, pişirme teknikleri… hepsi ile ilgilenirim.

Uyguluyor musunuz peki öğrendiğiniz pişirme tekniklerini?

Eşim uyguluyor, ben daha ziyade kritik yapıyorum. Bu yüzden de restoran projesi yapmayı severim.

Değişik lezzetleri tatmaya açıksınız o zaman?

Evet, ama en değişik lezzetleri askerde tattığımı söyleyebilirim. Komanda değildim ama onları yöneten bir harekat merkezinde görev yaptım. Komandoların getirdiği hediyeleri yiyorduk beraber.

Merak edip mi yediniz, yoksa askersiniz diye mecbur mu kaldınız?

Onların nasıl bir hayat geçirdiğini anlamak istedim. Çok medeni bir ortamda yaşıyoruz ama sıfır noktasına hatta sıfırın altına indiğimiz zamanlar için de kendimizi hazırlamamız lazım. Zorda kalınca neler yiyebileceğini anlamak lazım.

Neler yenebiliyormuş?

Her şey. Çiğneyebildiğimiz ve midemizin eritebildiği her şey yenebilir.

Kitaplar…?

Gerçek yaşam öyküleri, biyografiler, otobiyografiler, araştırma ve teknik kitaplar okumak en çok hoşlandığım türler. Kurmaca romanları çok sevmem. Aynı şekilde sinemada da bu şekildedir. Mesela bildiğim bir tarihi karakteri anlatan film ilgilimi çeker, çünkü orada bir gerçeklik vardır.

Gördüğünüz bir şeyi not etmek veya çizmek için yanınızda kağıt–kalemle mi dolaşırsınız?

Orada bir çelişki yaşıyorum. Bazen not alıyorum ama bazen de yaratıcı unutkanlık dediğimiz özelliği kullanıyorum.

Şu anda İstinye Park içinde açılacak olan Hillside City Club’ın mimarlığını yapıyorsunuz. Sporla aranız  nasıl?

Futbol, basketbol ve kondisyon sporları yaptım bugüne kadar. Arada devam etmeye çalışıyorum. Takım oyunları daha çok keyif aldığım sporlar. Ama spor yapmak disiplin istiyor. Bu konuda çok tutarlı değilim.

Sürekli spor yapan biri olmanız bir spor merkezi yaratırken ihtiyaçları daha iyi anlayabilmeniz için avantaj olmaz mıydı? Bu konuda zorlanıyor musunuz?

Avantaj olurdu tabii ama Hillside City Club sadece bir spor alanı değil, bir buluşma alanı. İnsanların spor yaparken beraber bir şeyler keşfettikleri, paylaştıkları, birbirlerindeki değişimleri, gelişmeleri gözlemledikleri ve birbirlerine aktardıkları bir yer. Spor kulüplerinden farkı burada Hillside’ın. Dolayısıyla Hillside kendisiyle, çevresiyle, vücuduyla, aklıyla ilgilenmek isteyen insanlara ulaşmayı hedefleyen bir kurum. Sloganı gibi, üzerinde durduğumuz şeylerden bir tanesi insanların kendilerini rahat, keyifli ve iyi hissedecekleri alanlar yaratmak ki; bu da zaten mimarlığın da amaçlarından bir tanesi.

Size bir özgürlük tanınsa, dünyanın bir yerinde hiçbir kurala bağlı kalmadan bir bina inşa et deseler…

Yapamam. Bir oyunun kurallarını yazmadan bir oyun oluşturmak çok zor. Saçmalama olur.

Ben sorumu tamamlamadım ama. Böyle bir özgürlüğünüz olsa daha sanatsal bir yapı mı çıkardı ortaya?

Benim için bunu çok cevaplamak çok zor. Bina yapmak çok masraflı ve zahmetli bir iş. Buna değecek unsurlar olması lazım. Böyle keyfekeder konular beni yeterince heyecanlandırmıyor. Onu sanatçılara bırakıyorum. Bunun için bana daha somut şeyler söylemeniz lazım. Mesela evsizler için bir proje yapmak, şehir merkezinde bir tuvalet yapmak gibi. Bunları gerçekten anlamlı bir şeye dönüştürebilmek mimarlık.

Gelecekte yapmayı arzu ettiğiniz ne var?

Şu anda en çok yapmak istediğim şeylerden birisi 15.000 veya 25.000 kişilik şehirler yapmak. Sanki adım adım ona doğru gidiyorum. Bir gün yapacağım. Bir de mimarlık okulu var aklımda. Ama tabii o da çok büyük para. Benim projelerim çok büyük paradır. Sormayın daha iyi yani.