HILLSIDER 73 / TASARIMCININ İÇİNDEKİ MÜZİSYEN DERİN SARIYER

h73 kapak ok_CONYaratıcılık… Kimisinde çoğalarak büyür. Birçok alana yayılır.

Güçlü ve özgün bir tasarımcı olan Derin Sarıyer de bu kişilerden. Yaratıcılığı sadece mobilya tasarımı alanında değil. O aynı zamanda gizli bir müzisyen. Yıllardır evinin özel bir köşesinde şarkı sözü yazıyor, beste yapıyor, çocukluğundan beri ona eşlik eden gitarını çalıyor. Ama artık biriktirdiklerini paylaşmaya başlamış. Çok da iyi yapmış!

İpek Kigan: Geçmişe doğru gittiğinizde hatırlayabildiğiniz en eski görüntüyü anlatabilir misiniz?

Derin Sarıyer: Kadıköy, Moda civarında Yoğurtçu Parkı’nda koşuşturduğumu hayal meyal hatırlıyorum. O bölgede doğdum ve büyüdüm. Annem, babam ve onların anneleri babaları hep Moda, Mühürdar ve Bahariye’de oturuyorlardı. Küçük biri için, kendi içinde bütün dünyayı temsil edebilecek yapıda bir semttir Moda. Keskin bir hayat anlayışım yoktu, akışına bırakmaya eğilimliydim. Zaten hala belirli bir hakikat olduğunu düşünmüyorum. Sadece birbirinden farklı görüşler var.

Nasıl bir çocuktunuz? İçe dönük, elinde kağıt kalem bir şeyler çizip, yazan mı, yoksa sokaktan içeri girmeyenlerden mi?

Eve zor girenlerdendim. Tercih ettiğimde rahat sosyalleşebilen bir mizacım vardı. Sokak aralarında, arsalarda futbol oynayan ve terleyenlerdendim. Güçlü bir sağ bektim. Futbolun en itibarsız mevkii. Ailem üzerime düşerdi fakat dışa dönük olmama ve evin dışında zaman geçirmeme sorun çıkarmazlardı.

Derin Design’ı 42 yıl önce babanız kurmuş sanırım. Siz de 1 sene sonra doğmuşsunuz. Kendinizi bildiniz bileli aynı işin bir yerlerinde olmak, aynı markanın bir parçası olmak, hatta onunla isimdaş olmak nasıl bir deneyim? Ne gibi farklı duygular yaşattı size yaşamınız içerisinde?

Doğduğumda babam Derin isimli firmasını kurmuştu. Ben bu oluşumun üzerine geldim. Dolayısıyla benim için çok doğal bir durumdu. Özellikli bir şey değildi. Belki bir ara bütün babaların, çocuklarının isimlerin de işleri olduğunu bile düşünmüşümdür. Evimizde de heykelsi mobilyalar ve aksesuarların bulunmasına şaşıracak şansa sahip olmadım. Her şey kendiliğinden gelişti.

Baba mesleğini devir alacak erkek çocuk yönlendirmesi miydi size bu mesleğe iten yoksa içinizdeki aşk mı?

Bilkent Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, İç Mimarlık Bölümü’nde okudum. Öncesinde 1 sene Floransa’da yalnız yaşamıştım. İtalya’dayken mobilya alanında yapabileceğim uzlaşmamın çok doğru olacağını hissettim. Bu alanda hem severek çalışabileceğimi hem de başarı sağlama ihtimalimin yüksek olacağını biliyordum. Üniversite sonrasında da 1 sene Milano’da yaşadım. Milano’da Giulio Cappellini, Jasper Morrison, Piero Lissoni, Tom Dixon gibi önemli tasarımcılarla bir arada bulunma şansını elde ettim. Bu alanda çalışma hevesim iyice arttı. Özellikle 90’lı yılların sonunda Cappellini markası çağdaş mobilya alanında dünyanın en önde gelen markasıydı ve ben orada çalışıyordum. Büyülü bir deneyimdi benim için. Bir markanın oluşumundaki en önemli etkenlerin tekniğini ve ruhunu anlamada bulunmaz bir tecrübeydi.

Milona’dan neler kaldı aklınızda?

Hem çalışıyordum, hem de Milano’yu kendimce keşfediyordum. Sokaklarda tek başıma kulağımda kulaklıkla, müzik dinleyerek yürüdüğümü hatırlıyorum. Bir aşamada İtalyanca kitaplar okuyabilmeye başladım. Litfiba ve Nek gibi pop-rock grupları tespit etmiştim. Moda ve tasarım haftaları dışında belirli bir monotonluğa ve rutine sahip bir şehir Milano. Bu bana iyi geliyordu.

Peki küçükken ne olmayı hayal ediyordunuz?

Keskin kararlar alabilecek olgunluğa erken ulaşmadım fakat içten içe yaratıcılık içeren, kendimi ifade etmeme imkan verecek konulara yakın olmak istediğimin farkındaydım. Saint Joseph’de okuduğum Fransız yazarlardan etkileniyordum. Proust, Gide, Camus, Sartre: Gerçeklikle yüzleşmeyi kolaylaştıran insanlardır.

Sizin okuduğunuz dönemlerde Fransız Liseleri’nin disiplini, kuralcılığı, katılığı çok konuşulurdu. Mesela biz özellikle Saint Joseph mezunlarının başka bir dünyada yetiştirildiğini düşünürdük. Sizin hayatınızdaki yeri nedir bu 8 yılın gerçekten?

Saint Joseph’de 8 sene, sadece erkeklerin bulunduğu bir atmosfer, şimdi dışarıdan bakınca pek sağlıklı gözükmüyor. O dönemde, bize standart bir uygulama gibi görünse de, travmatik sonuçlar yaratabileceğinin bilincine varabilmem zamanımı aldı. Dünya edebiyatına, felsefeye, sanata yakınlaşmama yardımcı olması ise bana çok önemli bir katkısıdır Saint Joseph’in. Varoluşun temeli ve karanlık noktalarıyla ilgilenmemi hızlandırmıştır. Bir de Saint Joseph’in mesela Galatasaray Lisesi’nin aksine bireysel tavırları besleyen bir yapısı olduğundan bahsedilirdi. Belki de bu savın gerçeklik payı vardır.

Derin Design’da çok etkileyici tasarımlar var. Ama merak ettiğim şey bu orijinal tasarımlar kullanılırlarken rahatlar mı? Genellik bu tip mobilya tasarımlarında görsellik ve farklılık ön planda tutulurken, kullanım konforu ikinci plana itiliyor? Sizin ürünlerinizde neye öncelik veriyorsunuz?

Ürün tasarımında ve bizim uzmanlık alanımız olan mobilya tasarımında ortaya çıkan işlerin ana motivasyonu, fonksiyon beklentisini yerine getirmesidir. Bu fonksiyonu da o ürünün kullanılacağı mekan, kullanacak insanlar ve beklentileri belirler. Mobilya özelinde ise bir bekleme ünitesiyle, bir yatak olan kanepe arasında ya da yönetici odası kanepesiyle televizyon karşısında uzanıp içine gömülünecek kanepe arasında hem konfor hem de estetik açılardan farklılıklar vardır. Son yıllarda biz Derin Design olarak ortak alanlara, çalışma ortamlarına ve ofislere odaklandık. Bu yönde ürünler geliştirdik.

Derin Design için neler planlıyorsunuz? Yakın gelecekte neler olacak?

Bugünlerde Derin Design’ın 2014 koleksiyonuna odaklanmış durumdayız. Aziz Sarıyer’in, Arif Özden’in, Finlandiya’dan önemli bir tasarım ofisi olan Pantagon Design’ın ve benim yeni tasarımlarımızdan oluşuyor bu koleksiyonumuz. Yirminin üzerinde ürüne yoğunlaştık. Hem çalışma ortamlarında hem de evlerde yer alabilecek tavırda masa, sehpa, sandalye, kanepe, koltuk ve depolama ünitelerinden meydana gelen bu tasarımların prototipleri ve katalog çekimleriyle ilgileniyoruz ve 2014’ün ilk yarısında lansmanını yapacağız.

Yakında baba oluyormuşsunuz sanırım. Neler hissediyorsunuz?

Bu sayfalar yayımlandığında umarım bebeğimiz doğmuş olacak. Doğal olarak ben ve Beliz çok heyecanlıyız. Aklımız onda. Evde gerekli hazırlıkları Beliz yapıyor, ben de yardımcı olmaya gayret ediyorum. Hayatımızda nelerin değişeceğiyle ilgili tam emin değilim. Zamanlamalar ve öncelikler bağlamında gelişecek değişiklikleri az çok tahmin edebiliyorum fakat psikolojimizdeki yansımaları yaşarken hissedeceğiz.

Müzik konusuna gelirsek… Sözler ve besteler de size ait… Nasıl gelişti olaylar ?

Kendimi bildim bileli gitarım var ve odamda şarkı yazıyorum. 10’lu yaşlarımın başlarında aldığım Yamaha akustik gitarım ise hala evimde durur. Enstrümanist bir tavırdan ziyade aklımdakileri melodilere dökecek akor yapısı bilgilerine ve ritim tekniklerine hakimim. Derdimi anlatabilecek kadar da bilgisayar kayıt tekniklerini biliyorum. Evde mini bir düzeneğim var. Her şey orada olup bitiyor. Bir noktada yazdıklarımı paylaşacağımla ilgili kararım vardı. Ne zaman olacağını tam kestiremiyordum. Yaklaşık 3 sene önce yeni şeyler de yazmaya ağırlık verdim. Evde demolar hazırladım. Prodüktör olarak Oğuz Kaplangı ile tanıştım. Birlikte çalışma kararı aldık. Demolarımı Oğuz Kaplangı’nın stüdyosuna götürüyorum ve orada şarkıların altyapısı en son hallerini alıyor.

Müzik yaşamınızda ne kadar yer kaplıyor?

Günlük iş tempomun dışında evde şarkı yazmaya zaman ayırmak çok kolay benim için. Müzikle aktif olarak ilgilenme sebebim aklıma takılan, beni düşündüren, kafamı kurcalayan konuları müzik diline tercüme ederek hafifleyebilmemdir. Sonrasında insanlarla paylaşmanın verdiği haz da apayrı bir zevk tabi. Şarkı sözü ve müziği yazıyor olmam zaten müzikle ilgileniyor olmamın temel nedeni. Bir yazarın ya da felsefecinin kendi kitabını yazması gibi doğal bir şey bu benim için. Bir şarkının ana gövdesini çıkarttıktan sonra zaman içinde olgunlaşmasını sağlıyorum genellikle. Uzun bir zaman diliminde fakat sıklıkla üzerinde çalışıyorum. Belki de bu şekilde, kısık ateşte pişirerek iyice içime sinecek kıvama geliyorlar. Şarkıları paylaşıyor olmanın bende yarattığı rahatlama hissi, iş ve özel hayatıma da çok olumlu yansıyor.

Armaggan Art Gallery’de gerçekleşen “Mimardan Müzisyene Sınırsız Yaratıcılık Sergisi’nde” tasarımcı olarak mı varsınız, müzisyen olarak mı? 

Sergi özellikle mimarlık, iç mimarlık, ürün tasarımı ile profesyonel iş hayatını sürdüren kişilerin farklı yaratıcı disiplinlere dair yaptıklarını merkezine almıştı. Benim de müzikle ilgilendiğimi biliyorlardı. Teklif ettiler ve kabul ettim. İlk prodüksiyonu ‘’Sınırsız Yaratıcılık’’ sergisi için gerçekleştirdim. Şarkılarımdan birini seçtim, iyice toparladım, devamında düzenlemesini ve masteringini tamamladık. Şarkının klibinin de olmasını istedim. Dinleyici ile bağını bu şekilde daha sağlam kurabilecekti. Devamının gelmesi için çalışıyorum. Hevesliyim.

Herkes Bir Şey Biliyor parçası çok hoşuma gitti. Sözü de, bestesi de dinlerken beni mutlu etti. Özellikle ‘ Çok mutlu ol, 1987 kar tatilindeki çocuk gibi’ mısrası beni yıllar öncesine götürdü. Hayatımın en uzun kar tatili, çok eğlendiğim anlar, şartsız mutluluğun günleri… O üç hafta ne çok kişinin hayatına dokunmuş diye düşündüm. Sizin için de önemli olsa gerek…

Herkes Bir Şey Biliyor isimli şarkı, mutluluk kavramının nasıl ulaşılmayan bir serap ya da dokunamadığımız gölgemiz gibi hayali, gerçek dışılığıyla ilgili. Çocukluktaki kendinden geçme hissiyle özdeşleştirilebilecek bir hayal. Bunu da 87’deki uzun kar tatiliyle sembolleştirdim. O tarihte İstanbul’da olanların kolektif hafızasında bulunabilecek bir sembol.

Bir Akrep burcu olarak yaşamı ve özellikle ölümü sorgulamamanız imkansız diye düşünüyorum. Sanki şarkılarınız da bu sorgulamadan yola çıkmışlar. Sizin baktığınız yerden nasıl görünüyor yaşam veya ölüm?

Bilincimizi şekillendiren en önemli faktör fiziksel kırılganlığımız. Dolayısıyla ölüm. Yüzeyde görülmese de psikolojimizin gizli lokomotifi bir gün öleceğimizi bilmemiz. Bu bilgiyle sürekli yüzleşmek can sıkıcı gelebilir insanlara fakat ben bunun yapıcı bir yanı olduğunu düşünüyorum. Burçlarla ilgili düşüncelerimde ise Sagan ve Adorno’ya yakınım.

Hayalinizdekini somutlaştırmak, madde haline getirmek mi, müziğin uçsuz bucaksızlığı içinde kaybolmak mı yaratıcı tarafınızı daha çok tatmin ediyor?

Duygusallık ile rasyonelliği karıştırıp ikisini de anlamsız kılmaktan yana değilim. Bende bu iki özellik farkı frekanslarda çalışıyorlar. Fakat konu şarkı yazmaya gelince aralarındaki dikiş izinin de görünmeyeceği bir biçimde bir araya geliyorlar. Bir sanat formu olarak ‘’şarkı’’ sanatın en etkili ve yoğun formlarından birisi. İnsanlarla çok hızlı iletişime geçiyor. Çok çabuk kana karışıyor. Gerçeklikle hayal arasında köprü kuruyor ve insanı kendisiyle baş başa bırakıyor. Müzik dinlemekten aldığım zevk kadar yapmaktan da almamın nedenlerinden biri de budur.

Geleceğe doğru baktığınızda kendinizi ne yaparken görüyorsunuz?

Geleceğe doğru baktığımda, hayatta olacağım süre içerinde sadece içimden gelenleri yapacağıma eminim. Başka türlü bir hayat düşünemiyorum. Çünkü tek hayat, yaşamakta olduğumuz hayat…

HILLSIDER 72 / ÜÇ..İKİ..BİR… START! AYTAÇ BİTER

h72 kapak- EN SON SONToshiba Genel Müdürü Aytaç Biter ile röportaj yapacağımı öğrenince hakkında araştırma yapmaya başladım. İş hayatı ile ilgili bilgilere ulaşacağımı beklerken, karşıma mükemmel bir sporcu çıktı. Bir pist yarışçısı. Hem de 4 kere üst üstte Türkiye Şampiyonu olmuş, Avrupa’da 3.’lük kazanmış bir yarışçı. Hem çok önemli bir iş adamı, hem çok başarılı bir sporcu…Kısaca zoru başaranlardan…

İpek Kigan : Motor sporlarına ilginiz ne zaman başladı?

Aytaç Biter: Annemin anlattığına göre çok küçükken sandalyeyi yere yatırır, bir tencere kapağını direksiyon yapıp, terlikleri ters çevirip gaz-fren pedalı yaparak otomobil kullanırmışım! Çok sonraları ehliyet alma yaşım geldiğinde, ehliyet sınavına babamın otomobilini kullanarak gidip, sınavı kazandım.  Polis memuru önce ehliyetim olmadan geldiğim için kızdı ve çok zorlayıcı bir sürüş testi yaptı. Ama kısa süre içinde sınavı yarıda kesip ‘gerek yok, ehliyetini alabilirsin’ dedi.

İş hayatımın ilk yıllarında kazandığım her kuruşu alabileceğim en yüksek performanslı araca yatırdım. Maalesef otoyollarda süratli kullanmayı çok severdim. Maalesef diyorum çünkü bunun ne kadar yanlış olduğunu bir müşterimizin ‘neden caddede hayatını riske atıyorsun, yarış pistine gitmelisin!’ diyerek beni pistlerle tanıştırması sayesinde anladım. Daha sonra çok iyi arkadaş ve hatta pistlerde rakip olduğum başarılı yarışçı Ali Gülan sayesinde otomobil sporlarına başladım.

Sadece pist yarışlarına mı katılıyorsunuz? Hiç ralli yapmayı denediniz mi?

Pist yarışlarını tercih ettim. Türkiye Şampiyonaları, Avrupa ve Dünya Şampiyonaları ile 6, 12 ve 24 saat dayanıklılık yarışlarına katıldım.

Sadece bir ralli denemesi yaptık. Türkiye’de yapılan ilk Dünya Ralli Şampiyonası’na katıldım. Ama yarış için tam bir hafta harcamak zorunda kalınca, pist yarışlarının bana daha uygun olduğuna karar verdim. Çünkü pist yarışları için sadece Cumartesi – Pazar yeterli oluyor.

Yarışırken hissettiğiniz duyguyu nasıl anlatırsınız?

Bence bağımlılık yaratan, çok keyifli bir duygu. Adrenalin mucizesi diyebilirim. Normal hayattaki her şeyi unutup farklı bir dünyada çok eğlenceli bir mücadeleye giriyorsunuz.

İhtiyacınız olan kondisyonu kazanmak için nasıl çalışmalar yapıyorsunuz?

Biraz yürüyüş, mümkün olduğunda masa tenisi ve esneklik kazandıracak stretching yeterli oluyor. Masa tenisi refleksleri geliştirmek için çok faydalı ama açıkçası çok zaman bulamıyorum.

Yarış pilotu olmak, iş yaşamınızda veya normal hayatınızda size ne gibi faydalar sağlıyor?

Yarışlar sayesinde stres atıyor olmak, benim için en büyük faydayı oluşturuyor. Yarış esnasında her şeyi unutuyor, yaptığınız mücadeleye tam konsantre oluyorsunuz. Yarışlar sadece iki güne sığıyor ama Pazartesi günü işe geri döndüğümde, sanki uzun bir tatilden dönmüş gibi kendimi yenilenmiş hissediyorum.

Başka hangi sporlar size benzer zevki verir?

Satranç, masa tenisi ve su sporlarından da çok keyif alıyorum ama bence en iyi yaptığınız şeye odaklanmanız ve o konuda uzmanlaşmanız daha iyi oluyor. Hepsini iyi yapmak için zaman yetmiyor. Bu nedenle satranç ve su sporlarını daha üst seviyede devam ettirmedim. Satrançta ortaokul ve lisede okul şampiyonu oldum. Hala zaman bulduğumda örneğin uzun uçuşlarda bilgisayara karşı ve boş hafta sonlarında kuvvetli rakip bulursam satranç oynarım ama günlük yoğun tempoda vakit bulamıyorum.

Su sporlarının her türlüsünü özellikle tatil yapabildiğimde denerim. 12 yaşımda İstanbul’da 10-13 yaş arası 100 metre serbest stil yüzme yarışında ikinci olmuştum. Daha sonra rakiplerim fiziksel olarak benden daha fazla gelişip, daha hızlı ilerleyince iddialı olmayı bırakmak zorunda kaldım. Su kayağı, sörf ve diğer su sporlarını her fırsatta yapmaktan hoşlanıyorum.

Hız tutkusu, hayatınızın başka alanlarında da var mı? Yaşamı baş döndürücü bir şekilde mi yaşıyorsunuz?

Evet, kendimi teknoloji meraklısı olarak da tanımlayabilirim. Bu nedenle her şeyin en hızlısını kullanmak ve yaşamın hızına göre daha yenilikçi olup zamanın önünde gitmek isterim. Yenilikleri ve trendleri doğru analiz edip, yükselen trendleri önceden tahmin etmeyi ve erkenden kullanmayı çok seviyorum. Bunu bilen arkadaşlarım araştırmak yerine ben ne kullanırsam onu tercih ediyor veya önerimi soruyor. Ben de bu durumdan hoşlanıyorum.

Normal zamanda şoför koltuğunda değil, yan koltuktayken nasıl hissedersiniz?

Yan koltuğu sevmiyorum, özellikle eşim kullanıyorsa çok karışıyorum. Başkası kullanıyorsa dışa fazla vuramadığım için dayanmak zor oluyor. Sanırım ortağım bu durumu anladı, bir yere onun aracı ile gideceksek de bana kullandırıyor.

Kontrolün sizde olmadığı anlar sizi endişelendiriyor o zaman.

Evet, yarışlarda araçtaki ekstra güvenlik öğeleri sayesinde normal hayatta alamayacağınız riskleri alma rahatlığı olduğu için çok fazla tehlike tecrübe ediyorum. Bu nedenle trafikte başkasının yanında tehlikeleri önceden sezebiliyorum ve her an kontrol edemeyeceği endişesine kapılabiliyorum. Benzer durum işte de söz konusu.

Toshiba’nın genel müdürlüğü gibi yorucu ve yoğun bir işiniz varken hobinize nasıl vakit ayırabiliyorsunuz?

Hafta sonu normal mesaisi olmayan bir işimin olması ve bu sporun hafta sonu yapılması benim için büyük şans. Ayrıca mobil teknolojiler sayesinde her yer ofis. Artık işinizin büyük bir bölümünü yapmak için, bilgiye erişmek ve iletişim kurmak için nerede olduğunuzun önemi giderek azalıyor. Toshiba 1875’te kurulmuş dünyanın en eski ve öncü teknoloji şirketlerinden biri ve ürünlerimizin çoğu bilgi teknolojileri için verimlilik araçları. Bu araçlar her yerden çalışabilmeyi sağlıyor.

Toshiba ile ne zamandan beri çalışıyorsunuz?

Firmamız Toshiba bilgisayar ve görüntü sistemlerinin 1992 senesinden bugüne Türkiye’deki tek distribütörüdür. Bu işten önce şahsi şirketimi 1985’de üniversitede öğrenciyken kurdum. Bilgisayar sektörünün mil taşları olan Commodore Kişisel Bilgisayarları ve sonra Escort Masaüstü PC ve Çevre Birimleri ile devam etmiştim.

Toshiba’ya ne gibi yenilikler, farklılıklar kazandırdınız?

Bana göre bir işte başarılı olmak için gereken en önemli unsurlar, işi sevmek ve inanmak, uzmanlaşmak, sürekli daha iyisini yapmak için çalışmak, istikrar, doğru iletişim ve iyi bir ekip olmak. Toshiba işine başladığımızda lider rakip markanın pazar payı %50 idi. İstikrarlı olarak büyüyerek ilk defa 1998 senesinde pazar lideri olduk. Avrupa’da ve Dünya’da Toshiba’nın en başarılı projelerini gerçekleştirdik.

Örneğin, Öğretmen Kampanyası dünyada bir seferde yapılmış en büyük notebook bilgisayar kampanya satışı oldu. Vakıfbank, çağrı merkezimiz ve Yurtiçi Kargo entegrasyonu ile 85bin öğretmenimizin adresine teker teker teslim ettirip en yakın bayi tarafından eksiksiz kurulumunu sağladık. 500bin adet DVD player satışı ise BP şirketi ile yapılmış bir promosyonda yine dünyanın en büyük DVD player satışı oldu. Daha önceki en büyük satış 400bin adet ile Wal-Mart’a yapılmış.

Firmamızı Avrupa çapında ürünler ve servislerde en başarılı firma haline getirmek için çok yoğun çalışıyoruz. Örneğin yakın zamanda taşınabilir bilgisayarlarımız, tablet ve TV’lerimizi ‘No Matter What- Ne Olursa Olsun’ garantisi ile sunmaya başladık. Bu sayede kullanıcılarımız teknoloji yatırımlarını maksimum güvence ile kullanıyorlar yani artık Toshiba ürünlerine ödenen bedel sadece garanti kapsamındaki arızalar değil aynı zamanda hırsızlık, kırılma dahil tüm garanti harici arızalar ve koşulsuz iade, değiştirme imkanı ile tam koruma altında.

Sizi heyecanlandıran başka neler var hayatta? 

Ailem, işim ve otomobil sporu benim için 3 ana heyecan konusu ama ailem başta gelir.

Bunca şeyi bir arada yapabilmek için zamanla aranızın iyi olduğunu düşünüyorum. Zamanı nasıl ikna ediyorsunuz size istediğiniz gibi hizmet etmesi için?

Daha önce belirttiğim gibi teknoloji sayesinde ve hız merakımın katkısıyla birçok işi ve uğraşı aynı anda yönetebiliyorum. Bu konuda ortağım İbrahim Bey’in benden daha başarılı olduğunu da belirtmem lazım. Onun hızlı düşünme ve sistem kurma yeteneği ve tecrübesi, tabi öncesinde analiz edip çözümleme bilgisi sayesinde benim de işim kolaylaşıyor. Aslında her şey bir takım çalışması. Bence hem iş, hem otomobil sporlarında takım olabiliyorsanız, ekibinizi motive edebiliyorsanız işin en önemli yarısını halletmiş oluyorsunuz.

Bildiğim kadarıyla 1 çocuğunuz var. Onun için neler hayal ediyorsunuz?

Kızım 12 yaşında, ismi Ayda. Kafa yapımız ve birçok konuda çok uyumluyuz, huylarımız bile benziyor. Bence yaşının üzerinde bir algı ve gelişime sahip. Aslında günümüz çocuklarının çoğunda durum böyle. Bizden çok daha şanslılar. Çok daha zengin bir öğrenme düzeyindeler. Çocukluğumda biz bir bilgi bulmak için kütüphaneye gitmeyi düşünürken onlar ellerindeki mobil cihazlarla anında her seviyede bilgiye erişebiliyorlar. Ben sevdiği işi yapmasından yanayım. Koruma ve ihtiyacı olduğunda destek olma haricinde hiçbir şeye zorlamak niyetinde değilim.

Çocuğunuz ile birlikte yapmaktan en çok hoşlandığınız şey nedir?

Xbox, PS3, Nintendo’nun fiziksel aktiviteli takım oyunlarını birlikte oynamayı seviyoruz. Tekne ve yüzme de ortak zevklerimiz arasında.

Baba olmak mı zor, genel müdür olmak mı?

Bence ikisi de zor ve sorumluluk istiyor ama baba olmanın sorumluluğu çok ağır. Aynı zamanda tüm çalışma arkadaşlarımı bir aile gibi görüyorum, hepsine her fırsatta bilgi ve tecrübelerimi samimi şekilde aktarmaya çalışıyorum.

Size bir uçak bileti hediye etsem, biletin üzerinde neresinin yazmasını isterdiniz?

Çok istediğim halde yarışma fırsatı bulamadığım Macau veya tatil yapmak için de berrak bir göl veya deniz kenarında, doğanın iç içe olduğu egzotik yerlerden biri olabilir.

Bir yer hayal edin. Sizi çok mutlu eden, huzur veren. Burası nasıl bir yer?

Yukarıda anlattığım tatil yöresi olabilir. Deniz suyu turkuaz renkte ve berrak olmalı, altın kumsal üzerine yemyeşil ağaçlar denize kadar sarkmış olsun. Çevrede dalında meyveler olan ağaçlar, donanımlı bir kulübe veya bungalov ama beton hiç olmamalı. Müzik yerine kuş sesleri ve arka planda yürüyüş mesafesinde küçük bir şelale. Şelalenin döküldüğü yerde tertemiz bir göl. Bunlar olunca teknolojik hiçbir şey olmasın diyebilirsiniz ama ben mutlaka bir internet bağlantısı, Toshiba hibrit ultrabook-tablet, güzellikleri çekebilmek için Toshiba 3D kamera isterim.

İkinci senaryo ise çok çeşitli performans otomobilleri ile dolu bir yarış pisti. Hepsini deneyebilecek Nürburgring Nordschleife tarzı uzun ama İstanbul Park gibi güvenli bir yarış pisti ve yeterince rakip  Alonso, Raikkonen, Vettel Schumacher, Yvan Muller gibi pist ustaları ve Sebastian Loeb iyi olurdu. Takım arkadaşlarım da olursa daha iyi olur özellikle İbrahim Okyay, Kaan Gürgenç, Levent Kocabıyık, Can Artam ve genç yeteneğimiz Kaan Önder. Beni bu spora tanıştıran Ali Gülan zaten koşarak gelir.

Son olarak klasik bir soru. Gelecek ile ilgili planlarınızdan biraz bahseder misiniz?

Otomobil sporlarında Türkiye Şampiyonluğu hedefim vardı, 4 sene üst üste ulaşma şansına eriştim. Avrupa’da podyum hedefim vardı. Son Avrupa Şampiyonası yarışında Salzburg’da 3. oldum. Şimdiki hedefim podyumun en üst noktası. Diğer tarafta genç ve yetenekli pilotumuz Kaan Önder’in gelecekte ülkemizi en iyi şekilde temsil ederek dünya çapında başarılar elde etmesi en önemli hedefimiz. Takım olarak bu sporda ülkemizi dünya çapında tanıtmak istiyoruz.

İş hayatında ise en genel anlamada ülkemizin bilişim alanında gelişimine katkıda bulunmak istiyoruz. Ülkemizi Avrupa’da ve Dünya’da bilişim alanında öne çıkarmak öğrenmeye açık ve rekabetçi genç nüfusumuz sayesinde zor olmayacaktır.

HILLSIDER 71 / BİR WAKEBOARD YILDIZI, BİR DÜNYA ŞAMPİYONU; SHAWN WATSON

h71 kapakİnsan Güney Florida Palm Beach doğumlu olunca, hele annesi de sörf, su kayağı gibi sporlarda iddialı ise, suyla daha bebekken haşır neşir olması kaçınılmazdır zaten… 30 yaşındaki Shawn’un arkadaşlarıyla oyun anlayışı hep su içinde ya da üzerinde olmuş. Wakeboarda 12 yaşındayken başlamış, ilk zaferini 14 yaşında, sırf eğlence olsun diye katıldığı, Teksas Ulusal Yarışması’nda “junior man” kategorisinde 2. olarak yaşamış… Hemen akabinde teklifler gelmiş, profesyonel çalışmalar, uluslararası yarışmalar ve dünyanın 4 bir köşesine yolculuklar başlamış… Shawn bir yıldız ve 18 yıldır dalgaların üzerinde… Geçtiğimiz aylarda Fethiye-Hillside Beach Club’a hem şovlar yapmak, hem de dileyen konuklara eğitimler vermek üzere gelince, onu karaya çekmeden ve bir söyleşi yapmadan bırakmak olmazdı…

İpek Kigan : Wakeboard ile yaşadığın aşkı nasıl tarif edersin?

Shawn Watson: Wakeboard sporuna olan tutkum, tıpkı çocukluğumda olduğu gibi; her gün tekneyle çıkıp bütün günü suda wakeboard yaparak ve arkadaşlarımla eğlenerek geçirmek gibi… Çok seviyorum… Bu tutku, aşk bana aynı zamanda, dünyayı dolaşma ve insanın rüyalarında bile zor görebileceği yerlerde wakeboard yapma şansı da veriyor. İnsanın sınırlarını zorlayan bir spor.

Bu sporu yaparken nasıl / ne hissediyorsun ?

Kendimi özgür hissediyorum; wakeboard yaptığım anlar, kendimi en fazla ifade edebildiğim anlar!

Araya bir not düşelim ve henüz bu sporla tanışmamış olanlar için biraz wakeboardu anlatalım; Wakeboard botun arkasında, teknenin oluşturduğu dalgaları kullanarak yapılan bir spor. Snowboard gibi tek bir board üzerinde yapılıyor. İlk etapta suyun üzerinde durabilmek ve denge içinde gidebilmek önemli. Yükseldikten sonra suya iniş kısmı da kritik. Snowboard’da kara indiğiniz için nispeten daha yumuşak. Suda ise daha zorlayıcı. Riskleri azaltmak için can yeleği giymek lazım. Bir de suya yumuşak inişi kesin becerebilmeniz. İleri safhalarda suyun üzerinde zıplamaya, 180-360 derecelik taklalar atmaya başlıyorsunuz. İşin artistik ve zor kısmı da burası zaten. Su üzerinde spinlerle, saltolarla harikalar yaratmak mümkün. Bildiğiniz diğer su sporlarından daha zorlayıcı ve fakat aynı zamanda daha etkileyici…  Shawn ise bırakın alışılmış saltoları, Almanya’da katıldığı ilk “double up” yarışmasında 900 derecelik bir dönüşle bir ilki gerçekleştirmiş… Suyun üzerinde devleşenlerden kısacası:)

Wakeboard hem denizde hem de gölde yapılıyor. Aralarında bariz farklar var. Durgun suyun bu spor için önemli olduğunu biliyorum. Gene de sormak istiyorum; sen hangisini tercih ediyorsun?  

Aralarında kesinlikle fark var; deniz suyu daha tuzlu ve objeleri yüzdürme özelliği daha fazla; tatlı su ise çok daha yoğun. Normalde denizde muazzam büyüklükte ve dalgalanmaya yatkın bir su kütlesi var karşınızda. Gölde ise büyük ihtimalle daha dalgasız bir ortamdasınız ve rüzgardan  korunuyorsunuz ki; bunlar da wakeboard yapmak için çok daha ideal koşullar. Hillside Beach Club mesela, sahip olduğu özel koy sayesinde wakeboard için hayli ideal.

Her spor bir disiplin gerektirir. Bir wakeboardcu nasıl yaşamalıdır sence ? Başarısını nasıl daha ileriye taşır ? Ya da başarılı kalabilmek için nelere dikkat etmelidir ?

İyi, güçlü bir fiziğe sahip olmak çok önemli. Başarılı olmak için çok çalışmak, bütün temel kuralları öğrenmek ve her gün idman yapmak zorundasınız; ayrıca sizi yetiştirecek iyi bir koçunuz olması da şart. Başarınızı sürekli kılmak için yapılacak en iyi şey ise hayatla ilgili müthiş bir duruşa ve iyi bir bakış açısına sahip olmanız ve bunu yaparken de mümkün olduğunca eğlenmeniz!

Sıklıkla dünyanın her yerine seyahat ettiğini biliyoruz. Yolda olmadığın, seyahat etmediğin sıradan bir günün nasıl geçiyor?

Ülkemde, evimde kaldığım zamanlar çok sınırlı; bu yüzden seyahat etmediğim zamanlarda mümkün olduğunca ailemle ve dostlarımla vakit geçirmeye özen gösteriyorum. Ayrıca göl kenarında bir evim var. Evimin işlerine yetişmeye çalışmak sonu gelmeyen bir iş. Bunların yanı sıra mümkün olduğunca wakeboard ve idman yapmaya çalışıyorum elbette!

Spor yaşantındaki en unutulmaz anların ?

Aslında sayılamayacak kadar çok an var. Büyük yarışlarda elde ettiğim şampiyonluklar, yaşamımdaki en unutulmaz anlar olsa gerek; bu anlar çok sık olmuyor ama olduğunda da kıymetini biliyorum.

Su ile bu kadar haşır neşir olmak insana neler kazandırıyor? Fiziksel ve zihinsel olarak nasıl etkileri var?

Evet, wakeboard yapmak fiziksel bir şey ama bunun ötesinde zihinsel bir boyutu da var. Eğer bir numarayı yapmadan önce onu gerçekten düşünür ve adım adım kafanızda canlandırırsanız genelde daha kolay gerçekleştirirsiniz. İnsanlar hep yarış öncesinde fazla düşünerek heyecanlanıp kendilerini yıldırıyorlar; halbuki suya çıkıp her gün yarışma dışında yaptığınız gibi, idman yaptığınız gibi yapsanız ve başkalarını kafaya takmasanız büyük ihtimalle çok daha iyi sonuçlar alırsınız!

Yaşamından bir an için wakeboard’u çıkarsak geriye neler kalır?

Zor bir soru. Böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyorum çünkü wakeboard yapmayı seviyorum ve başka bir şey yapmak istemezdim!

Halihazırda bir Dünya Şampiyonusun. Yine de her sporcunun daha fazlasını, mükemmelini yapmak gibi bir ideali vardır? Senin bu sporda -hatta hayatta- ulaşmak istediğin nokta nedir?

Şampiyonluk onur verici bir derece. Hayattaki ve bu spordaki amacım başarılı olmaya devam etmek, her gün kendimi zorlamak ve yaşamımı, kariyerimi bir üst düzeye taşımak.

Yaptığın başka sporlar var mı?

Sevdiğim pek çok başka spor var. Sörf, skateboard ve snowboard gibi board üzerinde yapılan diğer sporları seviyorum. Arkadaş grubumla yapmaktan gerçekten keyif aldığım bir diğer spor türü ise golf oynamak!

Yaşlılık günlerin için bir rüyan var mı?

Bu spor dalındaki hayalim veya amacım diyelim, yaşım ve bedenim izin verdiği sürece, son onbeş yıldır bu dalda yapmakta olduğum şeyleri yapmaya devam etmek. Profesyonel wakeboard sporunu bıraktıktan sonrasıyla ilgili hayalim ise kendime ait bir şirketimin veya wakeboard yapılan bir tesisimin olması. Sudan ve bu spordan kopmaya niyetim yok kısacası.