HILLSIDER 40 / PLANLADIĞI HAYATI YAŞAYAN BİR GÖCEK TUTKUNU: ORHAN TANER

Teşvikiyeli. 1977’de Amerika’ya gitmiş ve tam 25 yıl kalmış. Önce matematik üzerine lisans, ardından Kurumsal Davranış Bilimleri üzerine yüksek lisans yapmış. 15 senelik Yatırım Bankacılığı kariyerini en tepedeyken kendi isteğiyle bırakmış. Sonraki 2 sene boyunca genç yaşta Amerika’ya giden Türk öğrencilerin Amerika’da daha verimli olmalarını sağlamak için, orada kendi mesleklerinde zirveye ulaşmış diğer arkadaşlarıyla beraber, Turkish–American Business Forum adında bir organizasyon kurarak başkanlığını yürütmüş. 2002’de İstanbul’a geri dönmüş, ama sadece 3 günlüğüne. Sonra ver elini Göcek…

İpek Kigan: Yatırım Bankacılığı kariyerinizi en iyi noktadayken bırakmayı neden istediniz?

Orhan Taner: Birincisi babam da bankacıydı.Ve çok mutsuz bir şekilde kariyerini  bitirdi. Ben de yatırım bankacılığına başlarken bu işi en fazla 15 sene yaparım diye kendime hedef koymuştum. Gerçekten tam 15 sene sonra kariyerimin doruğundayken aynen planladığım gibi bir sabah kalkıp son verdim.

Peki hep böyle hedef koyarak mı yaşarsınız?

Aslında uzun vadede evet ama kısa vadede kesinlikle hayır. 10-15 senelik hedefler koymanın çok sağlıklı olduğuna inanıyorum. Ama Türkiye’de insanlar tam tersini yapıyor. Ben hep uzun vadeli hedefler koydum ve şu ana kadar da bu hedefleri tutturdum.

Böyle zamanla ilgili hedefler koyarken o işle ilgili doğru limitinizi mi tahmin ediyorsunuz yoksa koyduğunuz süre bittiğinde artık bu işi yapmamalıyım mı diyorsunuz?

Galiba birincisi. Geçen yıllar içerisinde koyduğum hedeflerde revizyon yapmadım mı? Tabii ki yaptım birçoğunda. Ama Amerika’ya giderken ilelebet kalacağım diye gitmedim. Çünkü en verimli çağlarımı Türkiye’de veya başka bir ülkede değerlendirmek istiyordum.

Göcek’e yerleşmek de hedefleriniz arasında mıydı?

Evet, aslında biraz planlı oldu. Amerika’dan dönmeden önce, devamlı olarak İstanbul’da yaşamak istemeyeceğime karar vermiştim. Bunun nedenlerinden biri de Amerika’daki son 15 senemi New York’ta geçirmiş olmam. New York çok stresli bir şehir. Aslında çok severim ve hala da sık sık gitmeye çalışırım. Ama New York’dan sonraki 10 senemi daha sakin, belli bir ölçüde de daha sağlıklı ama izole olmamış bir ortamda geçirmek istiyordum. Bu yüzden Türkiye’ye geldiğim zamanlarda değişik yörelerde tatillerimi geçirmeye başladım. Ve en sonunda Göcek’te yaşamaya karar verdim. Göcek’i seçmem 3-4 senelik bir araştırmanın sonucuydu.

Peki 10 sene sakin hayat? Sonra ne olacak? Siz kafanızda planlamışsınızdır muhakkak.

Herhalde büyük şehre dönerim tekrar gibi geliyor. Özellikle yatırım bankacılığı veya idarecilik konusunda bir teneffüs, bir mola almanın faydaları çok fazla. Dünyaya çok değişik bir açıdan bakmaya başlıyorsunuz. O yüzden o işin içinde devamlı olan insanların görmediği fırsatları görebiliyorsunuz. Hayat felsefeniz değişiyor.

Neden Göcek seçildi peki?

Göcek çok küçük bir yer ama bütün meslek hayatımda tanımadığım kadar ilginç insanlarla da orada karşılaştığımı itiraf etmek istiyorum. Bunlar dünyadan çok büyük şirketlerin CEO’ları, dünyanın çok değişik ülkelerinden ve Türkiye’den gelen siyasetçiler, karar verme mekanizmasının üst seviyelerinde olan insanlar. Göcek’i seçme kriterlerimin başında aslında bu özelliği geliyordu. Göcek dünyanın dört bir yanından gelen insanların tatillerini geçirdikleri, uğradıkları çok önemli yerlerden biri. Göcek’i benim için cazip yapan diğer faktörlerin başında da ulaşım kolaylığı geliyor. Aslında araba yoluyla uzak bir yer ama hava yoluyla çok yakın. Çünkü Dalaman Havaalanı’na 25 dakika uzaklıkta. Açılacak olan bir tünelle bu mesafe nerdeyse 10 dakikaya inecek. Bu yakınlığın getirdiği psikolojik avantajlar da var. İnsan uluslararası havaalanına yakın bir beldede oturduğu zaman kendini dünyadan izole olmuş hissetmiyor. Acil bir şey olduğu veya canınız istediği zaman çok kısa bir araba yolculuğundan sonra 55 dakikada İstanbul’a gelebiliyor, hatta başka ülkelere direkt olarak uçabiliyorsunuz. Ayrıca havaalanının bu kadar yakın olması mega yatlarla gelen uluslararası jet-setin bir şekilde Göcek’ten ülkelerine geri dönmeleri veya teknelerine Göcek’te binmelerini kolaylaştırması açısından da büyük avantaj. Dünyada başka çok nadir marina kasabasında bu kadar yakınlık söz konusu. Yani havaalanına yakınlığı, küçük ve fazla büyüyemeyecek nüfusu, düzenli kentsel gelişimi, mükemmel doğa ve denizi Göcek’i benim için bir numara yaptı. O yüzden de Göcek’i seçtim.

Peki Göcek’in ulaşımı bu kadar kolay olursa, yozlaşması da çabuk olmaz mı? Bu konuda endişelenmiyor musunuz?

Var tabii endişelerim. Zaten Göcek’in dünyadaki bir çok insanın destinasyonu olmasının en önemli nedenlerinin başında şu ana kadar fazla yozlaşmamış olması geliyor. Ve Göcekliler de bunun çok farkında. Plansız gelişmeye de çok karşılar. Bu aslında az rastlanan bir durum. Genellikle yöre halkı rant sağlamak için bölgenin gelişime açık olmasını ister. Ama Göcek halkı bu konuda çok bilinçli. Göcek nüfusu 4.000 olan küçük bir kasaba. Dağların arasında kaldığı için fiziki açıdan da fazla büyümeye müsait bir yer değil. Uzun çalışmalar sonunda yapılan imar planı ile bundan 20 yıl sonra nüfusunun sadece 20.000’e çıkması bekleniyor. Ayrıca 1980’lerden beri Özel Çevre Koruma Kurumu dediğimiz şu anda Orman Bakanlığı’na bağlı bir kurumun koruması altında. Bu şartların önümüzdeki yıllarda da devam etmesi durumunda Göcek’in bozulması gerçekten çok zor. Bir de Göcek’i tercih eden insan tipleri genellikle oturup sohbet etmekten sıkılmayacak,değişik, dingin bir tatil geçirmek isteyenler. O yüzden Göcek’in alt logosu olarak da sofistike ziyaretçilerin ziyaret ettiği tatil beldesi tabirini kullanıyoruz.

Çok fazla otel de yok Göcek de. Bu da bozulmasını engelleyen bir faktör bence.

Evet. Zaten biz Göcek’in içinde otel sayısının artmasından çok –ki zaten buradaki yapılaşama nedeniyle bu zor- yakın çevrede burayı bir şekilde besleyecek tesislerin olmasını daha çok arzu ediyoruz. Mesela Fethiye Hillside ile Göcek’in günden güne artan çok güzel organik bir ilişkisi var. Göcek gibi bir yer Hillside Beach Club’ın misafirleri için çok ideal bir gezi noktası. Bunu isterseniz karayoluyla, isterseniz denizyoluyla yapabiliyorsunuz. Gelip gününüzü geçirdikten sonra karayoluyla 35 dakikada, denizyoluyla ise altınızdaki araca bağlı olarak 20 dakikadan, 1 saate kadar değişen sürelerde Hillside’a geri dönebiliyorsunuz. Açıkçası ben Göcek’in geleceğini burada görüyorum. Civarda yapılacak çok üst kalitede konaklama tesislerinin misafirlerinin günlerini veya akşamlarını geçirip, tekrar tesislerine dönebilecekleri bir yer.

Göcek’e ilk geldiğinizde kalacak yer, yapılacak iş v.s her şeyi ayarlamış mıydınız?

Amerika’dan döndüğümde bir tek İstanbul’da 3 gün kalacağımı biliyordum. Çünkü annemi görmek istiyordum. Onun dışında hiçbir şeyi ayarlamamıştım bu sefer. Bir araba kiraladım ve yola çıktım. Hatta araba kiralarken belli bir tutarını peşin ödeyip, arabayı ne zaman geri getireceğimi bilmediğimi söyledim. Bir pansiyona yerleştim. Ama yoğun bir tempodan çıkmanın verdiği rahatsızlıktan olacak, Port Göcek Marina’nın içinde iki seneden beri boş duran benim için çok güzel bir mekan gördüm. Ve oraya talip oldum. İki ay içinde orayı toplayarak Cafe Port adı altında bir cafe açtım. Çok başarılı oldu. Cafe Port’u oturma odam gibi görüyorum. Geçtiğimiz yıla kadar Cafe Port’un yanında Port Art Galeri adında bir de sanat galerimiz vardı.

Galeriyi de siz mi açtınız?

Evet. Göcek gibi sofistike bir yere gelen özellikle yabancı misafirlerimiz buradan ayrılırken yanlarında bir şeyler götürmek istiyorlardı. Tipik Türk hediyeleri olan halı, deri ceket, seramik kül tablaları bu tip insanlar için cazip gelmediğinden onlara Türkiye’den ayılırken çağdaş Türk sanatçılarının yapmış olduğu sanat eserlerini sunmayı düşündük. Bu konsept çok tuttu. Port Art Galeri’den resim alıp yatlarına, ülkelerine götürüp evlerine asanlar çok oldu. Hatta galerimiz o kadar başarılı oldu ki; geçen sene İstanbul’da yapılan Art İstanbul Sanat Buluşması’na 72 galeri arasında seçilerek katıldık. Bir süre sonra bu sanattan başlayan hizmet verme anlayışı çerçevesi içinde yine Cafe Port’un içinde teknecilere hitap eden tekne malzemeleri, giyim malzemeleri, tekne tekstili gibi başka ürünler de koyduk. Cafe Port bütün bu özellikleri ile yatçıların kulübü, oturma odası ve ufak tefek ihtiyaçlarının da giderildiği bir kurum haline geldi.

Galeri için eser toplarken sanatçılarla ilişkileri veya cafede satılacak malzemelerin seçimini, firma ilişkilerini v.s hepsini siz mi yapıyorsunuz?

Evet. Bu aslında işin en hoşlandığım tarafı. İş geliştirmek, yeni konseptler üretmek. Bu tabi Göcek için de yeni bir şey oldu. Çünkü mevcut düzeni çok fazla incitmeden, oradaki yerleşik halkı rahatsız etmeden bazı yenilikler getirmeniz lazım. O dengeleri nispeten erken bir zamanda öğrendim. Göcek’in yerel halkı ile de çok güzel ilişkilerim oldu. Daha gelir gelmez ayağımın tozu ile yerel gazetede yazılar yazmaya başladım. Bu yüzden Göcek’teki birçok insan beni emekli gazeteci olarak bilir.

Sıradan bir gününüz nasıl geçiyor?

Göcek’te tanıdığımız, eşimiz, dostumuz hiçbir zaman eksik olmuyor. Tabi bunda uzun seneler yurtdışında yaşamış olmamın, bankacılık yapmamın, İstanbullu olmamın da etkisi var. Hiç yalnız olmuyorsunuz bir kere. Tipik bir günde sabah erkenden Cafe Port’da kahvaltı için insanlarla buluşurum. Tekne kültüründe insanlar erken kalkarlar. Kahvaltımı yaptıktan sonra biraz işle ilgili detaylarla ilgilenirim. Öğlen saatlerinde ise teknemle koylara doğru yola çıkarım. Klasik ahşap bir tekne. İsmi One Love. Onunla akşamüstü saatlerine kadar Göcek koylarında dolaşırım. Sonra geri döner akşam Cafe Port için hazırlık yaparım. Hafta tatilimi Salı veya Çarşamba günü almaya çalışıyorum. O günlerde de  yöredeki de değişik yerlere giderim, bazen Hillside Beach Club’taki arkadaşlarımı ziyaret ederim. Çok zevkli, çok değişik ama çok da çabuk geçer günlerim.

Teknecilik merakınız Göcek’e yerleştikten sonra mı başladı?

Amerika’dayken teknecilikle ilgilenmeye başlamıştım. New York koylarında yelken yapıyordum. New York koylarındaki su rengi genellikle bir kibrit kutusunun yan tarafındaki kısım gibi kahverengidir. Bu suyun kirli oluşundan değil, sadece içinde yaşayan organizmalar nedeniyledir. Tabii öyle bir sudan Göcek’in masmavi sularına geldikten sonra insanın içindeki teknecilik ruhu kabarıyor. Ama ilk tekneme sahip olmam da 6 ay kadar sürdü.

Yiyecek-içecek sektörünü bilmeden, öğrenmeden bir cafe işletmek sizin için zor olmadı mı?

Çok zor oldu. Bu işe girerken bana cesaret veren şey, özellikle Amerika’da ve mesleğim nedeniyle dünyanın her yerinde güzel, kaliteli restoranlarda belki binlerce defa yemek yemiş olmamdı. Bu tabi çok ciddi bir tecrübe. O yüzden benim müşterimin bizden ne beklediğini çok iyi bildiğime inanıyorum. Masanın öbür tarafını, mutfağı v.s bilmeden bu işe girince çok zorlanıyor insan tabi.

Göcek’e gelme nedeniniz dinlenmekti ama anladığım kadarıyla neredeyse Amerika’daki kadar çalışıyorsunuz. Dinamik, yeniliklere açık, çalışkan bir yapınız var.

Çok doğru. Yaptığım işi çok ciddiye alan bir insanım. Hayatta en korktuğum şeylerden biri taklitçi olmak. İnsanların beni taklit etmesinden de hoşlanmam. Ama başkalarını taklit etmekten hiç hoşlanmam.

Bu hareketli ve yoğun yaşamın içinde evlenebildiniz mi bari?

Evlendim. Hatta çok yeni evlendim. Şimdi de bir erkek çocuğu bekliyoruz.

Çocuğunuz olduktan sonra bu hareketli yaşamı sürdürebileceğinizi düşünüyor  musunuz?

Açıkçası çok yakın dostlarım bebek senin hayatını kesinlikle değiştirmesin, mümkün olduğu kadar kendi hayatına sadık kal diyorlar. Çocuğumuzun deniz kültürü ile büyümesini çok istiyorum. Göcek’te yaşamaya başladıktan sonra gördüm ki; denizle uzak-yakın ilgisi olan çocuklar çok daha sağlıklı büyüyorlar. Denizin, özellikle teknenin bir çocuğun yetişmesinde çok önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden çocuğumu mümkün olduğunca teknenin üstünde büyütmek istiyorum.

http://www.göcek.info adresinde Göcek’i tanıtan çok geniş kapsamlı bir site hazırlamışsınız. Neden böyle bir misyon üstlendiniz ?

Tamamen tembellikten oldu. Ben Göcek’e yerleştikten sonra çevremdeki insanlar orayla ilgili sorular sormaya başladılar. Bu soruların adedi gün geçtikçe artmaya başladı. Daha sonra bana bir otel, bir tekne ayarlayabilir misin gibi sorular da gelmeye başlayınca ben de bunlara cevap vermekten kurtulmak için göcek.info adında Göcek’in otellerini, restoranlarını, kültürel hayatını anlatan bir web sitesi hazırladım, gelen soruları da oraya yönlendirdim. Ben bunu 200 kişi ziyaret edecek diye düşünürken, 3 sene içinde ziyaretçi sayısı 100.000’ne ulaştı. Ama başlangıç noktası kendi tembelliğimdir.

Dünyada sizi en çok mest eden yer neresi? Tabi Göcek’ten başka.

Karaipler’de Saint Bertolami adasını çok seviyorum. Karaipler ve Jamaika’ya severek ve çok sık gittim. Avustralya’yı beğendim. Ama asla gidip orada yaşayamam.

Cafe Port’ta en sevdikleriniz desem?

Sabah saat 8:10’da çok medeni bir expresso ve yanında buz gibi su içmek. Akşam üstü minderlerin üstüne yatıp güzel bir akşamüstü içkisi yudumlamak.

Teknenizde en sevdikleriniz?

Klasik ve ahşap olması. Ünlü bir Fransız tekne tasarımcısı tarafından yapılmış olması. Ve benim ona çok iyi bakmam. Her gün teknemi kendim yıkamam. Ve tabii ki dostlarımı ağırlamak.