AKARE MAGAZINE 2005 / HOBİSİ KARİYERİ OLDU! SAMİ ALAN

Sadece 30 yaşında. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’ni bitirdikten sonra Amerika’nın en iyi üniversitelerinden University of California, Irvine’da  MBA masterı yaptı. Yüksek lisansı  bittiğinde yüzlerce aday arasından seçilerek American West Airlines’da çalışmaya başladı. İlk iş gününü asla unutamadı!!! Gelir Yönetimi ve Ücret Bölümleri’nde çalışarak  3 senenin sonunda müdürlüğe kadar yükseldi. Memleketi burnunda tüterken THY’dan gelen teklifi hiç düşünmeden kabul etti.  2003 yılı Aralık ayından beri Türk Hava Yolları’nda Gelir Yönetimi Başkan Yardımcısı olarak çalışıyor.

ipek Kigan: Neden havacılık sektörünü tercih ettiniz?

Sami Alan: Endüstri mühendisliğini severek ve isteyerek okudum. Ama IT sektöründe çalışmayı hedeflemiştim. Yüksek lisans yaparken bölümümdeki bir hocanın asistanlığını yapmaya başladım. Hocam da benim gibi endüstri mühendisliği okumuştu. Doktorasını ise Havayolları Yönetimi konusunda yapmıştı. Benimde havacılıkla ilgili konulara hobi seviyesinde her zaman ilgim vardı. Asistanlık yaparken ilgilendiğim de bir konu olduğu için sektörün detaylarını bir parça öğrenmiş olmuş olmalıyım ki, Amerikan West Airlines mülakat için okula geldiğinde kendimi fark ettirmem hiç de zor olmadı.

Amerika’da şirketler eleman bulmak için okullara mı geliyorlar?

Orada sistem şöyle işliyor. Amerika’da okulların kariyer günleri olur. O günler boyunca şirketler okullara akın ederler. Gün olur 10 tane şirketin geldiği olur. Saatleriniz, dersleriniz uygun olduğu sürece bu prezantasyonlara katılırsınız. Bir sunum olur ve sunum sonucu hangi pozisyonlara eleman alacaklarını açıklarlar. Öğrencilerde internet üzerinden başvurur. Şirket daha okuldan ayrılmadan o cv’ler arasından beğendiklerini öncelikle kampüs iş görüşmesine çağırır. O görüşmede beğendiklerini ise, şirkete görüşmeye çağırırlar. Genel prosedür bu şekilde işler. Şirket merkezlerinde seri mülakatlar olur. Kimisi 3 raunt, kimisi 4 raunt, kimisi 6 raunt olur. Benim görüşmelerim 4 rauntluydu. Amerikan West’e görüşmeye giderken hocamla fikir alışverişinde bulunup, öyle gitmiştim. Okulda 20 kişinin arasında 4 kişi seçip, şirkete çağırmışlardı. Tabii sadece bizim okuldan değil, başka okullardan da gelen öğrenciler vardı. Toplam 70 kişi kadar MBA adayı vardı. 4 rauntlu mülakatla bu sayıyı iki kişiye indirdiler. O şanslı iki kişiden biri bendim. Bunda tabii en önemli etken gerçekten derinliğine bir konu hakkında bilgilenmiş olmamdı. İlgi alanınız olan bir konuda hakkında uzmanlaşmak çok önemli. Benim mesela havacılığa karşı ilgim vardı. Çoğu kez kendimi havayolu dergileri karıştırırken buluyordum. Uçak gördüğüm zaman, az çok tanımaya gayret ediyordum. Bu bir eğilimdi. Bu eğilim her ne kadar bilinçli olarak IT pazarına yöneldiysem de, döndü dolaştı kariyerim oldu. Aslında hobim, kariyerim olmuş oldu. O yüzden sevdiğiniz bir işte odaklanmak, o işle ilgili detay, teknik, bir  takım bilgiler edinmeye çalışmak başarının anahtarı bence.

Amerika’da bir yabancı olarak çalışmak sizin için avantaj mı oldu, dezavantaj mı ?

Amerika’da yabancı olmak benim zamanımda da dezavantajdı, şimdi daha büyük dezavantaj. Amerika’da herhangi bir 2 veya 4 yıllık eğitim aldığınız zaman, OPT sistemi ile 1 yıllık çalışma imkanınız oluyor. Yalnız şirketlerin çok çok azı  yabancı çalışan istihdam edebiliyor. Vize kuralları ve şirketlerin kendi istihdam politikaları buna sebep. Nitekim mezun olduğum 2001 yılında Amerika’nın ekonomisi şimdiki kadar durağan değildi. Ama buna rağmen biz 77 yabancı öğrenci olarak UC, Irvine’dan mezun olduğumuzda sadece 3 kişi iş bulabilmişti. Ama Amerikalılara baktığınızda bu oran %90’ların üzerindeydi.

Amerikan West Airlines gibi büyük bir şirkette  3 sene çalıştıktan sonra neden ayrıldınız?

Amerikan West’te çalışırken, THY’na olan özel ilgimden dolayı ortak sistemde olan onların ücret ve tarifelerini inceler, görüşlerimi THY ile paylaşırdım. Bir  nevi fahri THY çalışanı gibiydim. Bu yazışmalar THY Genel Müdürü’nün dikkatini çekmiş. Bazı konularda kendisine danışmanlık yapmamı teklif etti. Böylece THY’na danışmanlıkta yapmaya başladım. 6 ay sonunda ücretler bölümünde çalışmam için teklif geldi. Ben de bunu milli bir görev olarak algıladığım için teklifi hemen kabul ettim. Zaten Amerika’da yaşayan bir çok Türk gibi benimde Türkiye’ye karşı büyük bir özlemim vardı.

Yurtdışında yaşamak ne gibi zorlukları beraberinde getirdi?

Amerika ve Türkiye kültürel anlamda çok farklı iki ülke. Ben daha önce giden arkadaşlarım sayesinde aslında başıma neler gelebileceğini bilerek gittim. Bu birçok beklentimin düşmesine neden oldu. Mutlusuzluk, beklentiyle gerçeğin arasındaki farktır. Beklentiniz düştüğü ölçüde çok da mutsuz olmuyorsunuz. Bence en büyük sıkıntılardan biri yemekler. Hele burada annenizin geleneksel Türk mutfağı yemekleri ile beslenmişseniz, bir anda hamburger ve pizza ortamı hiç iyi gelmiyor. Sonra biz kanlı canlı bir toplumuz. Sokakta insan görmeyi severiz. En güzel caddelerimiz insan trafiği nedeniyle tercih edilen yerlerdir.  Bu bizim için önemlidir. Amerika’da ise özellikle New York, Miami, Chigago gibi şehirlerin dışında kalan yerlerde alıştığınız o normun aslında ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz. Sokakta insan yok. İnsanlar genellikle büyük alış veriş merkezlerinde. Evler deseniz birbirinin kopyası küpik platformlar üzerine inşaa edilmiş. Bu şekilde uzayıp giden dev şehirler, modern, temiz, pırıl pırıl ama içi boş. Böyle garip bir ülke aslında. Dikkat ettiğin zaman yaşamsal bazı şeylerin eksik olduğunu hissediyorsun. Tatmin etmeyen bir şey olduğunu hissediyorsun. Bunu da en iyi zamanın yavaş geçmesinden anlıyorsun. Havayolları şirketinde çalışırken bedava uçuş hakkımı  hiç üşenmeden 5 saatlik yol olan New York’a giderek kullanırdım. Orada hayat biraz daha hızlı geçtiği için belki de New York’u severdim. Amerika’da geçirdiğim 5 yılın en güzel anıları genelde bu The Cities denilen şehirlerde geçirdiğim günlerdi. Tabii herkesin beklentileri farklı olabilir. Bu biraz hayattan ne hedeflediğinize bağlı.

Avantajları peki?

Bir kere bilgi havada uçuşuyor. Hedefsiz, rotasız bir yelkenci olursanız, hiçbir yere gidemezsiniz. Ama  bir rotanız, hedefiniz varsa eğer orada her şey size hizmet ediyor. İkincisi Amerika’da bir standart var. O standartların dışına çok mecbur kalmadıkça çıkılmıyor. Dolayısıyla biz Türkler daha az planlı yaşadığımız için belirsizlik maliyetlerine daha çok katlanıyoruz. Ama bunun çok farkında değiliz. Bu farkındalığa Amerika’ya gidince varıyorsun. Çünkü orada her şey belirli. Bilinmeyen, sürpriz pek bir şey yok. Her şey yolunda, tıkır tıkır işliyor. Ne yaparsanız, sebep-sonuç ilişkisi içinde yürüyor. Bir başka avantajı da siz kim olursanız, ne olursanız olun eşitlikten faydalanabiliyorsunuz. Mesela ben Amerikan West Airlines’da çalışmaya 11 Eylül 2001 tarihinde başladım. Şaka gibi değil mi? O meşhur 11 Eylül. 11 Eylül sabahı ilk iş günüm olarak erkenden işime geldiğimde gördüğüm manzara New York borsasından farksızdı. Herkesin elinde bir telefon, uçaklarını aşağıya indirmeye çalışıyor. Büyük bir panik! Ve ben ilk bakışta işin doğasının bu olduğunu zannettim. Olayları bilmiyordum o sırada. O gün 10 kişi işten çıkarıldı ve aralarında benim de bulunduğum 4 kişiye ücretsiz izin verildi. Ve 3 hafta sonra ücretsiz izinden ilk çağrılan ben oldum. Arizona gibi %70 muhafazakar olan bir eyalette, 11 Eylül sonrasında bir Müslüman olarak ilk benim çağrılmam gerçekten enteresandır. Amerika’daki geçerli olan kriterlerin neler olduğu hakkında bir çok şeyi anlatıyor bu aslında.

MBA için UC, Irvine’ı seçerken nelere dikkat ettiniz?

Ben istediğim konu doğrultusunda okul araştırması yaptım. Zaten öyle olunca otomatik olarak seçenekleriniz istediğiniz konuya göre azalıyor. Ben IT konusunda MBA eğitimi alabileceğimi düşündüğüm 7-8 okula başvurdum. Aslında sıralamada UC,Irvine’den daha yüksekte olan bir –iki okuldan da kabul almıştım. Ama ben UC Irvine’ı seçerken sıralamadaki yeri dolayısıyla değil, o okulun çevresinde çok fazla IT firması olması ve IT konusunda uzmanlaşmış olduğu için seçtim. Küçük bir okuldu, az sayıda mezun veriyordu, IT’ye yönelik uzman yetiştiriyordu. Mezun olunca iş bulma şansı diğer okullara göre daha yüksekti. Tabii okulu seçerken mezunları ile  görüşme yapmakta gerçekten önemli. Onların tavsiyesi çoğu zaman çok işe yarıyor. UC Irvine’a gitmeden önce mezunlardan bir-iki kişi ile görüşmüş, hem başvuru aşması , hem de sonrası için bilgi almıştım. Çok faydası oldu. Zaten daha önce bahsettiğim aslında kariyerimi belirleyen asistanlığı da, görüşme yaptığım mezunlardan bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okula gitmeden erkenden yaptığım bir başvuru sayesinde aldım.

Okulun istediği başvuru şartlarına sahip miydiniz?

MBA’de en önemli şartlardan biri iş tecrübesidir. İkincisi de GMAT ve TOFEL skoru. Tabii bunlar da çok önemli. Benim sadece üniversite de okurken edindiğim iş tecrübem vardı. Mezuniyetten hemen sonra MBA’ye başvurdum çünkü. Kişilerin kariyer hedefleri gibi, okullarında bir takım planları ve hedefleri oluyor. UC Irvine, GMAT skoruna çok önem veriyordu. GMAT skorum oldukça iyiydi. Sonra IT geçmişine ve tecrübesine önem veriyordu. Üniversite de çalışırken Password diye bir IT dergisi çıkarmıştık. Derginin genel yayın yönetmenliğini yapıyordum. Boğaziçi, İTÜ gibi birçok üniversite de dağıtılıyordu. Tabii bu dergiyi hazırlarken de IT anlamında bayağı bir şey öğrendik. Bir bilgisayar şirketi ile ortaklık yapma imkanım oldu. Dolayısıyla daha IT sektörünün tam olarak gelişmediği bir Türkiye’de, bu kadar geniş kapsamlı bir dergide önemli bir görev almam, UC Irvine’nı kabul aşamasında en çok etkileyen konulardan biri oldu sanırım.

Yurtdışında eğitim görmek isteyenlere tavsiye olarak ne söylemek istersiniz?

Birinci tavsiyem hedeflerin çok iyi tespit edilmesi ve bu doğrultuda planlama yapılması.  İkincisi çok fazla insanla, özellikle kendi kariyer planları çerçevesinde uzman olduklarını düşündükleri insanlarla muhakkak konuşmaları, her şeyi bilerek gitmeleri çok önemli. Bir diğeri ise bütün bu bilgileri eğer kendi imkanları ile sağlayamıyorlarsa, mutlaka iyi bir danışmanlık hizmetinden faydalanmaları. Mesela ben Boğaziçi mezunuydum. Kuzenlerimin çoğu Amerika’da master yaptı. Çok sayıda arkadaşım benden önce yurtdışına gittiler. Bu konuya hiç yabancı değildim açıkçacı. Ama buna rağmen bir danışmanlık firmasından destek aldım. Çünkü istediğiniz okulların bir çok detayını bilemesiniz.  Yurtdışında eğitim çok ciddi bir yatırım. Ve bu yatırımın yanında, danışmanlık firmasına verilecek ücretin çok küçük kaldığını ve anlamsız olmadığını düşünüyorum. Bunu bir nevi çok lüx bir araba alıp ama kasko yaptırmamaya benzetiyorum. Hiç bir şey olmazsa bile danışmanlık şirketinden  öğrenecekleri bir tek kelime bilginin bile, yeri geliyor çok faydası oluyor.