HILLSIDER 47 / YAŞADIKLARIYLA, YAPTIKLARIYLA OLDUKÇA “COOL” BİRİ: LESLİ KARAVİL

Macera 18 yaşında başlıyor. 4 yıl San Francisco’da Animasyon ve Multimedia konusunda lisans eğitimi alıyor. Okul biter bitmez New York’tan bir iş teklifi geliyor. Hiç düşünmeden San Francisco’nun sakin mavi sularından, New York’un fırtınalı lacivert sularına dalıyor. Tam 5 yıl aynı şirkette, art direktör olana kadar çalışıyor. Sonra bir gün iş-güç-koşuşturma onu o kadar yoruyor ki; içsel olarak yine başka bir yaşam arayışına başladığında tesadüfen Barselona’ya gidiyor. Ve bingo! Bisikleti hariç her şeyi Amerika’da bırakıp Barselona’ya yerleşiyor. Sonradan -2003 yılında- en iyi arkadaşlarından biri olacak Le Cool internet dergisi ile tanışıyor. 3 yıl sonra hayatının bir parçası oluveren bu dergiyi İstanbul’da çıkarmak için bir teklif sunmaya karar veriyor. 6 aydır İstanbul Le Cool her gün artan üye sayısı ile beraber büyüyor. Birçok işi aynı anda yapmayı seven Lesli Karavil, 5 yıldır Barselona’da yaşamaya devam ediyor. Şimdilik başka bir yere de gitmeye niyeti yok gibi…

İpek Kigan: 5 yıl aynı şirkette çalışıp, iyi bir noktaya geldikten sonra bir anda her şeyi bırakıp, elini kolunu sallayarak Barselona’ya gitme kararını nasıl verdiniz?

Lesli Karavil: New York’ta yaşamaktan çok yorulmuştum. Biraz durmak, başka türlü bir hayata geçmek istiyordum. O yaşımda da yapmazsam, sonra hiç yapamazmışım gibi geliyordu. Yeni bir dil öğrenmek isteği ve “bu işi burada yapıyorsam, başka bir yerde de yapabilirim” düşüncesi bana cesaret veriyordu. Yeni bir yerde hayatımı kurmak istiyordum ama bu yine İstanbul değildi. Sonra 3 günlük bir tatil sonrasında Barselona’ya taşınmaya karar verdim.

O kadar kısa sürede Barselona’ya taşınmanıza karar vermenizdeki en önemli sebep neydi?

Yaşam tarzları. Ben New York’ta sırf işten bahsediyordum. Birden fark ettim ki; yaşam tarzları çok daha rahat. Böyle bir ortamda daha mutlu olacağımı hissettim. Zaten New York’ta daha iyi yerlere gelmek gibi bir isteğim yoktu. Amerika benim için bitmişti. Öyle hissediyordum.

Geldiniz Barselona’ya. Önce 3-4 ay dil öğrendiniz. Sonra?

Bir – iki şirket vardı. Amerika’da çalıştığım şirketin tanıdığı yerlerdi bunlar. Direkt onlara gittim. Hala doğru dürüst İspanyolca bile konuşmuyordum ama kendime güvenim vardı. Açıktan iş yapmak istedim. Onlar da kabul ettiler. Böylece free-lance çalışmaya başladım. Birkaç tane sürekli çalıştığım müşterim bile oldu. Sonra bu firmalardan bir tasarımcı arkadaşım bana Le Cool’dan bahsetti. Böylece Le Cool ile tanışmış oldum.

Le Cool nedir, ne işe yarar, ilk nerede yaratıldı?

Le Cool internet üzerinden yayın yapan haftalık bir dergi. 2003 yılında Barselona’da yaşayan bir İsveçli ve bir İngiliz tarafından internet üzerinden yayınlanacak alternatif bir rehber yapmak amacıyla oluşturulmuş. Önce İngilizce başlamışlar. Üye sayısı gitgide artınca derginin dili İspanyolca olmuş. Şu anda Barcelona’da 65.000 üyesi var. Barcelona’da başarılı olunca, Madrid’de de başlatmaya karar vermişler. Para kazandıkça Lizbon, Amsterdam olarak devam etmişler.

Bu şehirleri kendileri mi seçmiş her zaman?

Evet. Le Cool’un başka bir şehirde de çıkması için teklif götüren tek kişi benim. İstanbul’u onlara ben önerdim. Ve tek ortaklıkları da benimle zaten. Bunun en büyük sebebi de derginin Türkçe olması. Le Cool-Amsterdam İngilizce, Le Cool-Lizbon ise Portekizce ama İspanyolca konuşan herkes Portekizce de anlar. Dolayısıyla o dillere hakimler. Ama Türkçe ile hiç alakaları yok. Le Cool tamamen lokal bir dergi. Biz burada yaşayan kişilere nereye gitmeleri gerektiğini söylüyoruz. Bu nedenle Le Cool–İstanbul’un İngilizce olmasını istemedim.

Le Cool İstanbul fikri nasıl oluştu sizde?

Zaten Le Cool-Barselona’nın 3 yıl kadar sıkı bir okuyucusuydum. Böyle bir internet dergisinin İstanbul’da da çok başarılı olabileceğini düşünüyordum. Ve onlara bir teklif götürmeye karar verdim. Oldukça detaylı bir teklif hazırladım ve gönderdim. Yarım saat sonra cevap geldi. Aslında bayağı şaşırdım bu kadar çabuk geri dönüş alınca.

Neden bu kadar çabuk geri dönmüşler peki?

İstanbul’dan birinin bu teklifi göndermesi onları şaşırtmış. Mesela Milano’dan falan böyle bir teklif gelseydi o kadar şaşırmazlardı. Ama İstanbul’dan birinin gelip, bunu başlatalım demesine şaşırmışlar. Bu nedenle hemen geri dönüp öncelikle tanışmak istediler. Görüştüğümüzde Barselona’da yaşadığımı ve Le Cool’u bu nedenle tanıdığımı söyledim. İstanbul’un ne kadar doğru bir şehir olduğunu anlatabilmek için de onları İstanbul’a  götürmeyi teklif ettim.

İstanbul’u görür görmez Le Cool’u burada da çıkarmaya karar verdiler, değil mi?

Evet. İstanbul’u görünce şaşırdılar tabii. Bir sokağa giriyorsunuz başka bir ortam, başka bir sokağa giriyorsunuz bambaşka. Birlikte bir ortaklığa karar verdik. Hemen editör bulduk. Bu ortaklığı yaparken ben ileriye dönük olarak düşündüm. Le Cool bugün 8 şehirde. Barselona, Lizbon, Amsterdam, Madrid, Londra, İstanbul, Milano ve Roma. 1 yıl içerisinde 20 şehirde olmayı planlıyorlar. Büyüme potansiyeli oldukça fazla. Ve bir tek ben onlarla ortağım. Dolayısıyla benim için iyi bir adım oldu.

Le Cool İstanbul başlayalı tam ne kadar oldu?

24 sayı. Yani 6 ay olmuş. Yaklaşık 7500 üyemiz var. Sürekli bir büyüme içinde. Haftada 150-200 kişi sürekli ve aynı ritimde üye olmakta. Bu bizim için çok önemli. Çünkü Le Cool kesinlikle hiç bir yerde reklam yapmıyor. Bu tamamen kulaktan kulağa duyuluyor. Bir yere gidip memnun kaldıysan, sen de arkadaşına diyorsun ki; “ben Le Cool’dan gördüm, sen de takip et”. Le Cool’un okuyanda güven uyandıran bir marka olmasını istediğimiz için bu yolu izlemeyi tercih ediyoruz.

“Asla İçeriğimizi Satmıyoruz” diye özelikle derginin kapağında belirtmişsiniz. Bu da bahsettiğiniz güveni oluşturmak için izlediğiniz diğer bir yol sanırım.

Evet. İçeriğimizi satmıyoruz. Milyonlar kazanamıyoruz bu şekilde ama kaliteli iş yapıyoruz. Ben onun için bu işin arkasında olmak istedim. Çünkü buna inanan bir insanım. Özgün ve kimsenin etkilemesine müsaade etmeyen bir yapımız var. Okuyucunun tarafındayız. İnsanlara bombardıman bilgi verip yormak yerine, sadece kaliteli bilgi vermek amacında olan bir dergi Le Cool.

Neden sadece internet üzerinde kalmayı tercih ediyorsunuz peki?

Şimdilik böyle. Bu şekilde çok daha kolay büyüyebiliyor, çok daha rahat başka şehirlere yayılabiliyor çünkü. Artık internet devrindeyiz. İnsanlar önce “kim bana mail atmış” diye bakıyor. Le Cool da senin bir arkadaşın gibi. Sana yeni bir e-mail gelmiş. Bu hafta neler oluyor, diye anlatıyor. Aslında bir kitabımız var. Sadece Barselona’da yapıldı. En çok üyemiz ve en çok satışımız orada olduğu için. İçeriğiyle, görüntüsü ile çok alternatif. Lokal bir kişinin gerçekten size tavsiye edebileceği yerleri içeriyor. İstanbul’da da kitap çıkarmayı düşünüyoruz.

Le Cool’da haber ya da mekan olarak yer alabilmenin kriteri nedir?

Le Cool size zamanınızı iyi geçireceğiniz yerleri söylüyor. İlla şık olanı söylemiyor. Şık olanı söyleyen bir sürü dergi var. Herkesin gittiği yeri söylemiyor. Zaten İstanbul’da insanların en büyük sıkıntısı bu. Herkesin gittiği yere gitmekten yorulmak. Biz de farklı bir yerlere gitmek isteyen için önerilerde bulunuyoruz. Bir sürü konser oluyor. Haberiniz olmuyor. Bunlardan belki bir tanesini size tavsiye edecek biri lazım. Le Cool sizin için böyle bir arkadaş.

Reklam alırken uyguladığınız bir seçiciliğiniz var mı?

Tabii. Bizim bir görüntümüz var. O havaya uyması lazım. Herhangi bir markayı koymak istemiyoruz. Görsel kriterimiz var. En önemlisi bu. Gelen reklamların benim ve Barselona ofisi tarafından onaylanması gerekiyor. Ayrıca arkasında durmadığımız, normal şartlarda önermeyeceğimiz bir yerin, mekanın reklamını da kabul etmiyoruz. Dürüst davranıyoruz. Benim de en sevdiğim kısmı bu zaten. İstanbul için zor bir savaş ama…

Ne kadar sıklıkla gelmeniz gerekiyor İstanbul’a?

Zaten 1 yıl boyunca her ay buraya gelmek, mecrayı yeterince tanıtmak, Ağustos sonuna kadar üye sayısını 10.000’e çıkarmak ilk hedeflerimin arasındaydı. Her ay geliyorum ama şimdi daha az gelmeye başlayacağım. Reklam işlerimizi bir firmaya verme durumumuz var. Öyle olursa benim de bu kadar sık gelmeme gerek kalmayacak.

Peki bu kadar iş, seyahat, koşuşturma yormuyor mu sizi?

Hep hareket halinde olmayı severim. Her zaman öyleydi. Önemli olan benim için yaratıcı olmak, yeni şeyler denemek. Ve yaptığım işleri yarım bırakmayarak, iyi bir şekilde devam ettirebilmek. Bu bana haz veriyor.

Madem hareket halinde olmayı seviyorsunuz, spor yapmak da hayatınızın bir parçasıdır mutlaka!

Evet. Bisiklete binmeyi çok seviyorum. New York’da da öyleydi. Herhalde bir tek ben vardım orada bisiklete binen. Eski eşyalara çok hayranımdır, ufak tefek eskileri toplarım. Bisikletim de çok eski. Onun dışında da koşarım. Koşamazsam, yürürüm. Havuza giderim. Aktif bir yaşamım var. İstanbul’da yaşamak bu açıdan da kötü gerçekten. Burada her yere arabayla gitmek zorundasın. Oysa ben Barselona’da her yere bisiklette gidiyorum. Barselona küçük bir şehir. En uzak noktasına bisiklette gitmeniz 20-25 dakika sürer.

O zaman genellikle pantolon giydiğinizi söyleyebiliriz değil mi?

Avrupa’da artık fazla bakmıyorlar böyle şeylere. Etekle de biniyorum yani. Zaten son 5 yılda bisiklet kullanan sayısı inanılmaz arttı. Ben 5 yıl önce geldiğimde bana deli gibi bakıyorlardı bisiklete biniyorum diye. Şimdi her yere bisiklet yolları yapıldı. Hatta belediye birçok yere bisiklet istasyonları koydu. Nasıl akbil dolduruyorsun, aynı şekilde bisiklet için bir kartın var, her yerde bisikletler duruyor aynı marka. Kartınla bisikleti alıyorsun. Başka bir istasyonu var. Oraya kadar gidiyorsun, bisikleti bırakıp yoluna devam ediyorsun.

Harika bir uygulama bu!

Aynı metro gibi düşünün. Belli bir güzergah arasında kullanabiliyorsun. Bisikleti istasyona bırakmak zorundasın. Kart ile geçtiğin için bütün bilgilerin alınmış oluyor zaten. Çalınma gibi bir ihtimal yok. Dolayısıyla inanılmaz çok insan bisiklet kullanıyor artık. Gerçekten yaşam kalitesini bir kademe daha yükseltti bu uygulama. Şu anda deneme aşamasında. 600 bisiklet ile başladılar. Eğer tutarsa bir çok yere istasyonlar yerleştirecekler.

Eski eşyaları toplamayı seviyorum demiştiniz. Kullanılmış basit eşyalar mı, yoksa antika diyebileceğimiz parçalar mı?

Kullanılmış, anısı olan eşyaları toplamayı seviyorum. Birilerinin kullandığı, maddi değeri olmayan, sana bir şeyler hissettiren eşyalar. Mesela geçenlerde cama basılmış eski fotoğraf negatifleri buldum bir yerde. Zamanında birinin çektiği resimler. Bir de plak toplarım. Ama sadece kapakları için. Eski polaroid makineleri toplamayı da severim.

Bu eşyaları kullanır mısınız? Yoksa sadece saklamak için mi topluyorsunuz? 

Bazılarını kullanırım. Mesela polaroid makinelerini sürekli kullanıyordum bir ara. Aynı kameradan birkaç tane aldığım bile oluyordu. Çünkü hepsinin renk kalitesi farklı oluyor. Ben görsel iş yapan bir kişi olduğum için bu tip detaylara her zaman dikkat etmişimdir. Mesela bazen bilmediğim birinin CD’sini sırf kabı güzel olduğu, iyi tasarlandığı için alırım. İnanırım ki tasarımına para verildiyse, içinde de kaliteli bir müzik vardır.

Doğru çıkar mı peki?

Her zaman doğru çıkar. Bu sayede birçok müzisyen öğrendim.

Başka keyfiniz?

Ben sinema çok severim. Özelikle Asya filmlerini. Japon, Kore v.s. filmleri, düşünce tarzları, film yapışları beni hep ilgilendirmiştir. Amerikan filmlerinden de çok beğendiklerim var. Öyle çok yönetmen ismi bilen biri değilim. İyi bir izleyiciyim. Özellikle düşük bütçeli filmler ilgimi çekmiştir. Çünkü onlara kendimi daha yakın hissederim. Belki de o filmleri kendim de yapabilirim diye düşündüğüm için.

Hiç denemeniz var mı?

Evet. Kendi kendime yaptığım ufak tefek şeyler var.

Hayalinizde bu yönde bir şeyler yapmak var mı?

Her zaman vardı. Ama artık çok zor. Bu iş gerçekten, %100 kendinizi vermeniz gereken bir iş. Benim için küçük bir hobi. Aslında sinema bölümünde okumuş olmayı çok isterdim.

Eğlenmek için neler yaparsınız? Burada, Barselona ya da başka bir şehirde…

Ben aslında biraz bar adamıyım. İnsanlarla konuşmayı, yeni insanlarla tanışmayı sevdiğim için barlara gitmekten hoşlanırım. Ne yazık ki burada fazla bar olayı yok. Ya insanlar çok fazla yemeğe gidiyorlar, ya da gece kulüplerine. Diskoteklere, gece kulüplerine falan pek uğramıyorum. Le Cool’da okuyorum ama gitmiyorum. Konserlere giderim her zaman. Annem klasik müzik dinlemeyi sever. Dolayısıyla onunla olduğum zaman beraber klasik müzik konserlerine gideriz. Onun dışında kendim caz, gitar konserlerine de gitmeyi seviyorum. Aslında Barselona ve New York’da çok şey öğrendim. Amerika’da hiç bilmediğim yeni insanlar ve kültürler arasına girdim. Ve orada yepyeni, bambaşka bir hayat öğrendim ve çok eğlendim. Barselona da ise Amerika’dan çok farklı ortamlara girdim. İşte hayatta beni en çok heyecanlandıran, biraz da kendimi kuvvetli hissettiren şey bu. İnsanların sadece seyahat ederek görmesi değil, bir de yaşayarak orayı hissetmesi başka bir şey.

İstanbul’a dönmek gibi bir niyetiniz yok hala galiba?

Arada bir bulanıma girip, hayatımın nereye doğru gideceğini bilemeyip, panik olup “dönmem lazım artık!” dediğim olmuştur. Ama galiba olayları hayatın akışına bırakmalı. Bir bakıyorsun ki, bir kapı bir kapıyı, öbür kapı öbür kapıyı açıyor. Bir bakıyorsun ki; yine dönmemişsin. Bende öyle oldu.

Genellikle çok planlı değil de, hayatın size getirdikleri üzerinden ilerleyerek gitmişsiniz.

Biraz öyle oldu ama hayatta bekleyerek hiçbir şey olmuyor. Ben hiç bekleyen biri değilimdir. İnsan her yere tohumlar atmalı. Ben her zaman tohumlar attım. Sonra bazı tohumlar, bazı yerlerde büyüdü. Oralara doğru kaydım. Ama insan hep aktif olmalı. Bir şeyler vermeli ki, bir şeyler alabilsin. Bir hayal kurup ama ona karşı bir aksiyonda bulunmazsanız hayat boyu beklersiniz. İnsan her zaman çabasını koymalı. Eğer bir aksiyon varsa, her zaman bir reaksiyon olur. Benim de her zaman küçük, büyük aksiyonlarım olmuştur. Bazıları oldu, bazıları olmadı. Olanlara doğru yöneldim hep. Hayatın böyle bir çizgi çizdiğine inanıyorum. Kaderci bir insan hiçbir zaman olmadım. Bugün yaptığın harekete bakarsan, yarın ne olacağını bilirsin. Bugün ben Le Cool’u başlattım. Bugün ben tekstil işini başlattım. Bugün ben art direktörlük işi ile uğraşıyorum. İlerde bu işlerden biri büyüyecek. Hangisi bilmiyorum ama bunların adımlarını atıyorum. Bir matematik var yani.