Kendisiyle tanışmam kitaplarından önce röportajlarıyla oldu. Onu dinledim, söylediklerini okudum. İçindeki dünyayı merak ettim. ‘Merak kediyi öldürür’ cümlesiyle büyümüş, bu yüzden önceleri doyumsuz olan merakımı ehlileştirmiş, hatta bir odaya hapsetmiştim. Kelimelerindeki parıltılar bende mutluluk oldu, ümit oldu, kilitlediğim ne varsa serbest bırakmayı istedim. O günden beri Azra Kohen ile tanışmayı ve röportaj yapmayı çok arzu ediyordum. Tam Aeden’i okumaya başladığım zaman ve hatta 100. sayfaya geldiğimde kendisiyle söyleşi yapabileceğimin haberi geldi. 100. sayfa bonusu gibiydi benim için.J Kitabını bitirmeden bu röportajı yapmak her ne kadar çok içime sinmediyse de zaman darlığı yüzünden hemen yapmak zorundaydım. Aslında 100 sayfada bile kaleminden damarlarıma zerk edilen duyguyu fark ettim. Daha tam kana karışmamış olabilir. Ama yüreğime doğru gelen akışı hissedebiliyordum. Bu duygularla röportaja gittim ve cevaplarını ‘çok merak ederek’ sorularımı sormaya başladım…
İpek Kigan: Küçük bir çocukken en çok merak ettiğiniz şeyler neydi? Bu merakın peşinden gidip yaşadığınız komik veya heyecanlı olaylar olmuş muydu unutamadığınız?
Azra Kohen: Neden var olduğumuzu, çevremdeki her şeyin anlamını, zaman adını verdiğimiz akışın yapısını merak ederek, kısacası delicesine hayatı merak ederek büyüdüm ben. Bir hayat vardı, annemin sabah 8’de işe, benimse abimle birlikte okula gittiğimiz ve akşam üstü evde buluştuğumuz ve bir diğer hayat vardı, dünyanın muazzam ince bir ayarda güneşten uzaklıktaki bu eşsiz konumunda evrenden beslenmeye devam ettiği… Gündelik yaşamın akışında kendi gerçekliklerini oluşturmuş insanlar, bu insanların arasında serviste 2 saat uzaklıkta okuluna giderken sürekli çevreyi izleyen ben ve muazzam bir yapı da kurgulanmış dev bir evren… Benim zihnim hep ikiye bölünmüştü, insanların sahte yaşamı ve evrenin gerçek hayatı. Komik gelecek ama her şeyi bilen bir varlıkla sohbet etsem sorularımı nasıl cevaplayabilir diye bir zihin oyunum bile vardı, anneannemden öğrendiğim bir oyundu bu. Sorulara çoktan verilmiş cevaplar bulmak yerine kendi cevaplarımı üretmek için araştırmak gerektiğini öğretti bu oyun bana, katkısı büyük oldu. Üşengeçliğimi aldı. Hemen bulmak için cevaplar peşinde koşmaktansa sorularımla yaşamayı öğrendim. Bazı soruların cevaplarını bir ömürle bulabildiğimize inanıyorum.
Sorularınızın cevaplarını zihninizde mi, yüreğinizde mi ararsınız veya bulursunuz?
Zihnimde, ama bazen zihin, bildiğini fark etmeden yüreğin yardımı ile anlayıveriyor her şeyi, bunu da inkâr edemem. Yüreğinde hissetmediğin bilgiyi kullanamıyorsun zaten. Cevaplarımı zihnimle arasam da yüreğimin beni çektiği yerlerde asıl sorulması gereken önemli soruları bulduğumu görüyorum yaşım ilerledikçe. Cevaplar peşinde koşmayı bırakıyorum sanırım, önemli olan sorular. En az 10 boyutlu olduğu Stephan Hawking tarafından ortaya konulmuş evrende, sadece üç boyut algısında var oluşu nasıl analiz edebiliriz ki? Ama hayal edebiliriz. Bir balık karadelikleri hesaplayabilir mi? Ama hayal edebilir…
Farklı konularda bir çok eğitim almışsınız. Bu farklılık tercihinizin nedeni nedir?
Merak. Biraz sürüklendim açıkçası. Çok da planlanmış tercihler değildi başta ama sonu iyi oldu. Film yapıp birkaç saatte insanları kökten etkileyeceğim diye çıkmıştım yola, bu yüzden Radyo, Tv, Sinema okudum İstanbul Üniversitesi’nde ama sette çalışmaya başladığımda hayatın filmlerle anlatılabilmesi için çok ciddi bilgiye ihtiyacımızın olduğunu, yoksa verilen tüm emeğin yüzeyde bir yağ gibi kaldığını fark ettim. Derine inebilmek için ekonomi bursu aldım. Benim kararım değildi, okulun burs olarak verdiği bölümlerden biriydi ekonomi, açıkçası çok işime yaradı ve sonra da psikoloji geldi. Bilinçli, net, ne istemediğimi bilen biri olarak psikoloji okudum, o yüzden de çok yararını gördüğümü, bilgiyi iyi kullanabildiğimi görüyorum. Hayat beni nereye götürürse götürsün, durumum, konumum ne olursa olsun ben hep emek verdim ve konu ne olursa olsun çabalayan insanlara saygım sonsuzdur. O duyguyu çok iyi biliyorum.
Aldığınız eğitimler arasından beni en çok Ottawa Üniversitesi’nde okuduğunuz “3. Dünya Ülkelerine Yardım Ekonomisi” etkiledi. Bu konuyla ilgili yapmayı arzu ettiğiniz şeyler var mı?
Hayallerim var, ekonomiye hayat veren kaynakların tamamen değiştiği bir gelecek hayal ediyorum. Tükettiğini üreten bir toplumu temellendiren bir ekonomi hayali bu, bugünkü bankacılık ekonomisi bir başka değişle reklam ekonomisini aştığımız bir gelecek… 3. Dünya Ülkelerine Yardım Ekonomisi bana büyük resmi gösterdi diyebilirim, büyük resmi görmeden değişimi çağırmak sadece hayal olurdu.
Çok erken yaşta evlenmişsiniz. Ve anladığım kadarıyla evlilik, annelik sizin hayallerinize giden yolda engel teşkil etmemiş, hatta motive etmiş gibi gözüküyor. Birçokları için engel teşkil eden, arzularını, isteklerini, gitmek istedikleri yolu yarım bıraktıran bu durumu lehinize nasıl çevirdiğinizi anlatabilir misiniz?
Doğru kişi ile evlenerek ve kabul görmek için kim olduğumu unutmayarak. Eşimle çok farklıyız biz ama ben hiçbir zaman beni daha fazla sevmesi için olmadığım biri gibi davranmadım. Hep kendi merkezimde olmanın, o merkezi bulmanın önemini bir şekilde biliyordum. Ananemden etkilenmiş olabilirim, sokaktaki hayvanlara yardım ediyor diye çevre tarafından kınandığını hatırlıyorum ve her şeye rağmen, onun nasıl da doğru olanı yaptığını izlediğim zamanlarım oldu. Çocukken kabul görmek önemlidir, neredeyse birincil bir ihtiyaç olacak kadar önemlidir ve doğru olanı yapabilmek için kabul görülüp görülmemeyi önemsemeyen bir örneğiniz olduğunda içinizde başka bir yer aktive oluyor sanki… gerekirse ölümüne yaşamın yanında olabilecek cesarete geliyorsunuz… Bu duygum evliliğimde de beni sahtelikten ve monotonluktan korudu diye düşünüyorum çünkü farklı kültürlerden gelsek de ben hep kendimi tüm çıplaklığıyla eşimin önüne koydum ve o da beni çok sevdi. Çırılçıplak kendiniz olamadığınız biri ile evlendiğinizde evet evlilik çok zor. Ama ben Sadok ile birim, aynı değilim ama birim. İkimiz de aynı var oluşun çocukları olduğumuzu biliyoruz, birbirimizi hissediyoruz.
Anne Azra’yı çok merak ediyorum. Çocuğunuzla iletişiminiz nasıldır? Onu büyütürken insanların şaşırıp, anlam veremediği farklı yöntemler kullandınız mı?
Bunu oğluma sormak lazım. O bana “çita anne” diyor ve “anne ben senin kadar hızlı ve güçlü olamam, daha büyümem lazım” diye açıklıyor. Aktif bir zihni var, ona annelik yapmak çok kolay, aynı şeylerden zevk alıyoruz. Ana konumuz var oluş halleri olunca konular dallanıp budaklanıyor hep, zenginleşiyor. Konularında zenginlik olan aileler mutlu ailelerdir, sürekli başkalarını konuşanlar bir süre sonra birbirlerini konuşmaya başlarlar, biz evde hayatı konuşuyoruz. Oğlumu büyütürken tuhaf şeyler tabii ki yaptım, bazılarının sonuçlarının çok iyi olduğunu fark ettik eşimle, bazıları deneysel kaldı ama bunların arasından en çok faydasını gördüğüm şu oldu: kişilere, isimlere değinmeden her gün oğluma kendi günlük yaşantımdaki sorunları anlattım, onun hayatında da farklı şekilde köklenebilecek sorunlardı bunlar ve 9 yıl sonra bugün oğlum annesiyle konuşmak, ona anlatmak için heves duyan birine dönüştü, birlikte sohbet etmeyi öğrendik. Çocuğumla sohbet etmek için yöntemler geliştirmek yaptığım en iyi şeydi ama 3 yaşından başladığım için o küçükken çok tuhaf görünüyordu dışarıdan.
Araştırıp, okumak romanlarınızda kullanmak için sizi motive eden bir konu mu, yoksa bilgi ve öğrenmek sizin vazgeçilmeziniz mi?
Roman yazmak için bilgi peşinde değilim, bilgiler içimde büyüdüğü ve paylaşmak ihtiyacında olduğum için roman yazıyorum. Roman olsa da olmasa da ben daima bilgi peşinde olacağım. Hayatın matematiğine aşık biriyim ben, anlamın peşinde olmak, o anlamı anlayacak kapasitede olmasam da yapabileceğim tek şey… umutsuz bir aşk gibi, ben evrene aşığım sanırım omnipotensimde bir sorun var J
Kitap yazmaya nasıl başladınız? Sizi bu yoldan yürüten duygular neydi?
İhtiyaçla, buhranla… Ama bunalımla değil, yanlış anlaşılmasın. Etrafımda insanlık adı altında süre gelen çılgınlıktan azıcık da olsa kendimi sıyırabilme çabası bu kitaplar. Kendi bencil ihtiyaçlarımı karşılama çabası… Benim ilgilendiğim konuların konuşulduğu, ilgi alanlarının farklı olduğu bir toplumda yaşama hayalimin ürünü her biri. Kendi toplumumu çağırma çabam… Kendi türümü bulmak peşimdeyim. Benimle aynı duygularda yükselen milyonlarcası olduğunu bana gösteren ödülüm oldu her biri aynı zamanda… Bir tek ben değilim, bizden başka yüzlercesi konuya girse de, göreceksiniz ki binlercesi konuya dahil olacak ta ki birbirimizi bulana kadar. Gelecek bizim, yaşamın yanında olmak için koşullar ne olursa olsun ahlaklı bir inisiyatif kullanabilenlerin. Kendimizi geliştirdiğimiz, en iyi yaptığımız şeyde aktive olup, hayatı tohumlayacağımıza inanıyorum. Bu duygu, sadece kitapları yazdıran duygu değil, her sabah uyanmamı sağlayan duygu. Anlama adanmış bir yaşamdan daha zengin ne olabilir ki! Kısacası zenginlik peşindeyim ben.
Birçok ünlü yazarın hayatını okudum. Hemen hepsi iyi bir kitap yazmak için çok çalışmış. Siz kitap yazarken ve hazırlık döneminde nasıl bir tempoya giriyorsunuz, nasıl çalışmalar yapıyorsunuz?
Önce zihnimde yazıyorum. Son sahne ilk geliyor, geriye doğru yazıyorum. İlk sahneye ulaştığımda bilgisayarımın başına oturuyorum ve şizofrenik birkaç ayda zihnimi yazıya boşaltıyorum… Sanki ölüyorum ama yeniden doğmak umuduyla.
Karakterleri oluştururken nelerden etkileniyorsunuz?
Önce son sahne ve olgular, her olguyu temsil eden bir karakter, her karakterin kendisiyle yüzleşeceği bir olay örgüsü gibi işliyor zihnimdeki mekanizma. Hayatı taklit ediyorum, bazen hayat karşınıza öyle birilerini çıkarıyor ki size hediye gibi, anlatmak istediğiniz hikayenin sesi gibi… yazmaktan başka çare kalmıyor.
Yazma döneminde romanınızın içine girmek, sizi günlük hayatınızdan koparıyor mu?
Ben zaten zihnen her an gündelik hayattan kopuk biriyim, birçokları için önemli olan şeylerle ilgili en ufak bir duygum yok. Beni baştan çıkaran şeylerle çoğunluğu baştan çıkaran şeyler arasında ciddi bir uçurum var, eşim bu konuyu çok iyi özetliyor. “Sen yalnızlık çekmezsin, bunalıma girmezsin çünkü sanki yaşamın kendisiyle arkadaşsın” diyor hep bana ama benim bu kopukluğum oğlumu, eşimi, ailemi, kızlarımı, öğrencilerimi unutmama değil tam tersi onlara iyice odaklanıp diğer şeylerden uzaklaşabilmeme olanak sağlıyor sanırım. Ama kabul etmeliyim ki; en derin nefeslerimi yazarken alıyorum ve yazma eyleminin kendisinde kaybolmamak için bazen ciddi şekilde kendimi zihnimden koparmak zorunda hissediyorum. Yalnızlık her şeye çare, fikrimce, çünkü yaşamın kendisiyle dostsanız yalnızlık atmosferinizdir arada sırada o atmosferde fırtınalar çıksa da.
Yazmasaydım eylem yapacaktım demişsiniz bir röportajınızda. Ne yapardınız, yazmayan Azra nasıl biri olurdu?
Ben aktivist bir aileden geliyorum, dedemin dedesi Trablusgarp’ta omuz omuza Atatürk’le birlikteymiş, İngilizler tarafından esir alınmış ve ellerinden kaçmayı başarmış ve Çanakkale’de de tüm ailem savaşmış. Genetik bir kodlama bu sanırım, çünkü ben milliyetçilik gibi insan kümesini milletlere ayıran, kısacası diğerlerinden ayıran şeylere karşı olacak bilinçte ve vizyonda da biriyim ama bir Sarızeybek doğmanın gerekliliği ne ise günün sonunda daima o gereklilikleri yapacağımı biliyorum. Hayat beni hangi cephede istiyorsa ben hazır olmakla yükümlü hissediyorum. Bugün dünya ikiye ayrılmış durumda, yaşamı destekleyenler ve yaşamın karşısında olan yağmacılar! Herkes bir gün tarafını seçmek zorunda kalacak. Birileri ağaçları kesiyor, okyanusları kirletiyorsa ve sen seyrediyorsan ondan daha suçlusun, fikrimce. Goethe’nin çok güzel bir lafı var, “Cehennem köşeleri buhran zamanlarında seyirci kalanlara ayrılmıştır” Kötülüğe, haksızlığa seyirci kalan kötülüğün bekçiliğini yapar. Kitapları yazmasaydım ne yapacağımı bilmiyorum ama ne yapmayacağımı iyi biliyorum. Seyirci kalmayacaktım, hala da değilim. Elinden geleni yaptığında huzursuzluğun azalıyor.
Sizin gibi düşünen insanlara çok ihtiyacımız var. Bunu anlatanlara, hayata geçirenlere, yol gösterenlere, harekete dönüşmesine vesile olanlara… Kitap yazmaktan başka bir şeyler daha yapmayı düşünüyor musunuz ?
Dünya gezegeninin kullandığı, güneşi, rüzgar gibi tertemiz enerjileri kullanarak geliştirilecek bir enerji teknolojileri meslek lisesi kurmak istiyorum, iyi ve organik tarım teknikleri de öğretilecek bir yer. Ciddi bir proje tasarlıyoruz, zamanı gelince çok desteğe ihtiyacımız olacak.
Ben çiftçiyim diyorsunuz. Bununla ilgili neler yaptınız ve hayalinizde daha neler var?
Topraktan bir şeyler yetiştirmek konusunda ayrıca bir yeteneğim var ya da bu konuya zaman ayırmaktan çok keyif aldığım için kendimi yetenekli falan da sanıyor olabilirim. Evde tükettiğimiz şeylerin bazılarını yetiştiriyorum ama bir gün yenilenebilir teknolojilerle desteklenmiş örnek bir çiftlik kurmayı ve orada yaşamayı çok istiyorum. Kaynakları açık olan bir sistem kurmayı planlıyorum ki isteyen herkes kopyalayabilsin. Hayat komşularla güzel. Bu artık çoğumuzun hayali değil mi?
Kelimelerin sihrine inananlardanım. Uzun bir cümlenin ve hatta bazen sayfalarca süren bir kitabın içinden aklımda sadece tek kelime kalır. Ve o kelime bana her şeyi anlatır. Size şu anda sihirli gelen 3 kelime söyler misiniz?
İnisiyasyon. Çi. Oksitosin.
Yıllardır yazıyorum, şiir yazdım, makale, minik öyküler… İçimden hep daha çok yazmak geldi, ‘yazmasaydım delirecektim’ cümlenizi çok iyi anladım o yüzden. Ama yazamadım. Hep ‘iç engellere’ takıldım. Benim gibi yazıya yakınlığı olup, kendini engelleyenlere tutacağınız bir ışık var mı? Belki aydınlattığınız yol korkularımızı yok eder.
Mükemmeliyetçi olmayın. Kalbinizde hissettiklerinizi hayatı desteklemek için bir olay örgüsüne bağlayın ve özgür bırakın. Hayatı desteklemek var oluşun yüceliğine hürmet göstermektir. Çok dindar olduğunu söyleyip hayvan sevmeyen insanlardaki çelişki gibi olur bir şeyleri sadece yazmak için yazıp, yaşamı geliştirmek için ilhama hizmet etmemek. İnsanlar yaptıkları her şeyin mükemmel olması endişesi ile kendilerini kısıtlamaya eğilimli olabiliyorlar. Birçoklarının mükemmel peşinde vazgeçtiklerine tanıklık ettim ve vardığım sonuç mükemmeliyetçiliğin yaşarken paralize olmak olduğu. Mükemmellik insanı engelleyen bir yanılsama ve yaşama ait değil, fikrimce. Kimlere ulaşılacağını çok da düşünmeden ama mutlaka hayata hizmet ederek yazın. İhtiyaçlara cevap olabilecek her şey hayat tarafından kullanılıyor. Kendinizi daima hayata kullandırın.
Bu dünyada tam olarak yapmak istediğiniz şey nedir? Nasıl bir iz bırakmak istiyorsunuz?
Tam olarak yapmak istediğim şey huzurlu bir özgürlükle yaşamak. “İnsan nasıl özgür olabilirdi insanlık köleyken…” diyorum Pi’de, çünkü aynen böyle hissediyorum. Bu hissi kırabileceğim bir çabada olmaktan başka yöntem bilmiyorum, cihattayım. Pi’de anlattığım anlamda, yani gerçek anlamında cihattayım.
Şu anda sizinle zamanın içinde geçmiş veya gelecekte bir yere gidelim. Bütün bu sohbeti orada yapmış olalım. Biraz anlatır mısınız nasıl bir yerdeyiz, hangi zamandayız, çevremizde neler var, biz nasılız, ne hissediyoruzJ
Gelecekteyiz. Hapishaneye benzeyen okullar yıkılmış yerine doğanın ritmini takip etmeye ve varoluşun, evrenin kendisinden öğrenmeye yani hayatın yapılarını taklit ederek bilgileri toplamaya adanmış sistemler kurulmuş, insanlık sıfır medeniyet seviyesinden çıkmış, güneş enerjisinden teknolojilerimiz için gerekli olan enerjileri toplar olmuşuz, rüzgar tribünlerinin ormanlarla karışmış manzarasında evrendeki her şey ile bir olduğu, evrenin maddeden değil bilinçten oluştuğu bilincine ulaşmış insanlık ekolojik yapılar içinde yaşar olmuş. Hayvan beslemek, ağaç dikmek ve büyütmek, en fazla tükettiğini üretmek zorunlu olmuş… ve tabii miras kalkmış. Var olan tüm öz kaynaklar herkesin, toplayıp bir köşede depolamak, yokluk yaratmak yasak, herkes çabası kadarına nail. Savaş tarihi kalkmış yerine sanat ve bilim tarihi okutuluyor. Sanat, yani anlamın forma sokulmasının uygarlık üzerindeki muazzam etkisi anlaşılmış. Nasıl ama biraz fazla hayal gibi mi geliyor kulağa? Eğer buradan oraya ulaşamayacaksak arada bir yerlerde kendimizi yok edeceğimizi düşünüyorum. İnsanlık ancak insani bir yaşamı gerçekten kurabilirsek var olabilecek, fikrimce. Ortak bilinç, üzerine epey düşünülmesi gereken bir kelime. Ortak bilince ulaşamıyorsak “insanlık” var olamayacak.
Röportaj bitmiş gibi gözüküyordu ama benim için aslında daha yeni başlıyordu. Onu dinledikçe derinleşen tanıma isteği, içimdeki sorulara soru ekleyerek büyümeye devam ediyordu. Azra Kohen’in biraz evvel dediği gibi belki de artık cevaplar peşinde koşmayı bırakmalıydım. Onunla sohbet etmenin mutluluğuyla ayrıldım yanından, bu anın çok önemli bir nedeni olduğunu hissederek…