AKARE MAGAZINE 2006 / FERHAT GÖÇER

Ferhat Göçer:1970 dogumluyum. İlk*orta ve lise eğitimimi İzmit’te tamamladım. İzmit lisesinden mezun olduktan sonra İstanbul Tıp Fakültesi’ne girdim. 4.sınıfa geldiğimde, aynı zamanda konservatuarın akşam okulunda okuyarak müzik eğitimimi devam ettirdim. Her ikisi de bittikten sonra Genel Cerrahi Hekimi olarak 1 yıl Şanlı Urfa’da mecburi hizmet yaptım. Sonra Haydarpaşa Numune Hastanesi Genel Cerrahi Asistanlık bölümünü kazandım. Ve aynı zamanda İstanbul Devlet Konservatuarının lisans bölümüne başladım. Daha önce ön lisans okumustum. Bu doneme kadar yoğun bir çalışma temposu yüzünden yurtdışına çıkma, seyahat etme şansım pek yoktu. Ama sonra tam tersine işim gereği sık sık yurtdışına gitmeye başladım. Eşim İngiliz vatandaşı bir Türk.. Orada doğmuş. Bu açıdan evlenene kadar yabancı dilim devlet okulunda öğrenebildiğim kadardı. Bu vesile ile sık sık Londra ya gidip, geldiğim ve bir dönemde orada kaldığım için dilimi geliştirme şansım oldu.

İpek Kigan: Tıp okurken, konservatuar da nereden çıktı?

Müzikle uğraşmak istiyordum. Bunun da en doğru yolun önce eğitimini almak olduğunu düşündüm. Konservatuarın yetenek sınavlarına başvurdum. Akşam okulları vardı. Yarı zamanlı. Yani iki üniversite birden okuyabilme şansınız vardı. Hala da bu sistem mevcut. Bende bu fırsatı değerlendirdim.

Müzikle uğraşmak istediğinize ne zaman karar verdiniz?

1988 yılında karar verdim. 85 yılında tıp fakültesine girdim. Yaklaşık 3 yıl sonra bu imkanların olduğunu, böyle bir değerlendirme şansımız olduğunu öğrendim ve hemen onu değerlendirdim.

O zaman tıp okumak biraz mecburiyetten mi oldu?

Mecburiyet değil aslında. Ama ailemin eğitim konusundaki yönlendirmeleri beni çok etkiledi. Doğal olarak da o döneme kadar müzikle ilgili herhangi bir şey yapmak kafamda yoktu. Mesleğimi, kariyerimi, geleceğimi bunun üzerine kurmak gibi bir fikrim yoktu. Bu nedenle hekimlikle ilgili üniversite yerleştirme sınavına hazırlanıp, üniversiteye girip oradan iyi derece ile mezun olup hayatıma devam etmek gibi bir plandı başta. Ancak sonra müzikle daha fazla iç içe olmaya başladıkça ,müzik hayatımı işgal etmeye başladı. Şu noktada da kariyerimi, geleceğimi hekimlik her ne kadar devam ediyor olsa bile müzik üzerine kuruyorum.

Ne doktorusunuz peki?

Genel Cerrahım. Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde 1.Genel Cerrahi kliniğinde hekim olarak çalışıyorum. Tabii böyle nereye kadar bilmiyorum.

Tam onu soracaktım. Çok çakışan bir durum.

En azından seyahatlerle çakışacak ilerde. Bu iş ülke dışına çıktığı dakika da herhalde bir dönem ara vermek gerekecek.

Özelinize hiç zaman kalmıyor herhalde. Bir tarafta doktorluk bir tarafta müzisyenlik. Zamanla yarışan iki meslek.

Çok zamanımı alıyor, çok yoruluyorum ama başka bir şey yok hayatımda. Bu iki mesleği de yapmak istediğim için her ikisini de yürütmeye çalışıyorum.

Tam zamanlı yapamıyorsunuz değil mi doktorluğu?

Evet, part time çalışıyorum.

Konservatuarı bitirdikten sonra müzikteki ilerlemeniz nasıl oldu?

Gece kulüplerinde şarkı söyleyerek başladım. Bir opera sanatçısı olma niyetinde değildim zaten. Klasik batı müziği eğitimi almış olmama rağmen daha çok şarkı söylemekten hoşlanıyordum. Sahne şarkıcılığıydı asıl ilgi alanım. Büyük konserler yapabilmek için önce bazı yolları yürümeniz gerekiyor. Bende küçük kulüplerden başlayarak işi yavaş yavaş ilerlettim. Bir dönem Turkuaz Grubu’nu kurduk arkadaşlarımla beraber. 4 yıl çalıştık. Çok şey öğrendim ama ekip dağıldıktan sonra tek başıma yoluma devam ettim. Turkuaz’la grup terbiyesini, beraber çalışma disiplinini, sahne tozunu öğrendim ve tek başıma yoluma devam ederken bu tecrübelerimden çok faydalandım. Artık Istanbul’da olsun, şehir dışında olsun bir çok konserler düzenleyebiliyorum. Emekle bir noktaya geliniyor tabii. Projeler hazırladım, o projeleri konser salonlarında sahneledim. Konserler verdim, hala kulüpte çalışmaya devam ediyorum. Aynı gibi gözükse de  kulüp müzisyenliği bambaşka, konser müzisyenliği bambaşka, tiyatroda müzik yapmak bambaşka, albüm müzisyenliği bambaşka. Bunların hepsi birbirinden farklı küçük küçük branşlar aslında. Bende hepsiyle ufak ufak ilgileniyorum ama asıl uzmanlık alanım artık büyük konserler olmaya başladı. Onun üzerinde branşlaşıyorum.

Uzun süreli bir yurtdışı tecrübeniz oldu mu?

Londra’da kaldım, hala da gidip geliyorum şu anda. Neredeyse İstanbul’da kalır gibi, sürekli eşim ailesiyle orada olduğu için oraya çok sık gidip geliyorum. O yüzden aynı benim ikinci vatanım gibi oldu orası. Onun haricinde sık değil, aralıklı Londra haricinde diğer yerlere normal turistik ziyaretlerimi yapıyorum. Ama uzun süreli kalamıyorum. Yani 2-3 ay kaldığım zaman da oluyor tabi.

Uzun süreli kaldığınız için gözlem yapma imkanını bulmuşsunuzdur. Sizce buraya göre nasıl farklar var Londra’da,  yurtdışında yaşam olarak?

Birincisi bir kere yabancısınız. Ne olursa olsun oraya dört dörtlük ait olmadığınızı hep hissedeceksiniz. Ve özleyeceksiniz. Ancak yapmak istediğiniz şeylerin en doğru yeri olduğuna inandığınız bir yerse orası, bu konuda da avantajlarını her zaman yakalayacaksınız. Yani Londra’da şehirleşme adına oturmuş bir sistem var ne olursa olsun. Hayat pahalı belki ama bazı yönlerden gittiğinizde hayretler içerisinde kaldığınız ve çok şey öğrendiğiniz, medeniyeti öğrendiğiniz bir şehir olacak. Kıyaslamalar yapacaksınız. Avantajları olacak, dezavantajları olacak. Ama hangi amaçla gidiyorsanız da o amacına hizmet edecek süreci yaşayacaksınız, kaçınılmaz. Herkes bir şekilde vatanını özlüyor uzun süreli kalışlarda gerçekten. Buraya geldiğinde çoğu zaman, ne işim vardı geldim buraya desen bile sınırı geçtiğin dakikada belli bir dönem sonra garip bir özlem duygusu hissetmeye başlıyorsun.

Ama orda yaşam koşulları acaba biraz daha mı düzenli?

Tabi sistem daha iyi oturmuş durumda. Zaten ülkemizin en büyük sorunu herhalde sistemsizlik. Bu konuda bunun avantajlarını, dediğim gibi her şeyini yaşıyorsunuz. Sistemin bütün nimetlerinden yararlanıyorsunuz.

Peki orada yaşayan, uzun süreli kalmış ya da eğitim almış Türkler ile arkadaşlığınız oldu mu?

Tabi ki, arkadaşları var, dostları var, oradaki çocukları var. Yani Türkiye’den gitmiş, orada hayatlarını kurmuş, belli bir dönem orada yaşamış insanlarda bir özlem, bir yabancılık duygusu var. Ama orada doğmuş, orada eğitimini almaya başlamış ve artık hayatına orada gözünü açıp devam ettiren insanlarda bu özlem duygusunu görmüyorum. Sadece içlerinde birazcık küçük, hafif duygusal birtakım şeyler var. Onun haricinde sistemin içerisine adapte olup arkadaşlıklarını, dostluklarını, hayatlarını kazandıkları ülkesini ülke olarak bellemişler.

Peki sizce yurtdışında eğitim almak artı bir değer kazandırır mı?

Yüzde yüz artı bir değer, hiç tartışmasız. Bir kere eğitim sistemi açısından İngiliz eğitim sistemi çok ciddi oturmuş. Yani yüzyılların tecrübesi var orada. Bu açıdan kesinlikle ya Amerika, ya İngiltere, bir şekilde oturmuş üniversite sistemleri, eğitim sistemleri, bunlardan faydalanmak lazım. Hem dil açısından, hem üniversite eğitimi açısından şart, eğer böyle bir imkan varsa tartışmasız. En azından belki üniversiteyi okumuş olsanız bile, yüksek lisans için oradaki sistemi görmek adına, kavramak adına, tecrübe edip ilişkilerinizi geliştirmek adına muhakkak yapmanız gerek.

Peki siz bundan sonra düşünüyor musunuz hiç yurtdışında kendinize yatırım amaçlı ek bir eğitim?

Benim için artık biraz geç, yani bu dönemden sonra. Belki kısa süreli birtakım eğitim, kurslar gibi olabilir, mesleğimle hekimlikle de müzikle de ilgili yakın bağlantılar açısından olabilir ama şu anda ben sektöre kafadan girmiş vaziyetteyim. Neredeyse eğitmen olabilecek bir pozisyona gelirken, bunun dışında belki ilerde bir eğitmen olmak istediğim zaman gerçekten, bunun eğitimini almak amacıyla yurtdışına gidebilirim.

Peki daha önce istiyor muydunuz? Yani öyle hayal ettiğiniz bir yer var mıydı?

Hayal vardı ama imkanım olmadı hiç bu konuda.

Neydi hayaliniz, neresiydi? Kafanızda belirlediğiniz bir okul var mıydı? Müzik konusunda hayaliniz vardı herhalde.

Müzik konusunda değil, tam tersi hekimlik konusunda. Fakülteyi bitirdikten sonra hekimliğimle ilgili Amerika’daki ilgili sınavları geçip orada eğitimime devam etmekti ama konservatuara başladıktan sonra ben buraya çakılı kaldım. Hiçbir yere gidemedim. Ama dediğim gibi işle bir şekilde eğitmen olmaya karar verdiğim takdirde bunun eğitimini almak üzere gidebilirim.

Peki İngilizceniz burada çok gelişmemişti dediniz. Şu anda ne durumda ve bu sizin İngiltere’ye gittiğiniz ve kaldığınız zaman içerisinde mi gelişti?

Tabi orada gelişti. Dil okuluna gitmedim, çünkü eşimin ortamında Türkçe konuşulmuyordu. Kaldığım süre içerisinde sürekli yabancılarla konuşuyordum. Burada gramer açısından aldığım eğitimi orada pratik olarak geliştirebilme şansım oldu. Ama dediğim gibi benim tek dezavantajım burada işimin başına erken başladığım için uzun süreli, altı aylık, bir senelik eğitim seyahatlerini yapamamış olmam. Yoksa kafamda hep böyle şeyler vardı zaten. O yüzden derme çatma işlerle bu seyahatler içerisinde bunları toparlamaya çalıştım.

Ben sizi dinledim. Birçok dilde çok güzel şarkı söylüyorsunuz. Diliniz yatkın diye düşünüyorum, çünkü bir Fransızca şarkıyı da hiç rahatsız etmeyecek şekilde söyleyebiliyorsunuz.

Konservatuar eğitiminden kaynaklanıyor. Konservatuarda biz şan dersleri alıyoruz. Kaldı ki Almanca, İtalyanca diksiyon derslerimiz var. Zaten İtalyanca diksiyon dersini aldığınızda İspanyolca’ya yatkınlığınız da artmaya başlıyor. Yani dilini anlamasanız bile bir İspanyolca yazıyı ya da bir Fransızca yazıyı oturup rahatlıkla okuyabiliyorsunuz. Çünkü okuma ile yazma arasında çok büyük bir fark var Fransızca’da, İtalyanca’da. İngilizce’de bile varsa da bunlarda daha bariz şartlarda. Bunların eğitimini alıyoruz biz. Örneğin iki sesli bir araya geldiğinde nasıl okunur veya seslinin arkasından yumuşak sessiz geldiğinde nasıl telaffuz edilir gibi bunun bir eğitimi var ve onu alıyoruz. O sayede ben telaffuz edebilme şansına sahibim.

Peki anlamını bilmeden bir şarkıyı okumak?

Söylediğiniz şarkının blok olarak bir kere tercümesini yaptırıyorsunuz. Yani parçanın ne anlattığını muhakkak ki biliyorsunuz. Artı o kadar süre iç içe olduğunuz için, nasıl Türkçe’de belli kalıplarda aslında şarkı sözlerinin olduğunu düşünürseniz, anlatılanın aslında ortak ifadeler olduğunu düşünürseniz, bir süre sonra aşağı yukarı söylediğiniz şeylerin ne olduğunu, kelimeleri en azından içinden seçerek öğrenmeye başlıyorsunuz. Örneğin “luna”nın ay olduğunu, bazı kalıpların ne anlama geldiğini gibi, yavaş yavaş çözmeye başlıyorsunuz. Repertuar sayınız arttıkça küçük küçük dil hazneleriniz oluşmaya başlıyor. Ama şarkı dili hazneleri oluşmaya başlıyor. Hani nasıl hekimin tıp İngilizcesi vardır, işletme İngilizcesi vardır, bir de müzik İngilizcesi gibi bir şey düşünün. Onun üzerinde çalışıp küçük bir dağarcığınız oluyor.

Benim sizde kişisel olarak en çok dikkatimi çeken, birçok insanın da böyledir herhalde, tıp okurken müzikle uğraşma kabiliyeti. Türkiye’de genel olarak pek rastlanmayan bir örnek. Bunun içinden almamız gereken bir mesaj vardır diye düşünüyorum. İnsan demek ki istediğinde her şeyi yapabiliyor mu?

Hayal kurmakla başlıyor her şey. Bu zaten bilinen, çok amiyane bir cümle. Çok istediğiniz takdirde, onun için mücadele ettiğiniz takdirde muhakkak ki belki yüzde yüzüne değil ama yüzde altmışına, yetmişine hedeflediğiniz şeyin ulaşabiliyorsunuz. Bu konuda arzunuzun ve yeteneğinizin olduğunu bilmeniz, kendinizi bir kere tanımanız gerekiyor. “Ben ne yapmak istiyorum?” Bu sorunun cevabını bir sormanız lazım kendinize. Türkiye’nin en büyük sorunu insanların sahip oldukları mesleklerle yapmak istedikleri meslekler arasında dağlar kadar fark olması. Yani aile yönlendirmeli. Eğitim sistemindeki eksikler vs. sizi belki de hiç arzu etmediğiniz, tahayyül etmediğiniz ve mutsuz olabileceğiniz bir konumun içine bırakıyor. Bunun içerisinde hayatınız için bocalıyorsunuz. Hayalleriniz ve gerçek arasında, olmak istediğiniz şeyle olduğunuz şey arasında sürekli bocalayıp mutsuz olmaya başlıyorsunuz. Ben bunu barışık sürdürmeye çalıştım. Olduğum şeyle olmak istediğim şey arasında sürekli küçük bir bağ kurmaya çalıştım hayatımda. Onun çok zorluğunu çektim. Ama yavaş yavaş bu akımı oradan oraya geçirdim. Ne ailemi üzerek, ne hayatımı altüst ederek, çok yavaş bir şekilde buradan alıp, iki tane balon düşünün, birbirine bağlı olduğunu düşünün, hava aktardığını düşünün. Bir tanesinin çok şişik, bir tanesinin küçük olduğunu ama o küçüğün daha sempatik geldiğini düşünün. Onun içine yavaş yavaş hava pompaladım ve arzu ettiğim yöne doğru kaydırdım diye düşünün.

Eğitime önem veren bir insansınız. Yurtdışında eğitime gitmek isteyen ve eğitimini yurtdışında bir şekilde devam ettirmek isteyen kişilere verebileceğiniz tavsiyeler?

Düşünmeden hemen eyleme geçmelerini öneririm. Bu konuda tereddüt etmemeliler. Doğru seçim yapmak için danışmanlarla yönlendirmeyi yapmalarını öneririm. Hayatlarının belli bir döneminde bunu tecrübe etmiş olmaları onların ilerde mesleklerinde hayatlarında çok farklı bakış açılarına sahip olabileceklerinin garantisini veririm. Eğitim şart. Olmazsa olmaz. Devir ben yaptım oldularla, alt yapısız hazırlıksız işlerle dönmemeli. Karşıyım, bunun için savaşıyorum zaten.

Şu anki yakın gelecekte planladığınız bir çalışma var mı?

Konserler var, projeler var.

Albümünüzün çıkmasına daha vardır herhalde.

Albüm şu anda hala listede, belki bir sene bir buçuk seneyi bile bulabilir ikinci albüm için.

İkinci albümünüz biraz normalde programlarda söylediğiniz tarz mı olacak?

Türkçe yapacağım yine. Tarkan’ın düştüğü pozisyona düşmek istemiyorum. Yurtdışına bir şey yapacaksam, yani şimdi yurtdışında yapacağım bir proje yabancı olacaktır, hatta karışık yabancı olacaktır. Japonya’dan bir teklif var, Almanya’dan bir teklif var. Oralara farklı, içinde Türkçe’nin de olacağı ama yabancı dil ağırlıklı eserler seslendireceğim. Ama Türkiye’de bir albümün içinde maksimum bir ya da iki tane yabancı eser seslendirebilirsiniz. Yani olmaz, satamazsınız. Yani 2000-3000 kişiye tamam ama, geniş kitlelere ulaşmak isteyen bir sanatçıysanız, bu konuda stratejik olarak yabancı bir albüm çıkartmanız hata olur.

Sizi öyle dinlemek güzel oluyor.

Ama konserlerde yapıyorum zaten. Beni dinlemek isteyen 50.000 kişi dersen, onları tatmin ediyorum ben zaten. Ama 70 milyonluk bir pazara seslenmek istiyorsanız, onu asla yapmamalısınız.

Peki projelerinizi yakın zamanda hayata geçirmeyi düşünüyor musunuz?

Mümkünse hemen geçirmeye çalışırım ama benim elimde olmayan şeyler. Prodüktörler geliyor, ben gidiyorum, konuşuyorum, parçalar bırakıyorum, onlar bana parçalar veriyorlar, tekrar gidiyorum, bu uzun soluklu bir süreç.  Ben bu arada maddi birikimlerimi sağlıyorum, kendi gücümü arttırıyorum, tecrübelerimi arttırıyorum, ilişkilerimi yoğunlaştırıyorum. Şu dakikada şunu yaparım diyebileceğimi zannetmiyorum ama ilk yakaladığım fırsatta bunu çalacağım hemen.

Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Genç arkadaşlarıma şunu söylemek isterim, hayal ettikleri bir şey varsa çalışma hayatına ve aile hayatına girmeden önce muhakkak ki hayallerini gerçekleştirmek adına bir takım girişimleri yapmalarını öneririm. Bu bir senelerine, iki senelerine mal olacaksa bile, bunun peşinden koşmalarını ve görmelerini istiyorum. Sonradan geri dönüp bunu deneseydim, kahretsin dememeleri adına, bu bir yurtdışında eğitim almak mı, ya da farklı bir branşla ilgili veya hobisiyle ilgili bir gelişme yapmak mı, bunun peşinde koşabilecekleri bir ortam yaratmalarını isterim. Ama bunu genel olarak hayatlarının dengelerini koruyarak yapmalarını, yani birdenbire her şeyi yakıp yıkıp da, bıçakla keser gibi değil de, dengeleri yavaşça değiştirerek bunları yapmalarını tavsiye ederim.